Türkiye’de, özellikle medyada eskiden beri ülkenin eninde sonunda başka bir ülkeye benzeyeceği tartışması yapılırdı.
Kemalist-ulusalcı çevreler toplumun dikkatini dini gelişmelere çekmek için “Türkiye bu gidişle İran olacak” diyerek bir korku havası oluşturmaya çalışırlardı.
AK Parti ile beraber muhafazakarların AB çizgisindeki siyaseti sayesinde İran olma endişesi yerini Malezya olma endişesine bırakmıştı.
Bir ara bazı çevrelerde de Türkiye’nin "küçük Amerika" olacağına dair endişeler vardı.
Bu tartışmalar küresel sistemin bize “siz bırakın İran veyahut küçük ABD olmayı en iyisi ikisinin arasında köprü olun” demesinden sonra kesildi.
Son zamanlarda medyadaki arkadaşların bir kısmı korkudan, bir kısmı ise bıkkınlıktan olacak Türkiye’yi bir ülkeye benzetme sevdasından vazgeçtiler.
En son Afyon’daki facia nedeniyle su işleri bakanı Veysel Eroğlu Türkiye için Pakistan ve Hindistan klasmanını işaret etti ama pek ilgi görmedi.
Bu tartışmalar eskisi kadar revaçta değil.
Gel gör ki son zamanlarda “Türkiye Suudi Arabistan olur mu" endişesini zihnimden bir türlü atamıyorum.
"Bu da nereden çıktı?" demeden, dikkatinizi çekmeye çalıştığım fotoğrafa iyi bakın.
Son zamanlarda Türkiye’nin bürokratik kadrolarında, karar mercilerinde, sözü dinlenen güç merkezlerinde, medyasında ‘formel bir dindarlığın’ giderek belirginlik kazandığı aşikar.
Daha çok cami yapıyoruz, daha çok imam hatip açabiliyoruz, daha çok dindar vali, dindar bürokrat, dindar siyasetçi var. Hatta oruç tutan komutanları görüyoruz.
Medyamızda daha çok ‘İslamcı’ var.
Kuran-ı Kerim ve Peygamber efendimizin hayatının işlendiği Siyer dersleri artık müfredatta.
Kürtajın yasaklanıp yasaklanmayacağını, dizilerdeki açık-saçık sahneleri, kız çocuklarının etek boylarının ‘dine uygunluğunu’ bile tartışıyoruz.
Devleti yönetenlerin ne yaptığından, ne dediğinden, ne evsafta insanlar olduğundan daha çok dindar olmalarını önemsiyor ve sözlerini, eylemlerini değil ‘formel bir dindarlığı’ kriter olarak alıyoruz.
Sığ, işe yaramaz, karşılığı olmayan; bir ahlak, bir kimlik, bir kültür, bir medeniyet bilinci vermeyen bir dindarlık.
Kendi günahının, kendi çapsızlığının, kendi defosunun suçunu ‘ilahi adalet’e atarak buraya verdiği zararın farkında olmayan bir dindarlık.
Diriliği, canlılığı, itirazı, reddetmeyi, boyun eğmemeyi, Allah’tan başka kimseye ‘güç’ atfetmemeyi öğütleyen dindarlık gitti, yerine tam da Suudi Arabistan’daki gibi ne halkına, ne devletine, ne komşularına, ne toplumsal kaliteye, ne de millet bilincine zerre kadar etki etmeyen bir dindarlık geldi.
Hakkın, adaletin, dürüstlüğün, yüksek ahlakın, yüksek kültürün, şahsiyetin peşinden koşan değil, ‘dindarlığın’ peşinden koşan bir millet haline geldik.
Yani nereden bakarsanız bakın bu ‘formel dindarlık’ giderek hem siyasetin diline, hem de toplumsal değişimlere daha fazla etki ediyor.
Diyeceğim o dur ki şeriat ile yönetilen Suudi Arabistan benzeri bir dindarlık her geçen gün devlete, oradan da topluma rengini veriyor.
Fakat Türkiye içeride ‘dindarlaştıkça’, dışarıda yani dış politika tutumunda giderek daha fazla Amerikanlaşıyor.
ABD’ye paralel politikalar daha itirazsız, daha tartışmasız kabul görüyor ve daha istekli yürütülüyor.
Aynen Suudi Arabistan gibi, olanca dindarlığımıza rağmen Libya, Suriye ve Bahreyn meselesinde hiç çekinmeden küresel güç odakları ile aynı safa geliyoruz. İran ile ilişkilerimiz daha kötüleşiyor. İslamcılarımız ABD ve İsrail ile benzer refleksleri göstermekten imtina etmiyor. ‘Dindar’ dışişleri bakanımız ABD’nin dışişleri bakanı ile ‘sıcak pozlar’ vermeyi itibar kabul ediyor.
Yargımız yıllardır görülmediği kadar ‘kahrolsun İsrail’ diye slogan atan gençlerimize anında dava açıyor.
Aynen Suudi Arabistan’daki gibi CIA, MOSSAD ajanları Türkiye’nin her karış toprağında cirit atarken, İran ajanlarına göz açtırmıyoruz.
Görüntüdeki dindarlığın artması ile orantılı bir şekilde ABD ve İsrail’in bölgeye dönük politikalarına olan öfkemiz de azalıyor.
Suudi Arabistan bu bölgede ABD’nin belki de en çok güvendiği devlet olma özelliğini sanırım halkını rahatça kandırabildiği, uyutabildiği bu türlü "dindarlığına" borçlu.
Yıllarca Türkiye’nin ‘Küçük Amerika’ olacağını ileri sürüp buradan politikalar belirleyenler ile Türkiye’nin İran olacağını ileri sürüp buradan politika belirleyenler sonuçta orta noktada, yani bir Suudi Arabistan olma konusunda anlaşacaklar.
İki kesimin de isteği gerçekleşmiş olacak, iki kesim de mutluluktan uçacak.
Çünkü Hem ‘din’ var, hem de dünya sistemine itaat.
Peki Türkiye ne zaman kendisi olmayı başaracak?
Türkiye’nin kendisi olmasını engelleyenlerin dindarlıkla ne işi olabilir ki? twitter.com/acikcenk
Bu yazıya Facebook'ta yorum yapmak için tıklayın