Yeryüzünün yeni tanrıları hidayet kapısını kapattı mı?

Yeryüzünün yeni tanrıları hidayet kapısını kapattı mı?

Bugün yazı yazmaya oturduğumda tuhaf bir bezginlik hissettim. 28 Şubat'tan da, muhafazakar aydınların ikiyüzlülüğünden de, siyasilerin reel politiğe yenilen ahlakından da yazı konusu olarak usandığımı fark ettim.

Durum böyle de, ne yapmalıyım? Türkiye’nin önemli konuları üzerine söylenmesi gerekenleri “nasıl olsa birkaç kez yazdım” diyerek bir tarafa bırakıp  daha ‘light’ konulara mı dalmalıyım?

Eleştirdiğim kesimlerden, kurumlardan, yapılardan umudumu kesip başka alanlara mı yelken açmalıyım.

Bu tarz bir yazarlığa geçmeye niyetim yok.

Sanırım bazı meseleleri bıkmadan usanmadan yazmak gerek. Çünkü kimsenin kimseyi duymadığı bir süreçte insanların dikkatini bir konuya çekmek sebat istiyor.

İşte bu konulardan bir diğeri. Vesile başka ama mesele aynı.

Geçtiğimiz günlerde Çevik Bir’in sorgu esnasında seccade istediği ve 5 vakit namaz kıldığı haberi yayınlandı. Gerçi bu haber sonradan yalanlandı ama haberin yalan olması benim bu konuya dair söyleyeceklerimi hükümsüz yapmıyor.

Mesele 'haber'de aktarılan olay değil, haberin kendisi.  Bu haberin yapılmış olması ve sosyal medyada Çevik Bir’in namaz kılmasına getirilen yorumlar.

Bunlar beni tiksindirdi.

Dindarların içine düştükleri şımarıklık, pervasızlık, efendilikten uzaklık… Bunlar beni üzüyor da.

Çevik Bir’in namazına getirilen yorumlara bakınca insanların utanmadıktan sonra her şeyi yapabileceklerine bir kez daha inandım.

Namaz kılan birinin namazını kabul etmeyen, dua kapısını kapatan, ‘bağışlamak ta neyin nesi, atın bu kafiri cehenneme’ diye bağıran gaddar tanrılarla dolu sosyal medya.

Ele geçirdikleri iktidar imkanları sayesinde herkes kendini kendi alanında küçük bir tanrı ilan etmiş gibi.

İstiyorlar ki hidayet kapısından kimin gireceğine de, kimin ne zaman namaza başlayacağına da, dini kimin nasıl algılayıp yaşayacağına da kendileri karar versinler. Çünkü yeryüzünün son tanrıları onlar. Dine girmenin de, dinden çıkmanın da kurallarını onlar belirliyorlar.

Çevik Bir namaz kıldı mı, kılıyor mu, kılıyorsa namaz kılmaya ne zaman başladı, bunları bilmiyorum.

Benim açımdan bunun bir önemi de yok. Adam olmadıktan sonra, kılsa ne olur, kılmasa ne olur.

Fakat bildiğim bir şey var. Velev ki Çevik Bir ‘korkudan’ veyahut ‘savcıları ayartmak’ için ya da ‘iktidarın gözüne girmek’ için namaz kılmaya başlamış olsun. Korkan birinin durumu ile alay etmek, başkalarının korkusunu büyüterek kendilerinin aslında ne kadar da güçlü olduklarını gösterme çabasına girmek, nereden bakarsanız bakın, sefil ruhlu insanların işidir.

Diğer taraftan Çevik Bir’in namaza başlamasında haber değeri görenlere sormak istiyorum: Niçin 28 Şubat sonrası namaz kılmayı bırakan İslamcıların da haberini yapmıyorlar?

Bu önemsiz bir şey mi? Namaz kılarak, İslamcılık yaparak; paye, makam, iktidar, elde edenlerin namazı bırakmasının haber değeri yok mu?

Niçin 28 Şubat’la beraber Çevik Bir sayesinde keşfettikleri Papermoon gibi restoranların müdavimi olduklarının haberini de yapmıyorlar?

