Tanrı kimseye Nazlı Ilıcak hırsı vermesin...

Tanrı kimseye Nazlı Ilıcak hırsı vermesin...

Hep şuna inanırım: Zıvanadan çıkan hırs insanı rezil eder.


Sanırım Nazlı Ilıcak’ı ayakta ve hayatta tutan tek şey, hırsı. Ne zaman kendisine baksam bir hırs küpü görüyorum.


Hırs onun dinamosu gibi bir şey. Hırsı bittiğinde geriye bir şeyi kalmayacak sanki. Belki de sadece bu nedenle, evine çekilip torun sevmiyor. Sosyete derneklerinde anılarını anlatan konuşmalar düzenlemiyor.


Ben Sabah’ta, kendisi Takvim’de yazarken, hem bana söylemiş, hem de Fatih Altaylı’nın başının etini yemişti, “Neden o Sabah’ta yazıyor da, ben Takvim’de yazıyorum?” diye. Aslında haklıydı, benim onunki gibi güçlü bir soyadım ve ilişkilerim yoktu.


Sonrasında. Muradına ermiş, ben Sabah’tan gitmiş, o Sabah’taki köşesine yerleşmişti. Fatih’in yerine İstanbul’u fethetse o kadar mutlu olmazdı sanki.


Şimdi de, pazarları Kanal D’de program yapıyor. Ünlülerin evlerini geziyor. Kimse de, “Sen dedikodu için ünlü evi gezecek kadın mısın, onlar senin evine gelsin” demiyor. Demezler. Büyük olasılık, patron siparişi bir program.


Saba Tümer’in evine konuk olmuş bu kez. Saba Hanımın, biz Güzide Kasacı kahkahasıyla yetişmişlere bir şey ifade etmeyen gülüşünü taklit etmeye kalkmış. (Sakın Saba Tümer’i eleştiriyorum sanılmasın, çok iyi bir programcı).


O, Saba gibi gülmeye çalışırken, önce korku filminden geçer gibi oldum. Sonra içim acıdı.


Nazlı Ilıcak’ı hırsın pençesinden kurtaracak kimse yok mu?


Biri “Evine git, lüksün keyfini çıkar, torun gezdir” demeli. “Artık huzur bul. Sakin ol. Hep rol kapmak telaşını bırak, biraz seyirci olmak iyidir” demeli biri. “Sen olmasan da döner medyanın dolabı.”


Dozunda hırs başarı getirir ama fazlası da insanı soytarı eder. Herkes bilir.


BAŞBAKAN İÇİN TEHLİKE SİNYALİ

Başbakan Erdoğan’ın Almanya konuşmasını izlerken düşüncelerim şu cümleyi yazıyordu: Başbakan klişe tuzağına düşmüş durumda.


Erdoğan’ın konuşmalarında kendisini yükselten üç şey vardır:


Birincisi, yoğun özgüven pompalaması. Bunu öyle yüksek dozdan yapar ki, milli gelirden zerre pay almayan gurbetçi bile, milli gelir artışından söz ettiğinde gözyaşlarını tutamaz.


İkincisi, meydan okuyucu tavrıdır. “Kimse Türkiye’ye parmak sallayamaz” dediğinde on yıllardır Türkiye’ye gelmemiş gurbetçinin bile göğsü ağzına kadar kabarır.


Üçüncüsü, ezberleri bozmayı adet edinmişti(r). Siyasi varlığı klişeleri kırmasıyla güçlenmiştir.


Son zamanlarda ezber bozma, klişe kırma tarih oldu. Tam tersine, nerden baksan klişe. Nerden tutsan klişe:


-“Başörtülü kızlarımızı üniversitelere sokmadılar.”


-“Bize sizden yönetici olmaz dediler.”


-“Darbelerle tehdit ettiler.”


“Adnan Menderes’e yapılanları bu millet unutmadı.”


Daha çok var. Şimdilerde bunlara yenilerini ekledi:


“Türkiye üzerine senaryolarını Gezi’de uygulamaya koydular.” Vs.


O klişeleri savurdukça dinleyicilere bakıyorum, evet tepki veriyorlar ama eski heyecanda değiller.


Konuşmaları tek düze ve sıkıcı olmaya başladı. Kimse “şimdi ne diyecek” meraklanmıyor.


