Yalçın Akdoğan ne yazdığının farkında mı?

Yalçın Akdoğan ne yazdığının farkında mı?

Başbakanın başdanışmanı, Yeni Şafak ve Star köşe yazarı Yalçın Akdoğan’ın Salı günkü yazısından bahsediyorum.

Yalçın Akdoğan’ın politik görevi yazılarını ister istemez önemli hale getiriyor.

Bu nedenle Salı günü yayınlanan yazısıyla alakalı bir çift sözüm var.

Yalçın Akdoğan yazısında son dönemde özellikle Milliyet ve Hasan Cemal üzerinden yürütülen “iktidarın medyaya baskısı” tartışmalarına cevap vermiş.

Akdoğan mealen: Bir baskısının olmadığını, başbakanın içinden geçenleri yüksek sesle söylemesi üzerine medya patronlarının durumdan vazife çıkardığını, yapılan iktidar düşmanlığının ve manipülasyonun gazetecilik olmayacağını söylüyor.

Daha birçok şey söylüyor. Merak edenler Akdoğan’ın Salı günü Star’da yayınlanan yazısına bakabilirler.

Bazı köşe yazılarını okuyunca ciddi bir şaşkınlık yaşarım. Bu yazı da onlardan birisi.

Ne olup bittiğini bildiği halde böyle bir savunma mekanizması geliştirmek tuhaf bir durum.

Neyse, lafı uzatmadan Yalçın Akdoğan’ın yazısında ileri sürdüğü görüşlere dair birkaç cümle edeyim.

Medyanın gerçek bir medya olmadığı aşikar. Bunu yıllardır söyleyip duruyoruz. İdeolojik tarafgirlikler, siyasi iktidarlara karşı muarız tutumlar, entelektüel sefalet, kamusal sorumluluktan uzak yayınlar, çıkara dayalı ilişkiler..

Bütün bunlar Türk medyasının gerçeği.

Fakat durum tam olarak böyle olsa bile bu tablo iktidara insanları kanunla, cezayla, güçle terbiye etme hakkı verir mi?

Yalçın Akdoğan’ın bu terbiye yöntemlerinden haberinin olmaması düşünülemez.

Hangi medya patronunun hangi sözlerle uyarıldığını, bu medya patronlarının devletle olan hangi işlerinin geciktirildiğini, hangi danışmanın hangi yazar için kimi aradığını.. Bütün bunların hepsini ben biliyorum, Yalçın Akdoğan’ın bilmemesi mümkün mü?

Kaldı ki iktidarın kendisine hakaret edenlerin, ‘muarızlık yapanların’ yanında sağlam eleştiri getirenlere de tahammül gösteremediği ortada.

Mesela siz Hasan Cemal’den iktidara dönük tek bir gün hakaret veyahut ‘muarızlık’ gördünüz mü?

Buna rağmen Hasan Cemal’in hangi cümlesi için Yıldırım Demirören arandı? İnsanların bunu bilmediğini mi sanıyorlar?

Kimin aradığını Yalçın Akdoğan bilmiyor mu? Bildiği halde bu tür savunmalar yapmak gerçekten büyük bir meziyet(!)

Diğer taraftan “Başbakan Erdoğan içinden geleni olanca hiddetiyle söylediğinde” insanlar onun arkasındaki vergi, yargı ve emniyet gücüne bakarak hizaya geliyorlar.

Kaldı ki başbakanın "içinden geçeni söylediği" orada kalsa iyi. Başbakan adına sağda solda insanları terbiye etmeye kalkanların varlığı ortadayken, başbakanın bu üslubunu “doğal” ve “sahicilik belirtisi” olarak topluma lanse etmenin bir izahı var mı?

Yalçın Akdoğan'ın kendisinin de söylediği gibi medya AK Parti’nin ne iktidarını engelleyebildi, ne de yıpratacak gücü var.

Peki hal böyleyken medyadan bu kadar korkmak, eleştirilere bu kadar öfkeli cevaplar vermek niye?

