Program fantazyalar üzerine inşa edilmiş. Röntgenleme dürtüsünden yola çıkmış.
Issız bir ada. İdeal bir doğa görüntüsü. Deniz. Kum. Güneş. Müthiş güzel kadın bedenleri ve kaslı erkek cüsseleri.
Anahtar deliğinin önünde bu görüntüler. Ve karakter teşhirleri. Açlıkta, zorlukta açığa çıkan kişiliğin gizli köşeleri. Yabanıl yanlarımızın karikatürize simülasyonu bir tür.
Yarışma olayı sadece bahaneye konu. Beden ve kişilik görünürlüğünün sahnesi. Buraya kadar sorun yok.
Sorun, tüm bu gerçeklikler yokmuş da, kıyasıya bir yarışma varmış gibi davranılması.
Survivor’un yeni serisinin hazırlandığı haberlerini okuyunca, merak ettim, baktım.
Acaba dedim, yeni yarışmacılar arasında ekranlara asılı yaşayan türbanlı isimlerden de var mı?
Mesela Elif Çakır. Genç ve güçlü görünüyor. Doğayla baş edebilir.
Mesela Nihal Bengisu Karaca. Tuttuğunu koparır birine benziyor.
Mesela Sibel Üresin. Reytingleri patlatmaz mı?
Üstelik ağızları iyi laf yapıyor. Yarışırlarsa kazanırlar da.
Sorum Acun Ilıcalı’ya: Survivor’da neden türbanlı bir ünlü yok? Hem muhafazakar kesimle iyi geçinip hem de yarıştırılan kadınların/erkeklerin bedenleri üzerinden reying almanın tezatını gizlemek nasıl başarılır?
Bence Acun Ilıcalı ayrımcılık yapıyor. Şimdi uzun uzun bu ayrımcılığın sosyo-psikolojik kanıtlarına girip de okuru sıkmaya gerek yok. Anlayan anladı zaten.
BAYRAK KRİZİ DEYİP DE GEÇME!
Konu çok tehlikeli. Sonuçları da bir o kadar ağır olabilir.
Bayrak indirdiler, indirmediler. Çocuk indirdi, büyük yaptı. Çözüm süreci zarar görür, görmez. İkilemlerinden öte.
"Bir bayrak hiçbir koşulda indirilemez” dersen, ölüm çığırtkanı olursun. “İndirilsin canım ne var” dersen, Türk ordusunu anlamsızlaştırmış olursun.
TSK’nın görevi ülke sınırlarını korumak. Bayrak da bir ülkenin sınırlarıyla birlikte ortak değerlerinin toplamından daha büyük bir göstergedir. Yıllardır Hükümet tarafından TSK’ya yapılan uyarı da budur: Siyasetten elini çek, kendi işini yap.
Uyarı haklı. Haklı da, uyarı süreci öyle bir travma yarattı ki Türk ordusunda, ne görevinin içinde, ne değil kafası karıştı.
Başbakan istediği kadar, “Oraya gelip bayrağı ben mi koruyacağım?” desin. Ordu üzerine kurulan “kumpas”lar, ordunun yapısal ve ruhsal dengesini bozdu.
Bu Başbakanın istediği bir şey miydi? Bence değildi, ama son yıllarda yaşananlara gerekli itirazı ve tavrı koymaması bugün Başbakanı zora sokan sonucu doğurdu.
Tam da cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde, halkın en hassas yerine dokunuldu.
Tam da milliyetçilik dalgasının güçlenme göstergeleri varken bayrağın inmesi en çok Erdoğan’ı zora soktu.
Nihayetinde iki sonuç doğabilir:
Birincisi ordu içinde istifalar ya da görevden almalar olabilir.
İkincisi, Başbakanın danışman ekibi bayrak krizinin etkilerini sıfırlayacak milliyetçi bir senaryo için kafa yorabilir.
Bayrak krizi deyip de geçmemek gerekir, zamanlaması Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığına mâl olabilecek kadar önemlidir.
AKLIMDA KALAN
Katil profesör üzerine düşünceler: Soruyorlar, “Sen de öğretim üyesisin, cinayet işleyen profesör hakkında hiç yazmadın, neden?” Yanıtı basit. Cinayet cinayettir, katilin mesleğinin ne önemi var? Öğretim üyeleri arasında yapılan espri ise şöyle: “Hiç değilse akademik hiyerarşiye uygun işlenmiş cinayet, ya doçent profesörü öldürseydi?” Espri bir yana, olay vahim bir durumun görünür halidir. Üniversite adını, evrensellikten alır. Evren bilimle uğraşanların önünde uzanır. Oysa. Bilimle uğraşanın kişisel dünyası çalışma ortamından ibarettir. Küçücüktür. Orada çalışan sekreter, kadınlar alemini temsil eder. Çalışma arkadaşları dünyanın geri kalanı sayılır. Öğrencileriyle evlilik o nedenle fazladır. Çoğu için dünya, o minik fakülte binası ve arabasıyla odası arasındaki kampüs yolundan oluşur. Bu küçük dünyaya hapsolmak, mesleki çekişmelerin, rekabetin de keskin ve acımasız olmasına neden olur. Dahası. Dış dünyayla ilişkisi olanlara, sektörle diyaloğu olanlara iyi gözle bakılmaz. Mesela. Aşk Yüzyılı Bitti kitabımla ilgili meslektaşlarımın bazılarından aldığım eleştiri neydi biliyor musunuz? Kitabın billboard’larda duyurulması. Sadece billboardlarda olduğu için, üniversite dışına duyurusu yapıldığı için okumadıkları ve hatta hiç görmedikleri kitap hakkında eleştiri yaptılar!