Başbakan Erdoğan medyayla ilişkilerinde yeni bir dönem başlattı. Haftasonu Erdoğan’ın medya yöneticileriyle gerçekleştirdiği toplantıdan çıkan sektörün üst düzey yöneticilerinin mutluluklarına bakılırsa, onlar da Erdoğan’ın bu açılımına karşılık verme niyetindeler.
65 yaşını geçmiş bir gazeteci mikrofonlara görüşmeyi ağzı kulaklarında şöyle özetliyordu: “Başbakan Erdoğan çok sakin ve güler yüzlüydü. En azında bugün fırça yemedik.” Anlaşılan gazeteci arkadaşımız fırça yememeyi büyük bir kazanç olarak görüyor. Doğrusu bu tip ilişkiler bana hep tuhaf gelmiştir.
Referandum sonrasında medyada AK Parti hükümetine karşı hissedilir bir tavır değişikliği var. Medyanın artık daha temkinli, daha dikkatli ve daha gücü kabullenmiş bir tutum içine girmesi eminim sizin de dikkatinizi çekmiştir. Bununla beraber Başbakan Erdoğan’ın medyaya karşı bir tavır değişikliğine gittiğini de gözlemlemişsinizdir. Son toplantıya Sözcü gibi, Ulusal Kanal gibi birçok "yeminli muhalif" yayın organının da davet edilmesi bunu bir göstergesidir.
Başbakan Erdoğan’daki bu değişikliğin ilk emaresini Hıncal Uluç’u arayıp ‘çılgın proje’den bahsettiğini Uluç’un köşesinde okuduğum gün gördüm.
Çünkü Hıncal Uluç 8 yıllık AK Parti iktidarında Erdoğan’a en mesafeli duran gazeteciydi. Uluç’u diğer muhaliflerden ayıran tek özelliği muhalifliğini Erdoğan’ı kızdıracak derecede hakarete vardırmaması.
Ama Başbakan’ı hep bir görmezden gelme, ona mesafe koyma ve hattâ burun kıvırma tavrı yazılarında hep vardı.
Erdoğan ile yandaş olmayan medya ve gazeteciler arasındaki yakınlaşmadan sonra, ‘yandaş’ medyanın düşüşünün hızlanacağı, ivme kazanacağı görülüyor.
Herkesin ‘yandaş’ olduğu bir medyada eski, yıpranmış ‘yandaşların’ bir kıymeti kalabilir mi? Ya da şöyle sorayım: Erdoğan ve AK Parti nezdinde, körü körüne muhalefet etmeyen bir Hürriyet ve onun yayın yönetmeni Enis Berberoğlu mu, yoksa ‘yandaşlık’ yapan Star gazetesi ve onun yayın yönetmeni mi daha muteber olacak?
Körü körüne muhalefetin, kavganın, mücadelenin olmadığı yerde ‘yandaşlık’ neye ve kime yarayacak ki? Bu yaşıma kadar edindiğim tecrübelere dayanarak söyleyebilirim ki en popüler ‘yandaş’lar, bugüne kadar ‘dava’ için cephe mantığıyla mücadele etmiş gazeteci arkadaşlar, artık dikkat çekmek için daha fazla gayret sarf etmek zorunda kalacaklar. Çünkü sadece Başbakanı savunmanın eskisi kadar bir getirisi olmayacak.
Gelin düşünelim:
Hıncal Uluç’u direkt arayan Başbakan Erdoğan, kendi eski mahallesinden, kendi dünya görüşünü paylaşan gazetecilerden herhangi birini arayıp böyle heyecanla bir projesinden bugüne kadar hiç bahsetmiş midir?
Mesela Başbakan Erdoğan 8 yıllık iktidarı döneminde tek bir kere olsun mahallesinin en önemli yazarlarından Ahmet Taşgetiren’i aramış mıdır? Kaldı ki Taşgetiren "profesyonel" bir yandaş değil, daha ziyade başbakanla dünya görüşü birlikteliği olan bir gazeteci. Hadi diyelim Başbakan Erdoğan Taşgetiren’in üslubundan pek haz etmiyor. Peki sizce bugüne kadar herahngi bir konuda destek istemek veyahut bir görüşüne başvurmak için Fehmi Koru’yu aramış mıdır? Ya da söyle bir şey tasavvur edebilir miyiz: Başbakan Erdoğan'ın Yeni Şafak’ın sinemadan da iyi anlayan yazarı Salih Tuna’yı arayıp "Salih bey, olağanüstü bir sinema projemiz var, sizden bu konuda destek istiyoruz" deme ihtimali var mıdır? Bu listeyi çok uzatalabilirim.