Eskiden asker ‘vatana ihanet ediyor’ diyerek siyasileri darbeyle terbiye ederdi.

‘Yanlış yapan’ iktidarları darbeyle terbiye etmeyi savunmakla ‘yanlış yapan’ medyayı iktidar gücüyle terbiye etmeyi savunmanın arasındaki farkı biri bana anlatabilir mi?

Biz de Başbakan Erdoğan’ın yaptığı bazı şeylerin ‘siyaset’ olmadığını düşünüyoruz. Biz de içimizden gelenleri yüksek sesle söylemek istiyoruz. Bu niçin sorun?  Böyle bir hak yalnızca başbakana mı ait?

Yaptığı her işe, davranışa, söze “siyaset” diye haklılık kazandırmaya çalışanlar ile yaptığı muarızlığın gazetecilik olduğuna bizi inandırmaya çalışanlar arasından ne fark var? Sonuçta ikisinin de müşterisi halk. Halkın meseleleri görüp ona göre tutum belirlemesini beklemekten başka ne yapabiliriz ki?

Halk yalan yazan, muarızlık yapan, çıkar ilişkisine giren gazeteleri okumaz, TV’leri izlemez. Bu yetmiyor mu? Niçin bu terbiye işini halka bırakmıyoruz?

Bu halk Tayyip beydeki ‘dürüstlüğün’  farkına varabiliyor da, medyadaki ‘sahtekarlığın’, ‘yalan’ın farkına varamıyor mu?

Kaldı ki gazetelerin okunma, TV’lerin izlenme oranına bakın, bu dersi verdiğini de görürsünüz.

Yalçın Akdoğan oluşan bu tabloya ve özgürlükten ve demokratlıktan uzak tutuma medyanın ‘defolarını’  gerekçe yapacağına iktidara yakın yayın organlarının durumuna da bir baksın derim.

AK Parti’ye politik destek veren gazeteler esaslı  bir gazetecilik yaptılar da halk onları tercih etmedi mi?

Ortaya yüzümüzü ağartan TV kanalları koydular da halktan gerekli ilgiyi mi göremediler?

Başbakana destek veren gazetelerin toplamının bir Habertürk kadar satamamasını neyle açıklayacağız?

AK Parti’ye destek veren haber kanallarının toplamı bir NTV’nin yarısı kadar izlenmiyorsa bu şikâyetler havada kalmaz mı?

Şikâyet ettikleri gazetecilerle, el üstünde tuttukları gazetecileri yan yana koyduğunuzda resimdeki acıklı durumu görmemek elde değil.

Gözden çıkarılan Hasan Cemal, Nuray Mert, Ali Akel gibiler. Rağbet edilen ve göklere çıkarılan ise Yiğit Bulut gibiler. Fotoğraf buyken, olup biteni ‘sahicilik’ ve ‘içinden geldiği gibi konuşmaya’ bağlamak  biraz tuhaf kaçmıyor mu?

Başbakanın sahiciliği “Tayyip Erdoğan benim atamdır” diyen Yiğit Bulut gibi profilleri mi doğuruyor?

“Eskiden medya siyasetin işine karışıyordu, şimdi de siyaset medyanın işine karışıyor, onları terbiye ediyor.” Böyle savunuyorlar yapılanları.

Peki bu kan davasını bitirmek, her iki kuruma da gerçek işlevini kazandırmak kimin görevi?

Biz toplum olarak ilelebet bu iki kurumun çıkar savaşını mı izleyeceğiz?

İnsanların kaç çocuk yapacağıyla ilgilenenler, gelecekteki Türkiye’nin medyasını niçin dert etmiyorlar?

Niçin iş tuttukları, itibar atfettikleri, değer verdikleri gazetecilerde de gerçek gazetecilik kalitesi aramıyorlar?

Buna cevap verin de bugünün gazeteciliğinden yakınma hakkınızı o zaman konuşalım..  twitter.com/acikcenk

Bu yazıya Facebook'ta yorum yapmak için tıklayın