Klişe Başbakanı rutine düşürüyor. Yeni zamanlarda “rutin öldürücüdür.”


Dahası 18 kanaldan canlı yayınlayarak klişeyi, klişeyle 18 kez çarpıyorlar.


Böylece, klişeye saplanmış sözleri muhalefetin yapamadığını yapıyor. Zarar veriyor.


Oysa Başbakanın yeni şeyler söylemesi, klişeleri yeniden kırması gerek.. Tıpkı Uğur Kurt’un ailesini aradığı gibi. Ülkenin ayrışmasına dönük özeleştiri yapsa mesela. Mesela “şiddete başvurmayan protesto haktır” dese.


Bir diktatörden beklenenlerin tam da tersini yapsa. Bu kez kendi yükselttiği duvarların yıkıcısı olsa.


Başbakan klişeleri sıralarken, sanırım danışmanları mışıl mışıl uyuyor.


Kimse bana “Nasıl olur da Başbakanımız âlimizi eleştirirsin?” diyemez. Eleştiri benim işimdir, bu bir.


Eleştiriyi solcular için yaptığımda “Bizi eleştiriyor, kulağımızı kapayalım”, sağcılar için yaptığımda “Bizi eleştiriyor, bir dinleyelim” derler, tuhaf ama bu da iki.


Haddimin bildirileceğini düşünüp avuç ovuşturanlar, boşuna heveslenmesin yani.


AVEA DOĞRU SÖYLÜYORSA, TURKCELL’İN İŞİ ZOR

Vahap Munyar’ın köşesinde okudum. Avea CEO’su şöyle diyor: “Aboneler bu tür mesajları (toplu mesajlar) istemediklerini beyan ettikleri anda, söz konusu SMS’lerin gönderilmesi biter. Çünkü abone istemiyorsa mesaj göndermek yasaktır.”


Benim GSM şirketim Turkcell. Seçim zamanında önüne gelen adayın attığı toplu mesajlarla huzurumu tükettiği gibi, şimdi de abuk sabuk pazarlama mesajlarıyla sinirlerimi laçka ediyor.


Defalarca toplu mesaj istemediğimi belirttim. Müşteri temsilcilerinin “Teknoloji engellemeye yetmiyor” saçmalıkları inandırıcı değil.


Sahip olduğun teknolojiyle övünüyorsan, abonenin hayatını karabasana çevirmemeyi de becerebilirsin.


Toplu mesajlarla beni taciz eden GSM şirketimi dava etmek için iyi bir avukat arıyorum. Bu işkencenin de bir tazminatı olmalı, değil mi?


AKLIN YOLU

Geçenlerde. Aziz Yıldırım tarafından kendilerine hakaret edilen GençFenerbahçe grubu da dahil kimseden ses çıkmadığını yazmıştım.


GençFenerlilerin başkanı dava açmış. İyi de, ne diye sadece o dava açıyor? Onun adını anmadı ki Yıldırım. Tek tek tüm hakaret yiyenlerin dava açması gerekmez mi?


AKLIMDA KALAN

“Pes artık” dedirten bir açıklama: TÜRKONFED Başkanı Süleyman Onatça, Rekabet Kongresi’nde konuşmuş. Bu tür koltuklar ağzından çıkan lafı bilen bilmeyen herkesin fırsatını bulunca konuşması için var. Onatça aynen şöyle söylüyor: “Türkiye’de son yıllarda yaşanan iş kazaları ile bu kazalar sonucu gerçekleşen ölümlerin ve yaralıların sayısı kabul edilemeyecek bir düzeye ulaşmıştır.” Eminim salonda hiç kimse de çıkıp “Sizce kabul edilebilir düzey kaç ölüden başlar?” diye sormamıştır. Kaç ölü ya da yaralı iş kazalarında kabul edilebilir sayıdır? Üç? Beş? Bir ölünün bile kabul edilemeyecek olması fikrinden ışık yılı kadar uzak bu beyefendi, bir de, “hedef, ülkemizi güvenli çalışma ortamına sahip ülkeler arasına çıkarmak”tan söz etmiş. İşverende bu kafa oldukça, ülke bundan daha geriye gitmezse iyi.