Süper gazeteciler şimdi kimi kurtarıyor?

Süper gazeteciler şimdi kimi kurtarıyor?

Gazetelere göz atıyorum köşe yazılarının büyük bir kısmı BDP veyahut Kürt meselesine ayrılmış.

Tuhaf bir şekilde hepsinde de dikkat çekecek boyutta müspet bir dil hakim.

Bazı yazar-çizer, gazeteci, aydın kesiminde bu tutum ilginç bir alışkanlık halini aldı.

Türkiye’nin problemlerindeki ‘mağdur’ kesimin abiliğine soyunmak.

Hayır bu arkadaşların çözüm için verdikleri çabadan rahatsızlık falan duymuyorum.

Beni rahatsız eden, medyada bazılarının devletle sorunu olan kesimin kanaat önderliğine soyunup onlara yol gösterici, cesaret verici bir misyon üslenmeleri.

Bir aydın için bundan daha normal ne var diyebilirsiniz. Elbette ki yok. Ama bu arkadaşlar bu tür misyonları, görevleri, genelde sorunun baş gösterdiği günlerde üstlenmiyorlar. Ya?

Ne zamanki mezkur mesele çözülmeye yüz tutuyor; o problemle alakalı yasaklar ortadan kaldırılıyor, devletin tavrında yumuşama meydana geliyor. İşte tam bu aşamada bir bakıyorsunuz aydın gazeteci takım daha ileri bir tutumla koronun en ön sırasında yerini almış.

Sizce de rahatsız edici bir tablo yok mu ortada?      

Mesela bazı gazeteci arkadaşların gerek BDP’ye gerekse Abdullah Öcalan’a hatta PKK’ya gösterdikleri müspet tutuma bakınca şu soruyu sormaktan geri duramıyor insan:

“Arkadaşlar bu sorun yılların sorunu. BDP yeni değil farklı adlar altında yıllardır var. Abdullah Öcalan yeni değil. Hatta PKK hiç yeni değil. Niçin bugün bu oluşumlara, onların argümanlarına gösterdiğiniz bu yakınlığı, bu muhabbeti, bu cesaretli tutumu, bu yüksek sorumluluk anlayışını yıllardan beri bu kesimden bu ülkeden esirgediniz?”

Niçin sorunun en düğüm olduğu, en çetin olduğu dönemlerde bu kesime benzer bir yakınlık göstermiyordunuz?

Abdullah Öcalan’a verdiğiniz ‘Bebek katili’ ismini ne oldu ki bugün geri aldınız?

Ne derseniz deyin bu meselede son yıllarda belirgin bir iyileşme var. Sorunun mağdurları açısından gözle görülür bir rahatlama mevcut. Devlet hatasını kabul etmiş. Etmekle kalmamış tamir için adımlar atıyor. Yani çok şükür ciddi anlamda iyileşme var. Üstelik bu iyileşmeye Leyla Zana bile geçtiğimiz günlerde “Çok yol kat edildi” diyerek dikkat çekti.

Peki bu kadar iyileşme olduktan sonra, tabu olan birçok konu normale döndükten sonra Kürtler gazetecilerin abiliğine niçin ihtiyaç duysun ki?

Aydın dediğimiz kişilerin, olaylara gösterdikleri yaklaşımda devletten, toplumdan bir adım ileride olması gerekmez mi?

Eğer TBMM’de Kürtçe konuşmak sorun değildi ise peki yaklaşık 20 yıl önce Leyla Zana yaka paça meclisten dışarı çıkarıldığında neredeydiniz?

Niçin o zaman kalkıp “Hayır, bu temel haktır engellenmemeli” demediniz? Niye sesinizi yükseltmediniz?.. Şimdi kalkmış Kürtlerin abiliğine soyunuyorsunuz.

Dahası üstlendiğiniz misyonu da sorunu çözmeye değil, bu sorundan çıkar elde edenlere sözcülük görevi yaparak yerine getiriyorsunuz. Sizce de aydın sorumluluğu açısından utanılacak bir tablo yok mu ortada?

Abdullah Öcalan’ın “Aslında haklı bir dava için silaha sarıldığı” aşamasına sizi getiren sebepler ne?

Bu meseleye bakışınızda kalp gözünüzün açılması için sorunun çözüm yoluna girmiş olması mı gerekiyordu?

Doğrusu ben bu çabalarınızdaki motivasyonun kaynağını fena halde merak edenlerdenim.

Gazeteci aydın kesimine düşen bu meselenin mağdurlarına kanaat önderliği yapmak mı yoksa toplumun tüm kesimlerinin endişelerini giderecek çözümün bulunmasına ön ayak olmak mı?

Ama görünen o ki üstlenilen rol ‘mağdura’ gaz verme olarak görülüyor. Gaz verilince ne oluyor biliyor musunuz? Öfkeli kitle nezdinde yüksek bir itibar elde ediliyor. Bu da size ortalıkta haybeden caka satma fırsatı getiriyor. Peki bu itibar sadece mağdurların nezdinde mi kazanılıyor? Elbette hayır. Batıdaki meslektaşlardan alınan tebrikler de işin promosyonu.

Benzer tabloyu biz 28 Şubat’tan sonra bizim mahallede de gördük.

28 Şubat’ın dindar muhafazakar mağdurlarına kanaat önderliği yapanların o mahalleyi alıp nerelere taşıdığına bir bakın, ne demek istediğimi anlayacaksınız.

Hoş mahallede çok matah bir durumda değildi. Meğer bir yerlere taşınmak için hazır kıta bekliyormuş. Ama bu zayıflıktan tek faydalananlar, ‘kanaat önderleri’ oldu. Hâlâ da faydalanmaya devam ediyorlar.

Hatırlar mısınız Türkiye’de ‘Kürt meselesinin konuşulmadığı dönemlerde bu meselenin konuşulmasında en cesur cümleleri kim sarf ediyordu?

Ya da Barzani’nin hedefte olduğu dönemde Türkiye’den hangi gazeteci Barzani’ye kol kanat geriyordu? İlnur Çevik değil mi?

Ne oldu İlnur Çevik’e? Geçtiğimiz günlerde şöyle bir haber okudum: Kuzey Irak’da aldığı müteahhitlik işlerini tamamlayamadığı için yakın dostu Naçirvan Barzani’ye 8 milyon dolar borç taktı. Bunun üzerine Kuzey Irak’ta İlnur Çevik hakkında tutuklama kararı çıkarıldı.

Yok, konu ettiğim zevatın benzer bir ikbal peşinde koştuğunu iddia etmiyorum. Onlar daha masum bir beklenti içerisindeler.

28 Şubat’ın mağdurları adına bu kanaat önderlerinde sadra şifa bir fayda görmedik. Görmediğimiz gibi arkadaşların kol kanat gerdikleri sorunlar ortada durduğu halde ödediğimiz bedeller de yanımıza kar kaldı.

Tecrübelerimi bugünün ‘yükselen mağdurlarına’ aktarmak istedim.