Abraham Lincoln ABD'nin tarihini değiştiren başkanlardan biri kabul ediliyor.
1861 yılında girdiği seçimlerde başkan seçiliyor.
Fakir bir ailenin çocuğu. Fakirlik yüzünden esaslı bir eğitim almamış olmasına rağmen okumaya olan düşkünlüğüyle yüksek bir entelektüel düzeye ulaşıyor.
ABD demokrasisinin kökleşmesinde en büyük pay hiç kuşkusuz Abraham Lincoln’e ait.
Bu aralar Lincoln’ün başkanlık serüvenini anlatan bir film vizyonda. Sıkı bir film.
Sosyal medyada bu film üzerinden sürdürülen bir geyik muhabbeti var. "Tayyip Erdoğan’ın da Lincoln gibi bir filmi çevrilsin" diyenlerle bunu komik bulanlar arasında süren bir muhabbet…
Yönetmenliğini Steven Spielberg’in yaptığı filmi biraz da bu gözle izledim. İzlenimlerimi sizinle paylaşmak istiyorum.
Film Lincoln’ün başkanlık serüveninin son yıllarını -zaten toplam 4 yıllık bir süre- köleliği kaldıran ve özellikle de siyahlara kanunlar önünde eşitlik getiren anayasa değişiklik sürecini konu ediniyor.
İç savaşın olanca vahşiliğiyle yaşandığı bir ortamda barış çabaları, köleliğin kaldırılması ve bu süreçte yapılmak istenenlere ‘vatan hainliği’ olarak bakılması açısından bizdeki ‘barış’ sürecine de katkı sağlayacak türden bir film.
Lincoln halkın çok sevdiği bir başkan.
Siyahların ülkede hiçbir hakkı yok. Kölelik hala meşru. Kanlı bir iç savaş yaşanıyor. İnsanlar bu iç savaşta gencecik çocuklarının ölmesi ile toplumun bir kesimine bazı hakların verilmesinin arasında sıkışmış kalmış.
"Kan dursun da…" ile başlayan cümleler bütün toplumun ve siyasetin gündemine yerleşmiş.
Sakin, babacan, zeki Abraham Lincoln tablonun bütün ıstırabını ruhunun derinliklerinde hissediyor.
Daha önce kaybettiği oğlu yüzünden derin bir acı yaşamış. Savaşın ortasında eğitimden dönen oğlunu askere gönderme konusunda önce ciddi tereddüt ediyor.
Sonunda hanımının olanca itirazına rağmen “O cephede bizim oğlumuzdan daha küçük yaşta çocuklar da ölüyor” diyerek oğlunu askere gönderiyor.
Hanımının “Oğlum askerde ölürse sana da kendime de dünyayı zehir ederim, bu nedenle ne yap et bu anayasayı değiştir” tehdidi üzerine, meseleye daha bir azimle asılıyor.
Bir anlamda kendi oğlunu kurtarmayı bu anayasa değişikliğine bağlamış oluyor.
ABD ekonomisinde çiftçiliğin, bundan dolayı da köleliğin önemli yer tutmasına rağmen köleliği kaldıracak, zencilere anayasa ve kanunlar karşısında eşitlik getirecek anayasa değişikliği çalışmasını başlatıyor. Kendi partisinden senatörlerin neredeyse tamamının oyunu alacak ama bu sayı yeterli değil.
En az 20 senatörün daha oyuna ihtiyacı var. Anayasayı değiştirmek, köleliğe son vermek ve akan kanı durdurmak için ‘gayri ahlaki’ görünen yöntemlere bile başvuruyor.
Eksik 20 oyu tamamlamak için verilebilecek her türlü rüşveti veriyor.
Son dönemi olan bazı senatörlerin kimisine posta müdürlüğü, kimisine vergi dairesi müdürlüğü teklifinde bulunarak karşı partiden senatörlerin anayasa değişikliğine ‘evet’ oyu vermelerini sağlıyor.
Çalışma arkadaşlarının “Bu rüşvetleri toplum önünde inkar et" baskısına rağmen bu yönde bir açıklama yapmaktan imtina ediyor.
ABD'nin demokrasi tarihinde dönüm noktası sayılan anayasa değişikliği küçük bir farkla kabul ediliyor.
Bu kabulün ardından Lincoln şu cümleyle savaşı bitiriyor: "Ceza değil özgürlük. Barışı sağladıktan sonra yapacağımız tek iş hainleri asmak olmamalı. Karşı cephede savaşan herkesi serbest bırakın, işlerinin çocuklarının başına dönsünler. Komutanları ise bu ülkeyi terk ederlerse bundan ancak mutluluk duyarız."
Anayasa değişikliğinin ardından kutsal topraklara –Kudüs’e- seyahate çıkma planları yaparken başkanlığının dördüncü yılında, 1865’de silahlı saldırı sonucunda öldürülüyor.
Yazımın başlığından Türkiye’den bir Lincoln çıkar mı sorusunu sordum. Çünkü Türkiye’yi yönetenlerden, Türkiye’nin sorunlarına, acılarına, dertlerine kendi çocuklarını da ortak eden siyasetçilere hiç rastlamadık.
Siyaseti daha fazla oy almak için değil, aldıkları oyu ülkenin sorunlarının çözümüne harcayarak yapan liderlerimiz hiç olmadı.
Bir sonraki seçimi, siyasi kariyerini hesap etmeden sorunlara yaklaşan liderler bu topraklarda ne yazık ki çıkmadı.
Siyasi manevraları, hesapları, hatta ‘gayri ahlaki’ tutumları daha çok oy almak için değil, ülke için yapan siyasilerimiz hiç olmadı.
Kısacası özgürlüğü, insan haklarını, barışı, toplumsal bütünlüğü bu derecede esas alan bir lideri bu ülke ne yazık ki görmedi.
Bu filmde de bir kere daha gördüm ki siyaset daha fazla oy alma kurnazlığı ile değil sorunları çözmek niyetiyle yapıldığında kalıcı sonuçlar veriyor.
4 yıl, yaptıklarıyla ülkesinin kaderini değiştiren bir liderin filminin yapılması için yeterli bir süre.
Bana sorarsanız Abraham Lincoln ile Tayyip Erdoğan arasındaki benzerlikler, ikisinin de halkın arasından gelmeleri ve toplum tarafından çok sevilmelerinden ibaret.
Bu iki benzerlikten bir film çıkarsa, bize de izlemek düşer. twitter.com/acikcenk
Bu yazıya Facebook'ta yorum yapmak için tıklayın