Geçtiğimiz hafta Şevval Sam’ın Van’da “Bana göre başörtüsü bir tekstil ürünü” türünden bir şeyler söylediği ileri sürüldü.
Daha meselenin ne olduğu anlaşılmadan sosyal medyada “Şevval Sam’a bir taş da sen at” kampanyası başlamıştı bile.
Önüne gelen Şevval Sam’a en tumturaklı cümleleri edip ne kadar da İslamcı, dindar veya özgürlükçü olduğunu gösteriyordu.
İnsanlar linç psikolojisine kendilerini öyle kaptırmışlardı ki Şevval Sam’dan gelen “Ben öyle bir şey demedim” açıklaması bile bu ‘kutsal’ törene katılan ‘yeni tür dindar’larımızın öfkesini dindirmedi.
Ardından 28 Şubat döneminde başörtülü çalışanları arka görevlere çekip ‘sicil düzeltmek’ için Tarkan, Serdar Ortaç, Kenan Doğulu gibi sanatçıları çağırıp konser düzenlemeyi belediye icraatları arasına alan dindar, muhafazakar belediye başkanlarımızın peş peşe Şevval Sam’ın konserlerini iptal etmeye başladıkları haberi geldi.
Kabul etmek gerekir ki yeni tür bir dindar, yeni tür bir dindarlık ve kendisini yeni tür dindarlığa hızlıca adapte eden eski dindarların oluşturduğu tuhaf bir ortam var.
‘Yeni tür dindar’ların meseleleri ele alırken
gösterdikleri tavır, kullandıkları üslup ve söylemlerine sinen kof
kabadayılığın Türkiye’nin geleceğinde ciddi bir etkiye sahip
olacağını düşünüyorum.
28 Şubat sürecinde başörtüsü yasağına karşı argümanlarımızdan biri
de şuydu: Uygar yetişkin bir kadına "Başını ört" veyahut "Başını
aç" demek iktidarın işi değildir. Bu centilmenliğe de insanlığa da
sığmaz.
Şimdi benzer görgüsüzlük başka bir hanımefendiye, Şevval Sam'a
yapılıyor.
Şevval Sam’ın neler söylediğine baktım, ciddi bir hakaret görmedim. Velev vi hakaret etmiş olsun. Velev ki başörtüsüne “tekstil malzemesi” diyerek istiskal etmiş olsun… Verilmesi gereken tepki bu mudur?
Yıllarca “taş atana gül atın” diye verilen öğütlerle büyüyen bir topluluğun kendilerine yapılan en küçük bir eleştiriye bile bu tarzda cevap vermeleri anlaşılır gibi değil.
Önüne gelene Peygamber sabrı, peygamber hoşgörüsü, peygamber bağışlayıcılığı, peygamber tahammülü tavsiye edenlerin Ebu Cehil’inkine benzer bir tahammülsüzlüğe, kabalığa, nobranlığa, adaletsizliğe, bayağılığa bürünmüş olmalarını neyle açıklayacağız?
Nerede öğrendi bu insanlar bu tür dindarlığı?
Baskı dönemlerinde mülayim, hoşgörülü, saygılı gücü ele geçirdiklerinde ise despot, kabadayı kesiliyorlar.
Bunun psikolojik bir açıklaması vardır, değil mi?
İşin garibi bu ‘yeni tür dindarlar’ etraflarında dönen onca rüşvete, onca haksızlığa, onca İslam’a aykırı tutuma, onca yolsuzluğa, onca bayağı ilişkiye ses çıkarmıyorken, semboller üzerinden getirilen eleştir karşısında dibine kadar ‘dindar’ kesilip Müslümanlığı hatırlıyorlar.
Bu dindarlık gösterisi bu ülkede yaşayan her dindarı, her başörtülüyü toplumun bir parçasının gözünde biraz daha itici, biraz daha birarada yaşanamaz insan haline getirdiğini ne zaman görecek bu ‘yeni tür’ güç sarhoşu ‘dindarlar’?
Hem bu tür görgüsüz ve nezaketten yoksun tutumlara ses çıkarmayıp hem de başörtülüler niçin ötekileştiriliyor, niçin kabul görmüyor diye dert yanmanın samimi bir tarafı var mı Allah aşkına?
Dikkat ettim bir tek Habertürk yazarı Nihal Bengisu Karaca bu duruma isyan etti.
