Başbakan Erdoğan’ın son birkaç
yıldır en büyük şanslarından biri Yalçın
Akdoğan’la çalışıyor olması...
Yazılarından takip edebildiğim kadarıyla Erdoğan,
Akdoğan’ın verdiği “danışmanlık”
hizmetlerinden sonra “Kürt Sorunu” olmadığını;
“Kürt yurttaşlarımızın sorunları olduğu” gerçeğini
gördü…
Erdoğan, Akdoğan’la çalışmaya başladıktan sonradır
ki, “Terörle Mücadele” ile “Teröristle
Mücadele”nin aynı şey olmadığını anladı…
O nedenle de dağda teröristle silahlı mücadeleye öncelik
verilirken, parlamentoda ve bölgede Kürt yurttaşların
etnik, ekonomik ve tabii ki
siyasal - sosyal taleplerinin yerine getirileceği
yasal düzenlemeler, siyasi ve ekonomik atılımlar yapılmaya
başlandı…
Yani; “gerilla bir balık halk da sudur” diyen
Mao’nun kuramının “terör
eylemleri” açısından doğruluğu kabul edilip gerillanın
(teröristin) halk ile ilişkisinin koparılma, terörün bölge halkının
lehine olmadığının anlatılma çalışmaları hızlandırıldı…
Bir ara neredeyse tamamen terör örgütünün kontrolüne giren ve bunu
da kendisine dışkı yediren, evini, ocağını yakan; sürüm
sürüm süründüren Devlete duyduğu öfkeyle yapan bölge halkı
son yıllarda Devlet’in şefkatinin, örgütün verebileceğinden
çok daha fazla olduğunu gördü…
Buraya kadar
Akdoğan’ın, Başbakan’a verdiği
danışmanlık hizmetinin yararlarının sadece bir kısmını hatırlatmaya
çalıştım…
Ancak…
Akdoğan’ın bugünkü STAR’da
“Süreç dönüştürür” başlığı altında yayımlanan
makalesinde yer alan bazı tespit ve önermelere itirazım var…
Çünkü…
Müzakere, ortada “bir sorun” ve o sorunla ilgili
“birden fazla taraf” olması durumudur…
Yani tek tarafın yaptığına müzakere değil
“monolog” denir…
Müzakere, kapalı kapılar ardında yapılan konuşmalar ve verilen
sözlerle kamuoyuna yapılan açıklamalar ve verilen sözlerin asla
birbirini tutmadığı görüşmelerdir…
Yani;
Taraflar kamuoyu önünde taraftarları için;
kapalı
kapılar ardında müzakere edilen sorunun çözümü için
konuşurlar…
Aksi; müzakerelerin başarısızlıkla
sonuçlanması demektir…
Bir kere daha
yani;
kapalı kapılar ardında söylenenlerle
kamuoyuna söylenenler aynı şeyler olursa müzakereler
yürümez…
Burada önemli olan müzakereye katılanların bu gerçeği
bilmeleri ve kamuoyu önünde yapılan açıklamalara itiraz etmeden,
onları duymazdan ya da görmezden gelmeleridir…
Meselâ, Akdoğan’ın yazısında veya konuşmalarında
(kamuoyu huzurunda) müzakere sürecinin AK Parti
Hükümetinin başlattığı önemli bir inisiyatif olduğunu
söylemesi ne kadar doğru ise;
aynı tavrın müzakerelere taşınması da o kadar yanlıştır…
Tek taraflı inisiyatif almak; karşı tarafın
aşağılanmasından başka bir şey değildir…
Umuyorum ve
hatta tahmin ediyorum ki kapalı kapılar ardında müzakerenin diğer
tarafına “eşitlik” duygusu pompalanıyordur…
Nitekim aslında bunun böyle olması gerektiğini
Akdoğan da aynı yazısının bir yerinde şöyle
söyleyerek kabul ediyor:
Sürecin hassasiyetleri farklı bir dil, farklı bir
üslup, farklı bir anlayış geliştirilmesini gerektiriyor. Sorunun
içindeki tüm aktörlerin kendilerini gözden geçirmeleri, daha
yapıcı, daha uzlaşmacı bir karaktere bürünmeleri başlı başına büyük
bir kazanç olacaktır.
Bazen lafın tamamının söylenmemesi, hissiyatın frenlenmesi,
karşıdakinin tepkisinin dikkate alınması süreç için bir kazançtır,
bazen de işin farklı boyutlarının da hesaba katılarak denge
söylemlerinin geliştirilmesi bir faydadır.
Aynen öyle sevgili Akdoğan, aynen öyle…
Benim itirazım böylesine doğru bir yaklaşımda bulunduktan sonra
yazılan şu cümleleredir…
Bakın ne diyor
Akdoğan:
Özellikle BDP'li siyasetçiler o derece uç noktaya savruldular, o kadar büyük bir kutuplaşma meydana getirdiler ki, buradan makule kaymaları oldukça zor. Siyasi mücadeleyi bir 'savaş', siyasi rakibini 'düşman' gibi konumlandıran bir anlayışın demokratik siyasetin normal mücadele ölçülerine ulaşması daha fazla duyarlılık, daha fazla hassasiyet gerektiriyor.
Peki, neden mi itiraz ediyorum?..
Söyleyeyim…
Akdoğan’ın eleştirdiği bu tutum aslında
müzakerelerin sağlıklı yürüdüğünün işaretidir…
Ve BDP’lilere yönelik bu eleştiri bir
MHP’li tarafından yapıldığında
“anlamlı” ama müzakerenin en etkin tarafının bir
numaralı danışmanı ve hatta siyasi sözcüsü tarafından yapıldığında
hatadır…
Unutmayınız ki BDP bir siyasi partidir…
Yani; seçmenleri olan, seçimlere katılan bir
kurum…
Yani, müzakere sürecinde kendi seçmenlerine
“bakın nasıl da dik duruyoruz” demek zorunda olan
bir kurum…
Başbakan’ın bir numaralı danışmanına düşen bunu
anlamak, anlayışla karşılamaktır…
Bunu yaparken de el altından müzakerelere karşı çıkan
gurupların en etkin olanlarının BDP’lileri
eleştirmelerine imkân vermektir…
Hâsılı…
Akdoğan bu kadar büyük başarısının arasında keşke
zaman zaman “yazar” olduğunu unutsa…
O zaman kendisi de daha yararlı olduğunu görecektir…