28 Şubat korkusuyla değiştirdikleri hayatlarını, yelken açtıkları yeni yaşam tarzlarını neden haber yapmıyorlar?

Çevik Bir’in namaza başlaması mı daha esaslı bir haber, yoksa yıllarını millete ‘din’ satmakla geçirmiş İslamcı aydınların namaz kılmayı bırakması mı? Hangisi?

Çevik Bir’in ‘korku’ ile namaza başlaması mı istiskali hak ediyor, yoksa korkuyla veya -daha kötüsü- çıkar için namaz kılmayı bırakanlar mı? Hangisi?

Çevik Bir çok öfkeleniyor diye 28 Şubat döneminde “Şevki Yılmaz illa bağıracaksan ormana git” diye yazı yazan o gazetenin yöneticisinin tutumu mu daha kişiliksiz, yoksa dindarların adalet anlayışından emin olmadığı için ’korku’ ile namaza başlayanın mı? Hangisi daha kişiliksiz?

Cevik Bir ile kendinizi kıyasladığınızda kim daha itibarlı görünüyor? Kafasına koyduğu değerleri benimsetmiş, muhataplarının büyük kısmını tam da istediği türden bir adam haline getirmiş, her bir dindar kanaat önderinin yüzündeki maskeyi indirmiş, savunduğunuzun aslında ‘din’ değil;  softalık, bayağılık, ‘sorunlu ideoloji’ olduğunu göstermiş fakat bugün rakipleri tarafından cezalandırılan bir ‘dava adamı’mı  daha muteber, yoksa bu ‘dava adamı’nın karşısında yenik duruma düşen, o gün savunduklarından vazgeçmiş, kendisine zorla kabul ettirilen hayat tarzını benimsemiş, bugün eline geçirdiği iktidar gücü ile sağa sola caka satan, değişmiş, başkalaşmış biri mi?  Hangisi?

Bu konuda daha çok şey söyleyebilirim. Fakat bu tür konuları yazmak bile insana tiksinti veriyor. Çünkü İnsanların dinini, namazını, hayat tarzını, gittiği restoranı konu etmek utanılacak bir durum.

Bu tür tutumlar içine giren arkadaşları aklı selime, ara, hayaya davet ediyorum.

Nasıl sizin korku ile değiştirdiğiniz yeni hayat tarzınızın haber değeri yok ise, Cevik Bir’in ‘korku’ ile namaza başlamasının da haber değeri yok.

Sizin hem İslamcılık yapıp hem de namaz kılmıyor olmanız nasıl kimseyi ilgilendirmiyorsa, Cevik Bir’in namaz kılması da sizi ilgilendirmemeli.

Biliyorum, yenilmişlik duygusu kalıcı ve tahripkar bir duygudur.

Görünen o ki bu arkadaşlar da üzerlerinden bu yenilmişlik psikolojisini atamayacaklar.

İktidar olmakla, ülkeyi yönetmekle, her kurumda istediğiniz gibi at koşturmakla o duyguyu yok edeceğinizi düşünüyorsanız, gerçekten yanılıyorsunuz.

Yenilen bedenleriniz değil, düşüncelerinizdi, ruhunuzdu.

Siz bunu görmüyor musunuz?

Üstelik yenilen düşüncelerinizi restore edip, sağlamlaştırıp esaslı hale getireceğinize, onları toptan terk ettiniz. Bir dünya görüşünüz, bir ruhunuz, bir amacınız kalmadı.

Sandınız ki görünüşü değiştirerek yenilenlerin siz olduğunuzun anlaşılmasının önüne geçebileceksiniz.

Öyle değil. Yenilgi duygusu insanların ruhunda ilelebet kalıyor. Ta ki yeniden aynı tür bir mücadelede kazanan taraf olana kadar.

Ben bugün bütün bu hırçınlığın, bu hazımsızlığın, bu pervasızlığın, bu şımarıklığın altında o yenilmişlik, itilmişlik duygusunun yattığını düşünüyorum.

Bu yenilgiyi kabullenin, siz de rahat edin, bu halk da rahat etsin.

Malta’dan sürgünden dönen Esat Paşa ne demişti: Yenilmeyeceksin… twitter.com/acikcenk