Halbuki herkesten önce başörtülülerin Şevval Sam’a yapılanın bayağı ve geneli temsil etmeyen bir tutum olduğunu belirtip tavır almaları gerekiyordu.
Bu içi boş, derinlikten yoksun, kaba dindarlığın ve ‘temel mesaj’la alakası olmadığını ortaya koymalıydılar.
İşin en rahatsız eden tarafı Şevval Sam'a yönelen hiddetin başörtüsünü hakikaten bir tekstil malzemesine indirgemesi.
Dindarlığın başörtüsünde değil, şahsiyette, ahlakta, karakterde kendini göstermesi esas değil midir?
Ali Bulaç’tan ne istiyorlar?
Ali Bulaç’ın Cumartesi günü yazdığı Suriye meselesini irdeleyen yazısı bazı ‘islamcı’ları fena halde rahatsız etti.
Bulaç’ın yazısındaki iddialara cevap verip tutumlarına izah getirmeleri gerekenler, bunun yerine Bulaç’ın kendisini tartışma konusu yaptılar.
Ali Bulaç’ın yazısında çok önemli gördüğüm birkaç alıntı var. Bunlara dikkatinizi çekmek istiyorum.
Mesela “Suriye Ulusal Konseyi'nin önde gelen ismi Burhan Kalyon, Esed'i devirdikten sonra ilk yapacakları işin "İran'ı bölgeden kovup İsrail'le barış anlaşması imzalayacaklarını açıkladı” cümlesi.
Bir diğeri: “Eski Başbakanlardan Ma'ruf Devalibi'nin oğlu Nevfel Devalibi İsrail gazetesi Ma'ariv'e verdiği demeçte 'Yeni Suriye'nin İsrail'le barış müzakerelerini yapacağını' söylüyordu”
Bir diğeri de: “Türkiye'ye gelen Suriye Müslüman Kardeşler Başkanı Riyad El Şakfa: 'Suriye'deki devrimin başarısı bütün bölgede ciddi değişikliklere yol açacaktır. Bu sayede İran, Irak, Suriye üzerindeki Hizbullah ittifakının beli kırılacak ve bölge böyle bir beladan kurtulmuş olacaktır'"
Ali Bulaç bu iktibaslar çerçevesinde bir analizle Suriye meselesinde Türkiye’nin tutumunun yanlışlığına dikkat çekiyor.
Ardında da benim burada 3 ay önce yazı konusu yaptığım İsrail cumhurbaşkanı Şimon Peres’in söylediği “Suriye'deki yönetimin yıkılması Hizbullah için öldürücü bir darbe olacaktır" cümlesindeki irtibata dikkat çekerek yazıyı bitiriyor.
Peki Türkiye’nin Suriye muhalefetine desteğini savunan arkadaşlar bu iddialara cevap vereceklerine niçin hedefe Ali Bulaç’ı koyuyorlar?
Suriye Ulusal Konsey mensubu yukarıdaki cümleyi etti mi, etmedi mi?
Veyahut Suriye Müslüman Kardeşler’in liderleri Riyad El- Şakfa o cümleyi söyledi mi, söylemedi mi?
Asıl mesele bu değil mi?
Söylediyse buna rağmen ne işiniz var bu muhalefetin yanında?
Yok söylemediyse niçin Ali Bulaç’ın yazdıklarının ‘yalan’ olduğunu ortaya koyup durumu netliğe kavuşturmuyorsunuz?
Hem Türkiye’nin, hem de Türkiye’deki ‘İslamcı’ bazı yazar çizer takımının Suriye meselesinde bizim bilmediğimiz bazı şeylere vakıf olduğunu düşünüyorum.
Bizim bilmediğimiz çok ilginç bilgilere sahipler ki, Suriye muhalefetinin yukarıdaki İsrail yanlısı cümleleri onları endişeye sevketmiyor.
Sadece Ali Bulaç’a öfkelenen İslamcıların değil, Ahmet Davutoğlu’nun da benzer gizli bilgilere sahip olduğu kanaati hakim bende.
Yoksa, İran’a ve Hizbullah’a açıktan yapılan bu tehditlere ve İsrail’e verilen teminata rağmen Ahmet Davutoğlu’nun Suriye muhalefetine bu kadar sıcak yaklaşmasının bir izahı var mı? Haksız mıyım?
Eğer böyle düşünmesem, aklıma çok kötü şeyler geliyor.
Çok mu iyi niyetliyim? twitter.com/acikcenk