Şimdi diyebilirsiniz ki başbakan tarafından aranmamak gazeteciler için çok mu önemli.
Bu gazeteci milleti öyle bir millettir ki fırça yememeyi bile kazanç sayıyorsa, aranması durumunda ne hisseder siz düşünün.
Yukarıdaki sorularımda adı geçen kişilerle Erdoğan’ın ilişkisini bildiğim için yazıyorum bunları. İşkembeden attığım düşünülmesin.
Desteğinden emin olunanın gördüğü, göreceği muamele her zaman böyledir.
Ben bu ilişkinin bir başka versiyonunu Ülker’in reklam politikalarında görüyordum. Ülker çok uzun yıllar muhafazakar medyaya reklam vermedi. Ciddi anlamda uğraş verilmesine rağmen Ülker’in bu tutumunda bir değişiklik de olmamıştı. Sebebi çok basitti. Ülker şöyle düşünüyordu: "Muhafazakar medyanın okurları bizim zaten doğal müşterimiz. O gazetelere, TV’lere niye reklam verelim? Biz reklam vermezsek OYAK’ın da ortak olduğu Eti’nin ürünlerini mi satın alacaklar." Yani bu kesimin okurlarının Eti’ye gitmeyeceğinden emindiler.
Şimdi ben benzer bir durumu gazeteci iktidar ilişkilerinde yaşandığını görüyorum.
Yukarıda söylediklerimden Başbakan Erdoğan’ın medyaya karşı üslup değişikliğinden rahatsız olduğum sonucu çıkarılmasın. Tam tersine, geç kalınmış ve çok doğru bir adım bu. Bence mutlaka sürdürülmesi gerekli.
Yapılan yorumlar Erdoğan'ın cumhurbaşkanlığı için startı verdiği yönünde. Buna matuf olarak ilişkilerini yeniden tanımlıyor. Zararı yok. Her ne sebeple olursa olsun bu değişikliği çok isabetli buluyorum. Bu ilişkinin sürmesinde kuşkusuz medyanın tavrı da belirleyici olacaktır.
Erdoğan’ın başlattığı bu süreç tabii birçok kişinin ağzının tadını bozacak.
Başbakan Erdoğan medya yöneticileriyle yaptığı toplantıda ne demişti?
"Biz medyadan hep bizi övmesini ve sorgusuz desteğini beklemiyoruz. Acı söyleyen dosta ihtiyacımız var"
Adı ‘yandaşlık’ listesinin başına yazılan gazeteci arkadaşları zor günler bekliyor.
Biliyorsunuz bir ‘dava’nın cefasını çekenle, sefasını süren hep aynı kişiler olmuyor. Gerçi bu arkadaşların çoğu cefasını çektikleri ‘dava’nın aynı anda sefasını da sürmediler değil. Ama yine de yeni dönem onlar açısından pek parlak olmayacak.
Allah selamet versin, İsmet Özel’in güzel bir sözü vardı: ‘Kimse kendisine hizmet edene saygı duymaz.’
Sabah gazetesinin tuhaf alışkanlığı!
Köşe yazarı olmaya niyetlendiğim günden beri daha bir meraklı oldum. Tuhaf bir durum. Artık her şey dikkatimi çekiyor ve merakı etmekten kendimi alamıyorum.
Son günlerde Sabah gazetesinin tuhaf bir alışkanlığına taktım. Girdiğim ortamlarda başkalarının da aynı tuhaflığı gündeme getirmesi merakımı iyice kamçıladı.
Sizin de dikkatinizi çekiyor mu? Sabah gazetesi neredeyse hergün birinci sayfasında manşet yanından çıplak bir kadın fotoğrafı kullanıyor. Acaba ben mi abartıyorum diye düşünüyordum ama baktım herkesin dikkatini çekmiş. Hatta bir çok mutaassıp aile bu resimler yüzünden Sabah’ı evlerine sokamadıklarını söylüyor.
Bunu gündeme getirdiğim için beni bağnazlıkla suçlayabilirsiniz. Bundan hiç rahatsız da olmam ama bu durumun bağnazlıkla alakası yok. Bu ticari bir yanlış bence.
Yani Sabah gazetesi bu tercihiyle ne Musa’ya, ne İsa’ya yaranamayan kişinin durumuna düşüyor.
Hani belki gazeteyi yönetenler içeriden baktıklarında gazetenin aldığı yarayı fark etmiyorlardır. Ben dışarıdan nasıl göründüğünü söyleyeyim de, kararı yine kendileri versin.