Dün. Derste. İyi öğrencilerimden biri konuya girmese. Ben de. Hürriyet'in, Ahmet Altan'ı tertemiz yıkaması konusuna hiç girmeyecektim.
Çabuk sindiren medya dünyasına tezat, genç üniversiteliler o kadar kolay hazmedemiyor.
Genç iletişimliler, Altan'gillerin üzerine hiçbir şeyin yapışmamasının nedenini merak ediyorlar. Gençlik. Kafaları muzır işleyebiliyor.
Mutfakla ilgiliyseniz. Bilirsiniz. En çok talep edilen tava çeşidi teflon tipi olanlar.
Nedeni basit. Yapışmıyor. Ne koyarsan koy, evir çevir pişir.
Teflon tipi kişiler de benzer ilgiyi görüyor. Ne yaparlarsa yapsınlar üzerlerine yapışmıyor. Tavayı tutan el kirleniyor, tava tertemiz iş göreceği zamanı bekliyor.
Bazı insanlar bana hep bu teflon tavayı hatırlatır. Altan'giller de onlardan. Neden bilmem.
Mesela. Çetin Altan TBMM'de vekilken, onu hırpalamaya kalkıyorlar. Araya giren kişi ağır yaralanıyor. Bir zamanlar güya Marksist. O dönem. Onun ödediği fatura, Marksistlerin ödediği ağır fatura yanında bir şey değil.
Vatan için ölmek prim yaparken "ölün" diyor, kapitalizmin kaymağına bulanınca "vatanı seveceğinize gidin evinize karınızı sevin" türü ergen psikolojisine yatıyor.
Zannımca Altan'gillerin "sevmek" fiiliyle ciddi bir sorunları var.
Sabah'ın son dönem gazeteciliği epeyce sorunlu. Sorunlu olmayan var mı derseniz. Yok elbette. Ancak bozuk saatin günde iki kez doğru zamanı göstermesi gibi, Sabah da arada bir doğru gazetecilik yapıyor.
Mesela. Hürriyet'in Ahmet Altan güzellemesinde eksik kalan soruları Sabah'ın sorması gazetecilik adına kayda değerdi.
Haşmet Babaoğlu'nun Hürriyet ve Ahmet Altan ilişkisinin geçmişine dair hatırlatmalar yapması da unutulmuş bir gazetecilik refleksiydi.
Geçmişi yok saymak, medyayı sarmış yeni bir kanser türü. Geçmiş. Her daim sırtta taşınan kamburdur oysa.
İyi de. Benim sorunum ne ki, Altan'giller konu olunca aklımda hep teflon beliriyor?
Mesela. Sıradan bir insanın sorması gereken soru duruyor ortada: Neden Taraf'a bavul dolusu sahte belge getiren kişi tutuklanıyor da, o belgeleri yayınlayan adam çarşaf çarşaf röportaj vermeye devam edebiliyor?
Belli ki o yayın yönetmeni, yaptığı haberlerin yol açtığı büyük felaketleri zerre umursamıyor. Peki, nasıl olur da "toplumun vicdanı" olmaya soyunmuş Hürriyet, bu aymazlığa çanak tutabilir?
Bu teflonik durumlara sürekli yeniden tanık oluyoruz. Mesela. Altan'gillerin oğlu, yaşam dolu Defne Joy'un ölümüyle anıldığı halde, cici çocuk muamelesi görmedi mi?
Altan'gillerde doğanlar. Nasıl olur da doğuştan gazeteci, köşe yazarı olabilir? Herkes işten atılsa bile onların okunmayan yazıları, izlenmeyen programları sürer gider.
Medya dünyasından biri bakkalda tartışsa baş haber olur da neden Altan'gillerin hayatları ortaya dökülmez, kulaktan kulağa fısıldanmakla kalır?
Biri bize Altan'gillerin kerametini açıklasa da haklarındaki her haberle sinirlerimizin tavan yapmasına engel olsak.
En iyisi. Yazının başındaki öğrencimin derste söylediği cümleyle bitireyim: "Ben ve arkadaşlarım, Altan'gillerin sevmeyi bilmediğini düşünüyoruz. Altan'ın son kitabının adı bile bunu söylüyor." Doğrusu, çarpıcı bir tespit.
NE ZAMANDIR BÖYLE TÖREN OLMAMIŞTI
Medya ve magazin dünyasının ödül törenlerinde genel manzara şöyledir: Arkalarına kamera takılmış ünlüler. Arkadaşa kahve içmeye uğramışçasına özensiz kıyafetler. "Ben meşgulüm ödülümü arkadaş alsın" şımarıklıkları.
Radyo Televizyon Gazetecileri Derneği'nin ödül törenine de aynı beklentilerle gittim.
Törende. Hem kabineden bakanlar hem de ödüle değer görülen şahıslar, tam kadro oradaydılar. Tüm şıklıklarıyla.
RTGD Başkanı Deniz Güçer'in ve yönetimdeki Hande Fırat'ın, Şebnem Bursalı'nın başarısıydı bu.
Törene dair gözlemlerime gelince;
Medya ciddi olarak kabuk değiştirmiş. Adı ve yüzü bilinmeyen pek çok medya kişisi vardı.
İstanbul'da ödül töreni açılış konuşmasını Kenan Erçetingöz, Ankara'da olunca Başbakan yardımcısı yaptı. Klasman farkı.
Başbakan yardımcısı Yalçın Akdoğan ile Tuba Büyüküstün aynı anda salona girerse, İstanbul'da kameralar Tuba'ya dönerdi. Ankara'da kızcağız ortada kalıverdi.
Koruma ordusunun yemek masasındaki bakanların tepesinde dikilmeleri hiç şık değildi. Protokol amirleri bu konuya bir el atsa iyi olur.
Akdoğan'ın, Ahmet Haşim'in "Başparmak" yazısını hatırlatması hoş bir sürprizdi. Eve döner dönmez yeniden okudum.
Tüm ödülleri bakanlar dağıtırken. Sevgili İsmail Küçükkaya'nın ödülünü CHP Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin'in vermesi ironikti.
Sonuçta. Deniz Güçer ve yönetimi uzun zamandır özlenen eli yüzü düzgün bir ödül töreni düzenlemişlerdi. Yorulduklarına değdi.
AKLIMDA KALAN
"Beş Kardeş" dizisinin yayınına ara verilmesi: Kanal D, "Kara Kutu", "Kurtlar Vadisi" gibi karanlık ilişkileri konu alan, "Küçük Ağa" gibi insan zekasıyla dalga geçen dizileri sürdürürken "Beş Kardeş"i bitiriverdi. Entrika, mafya, cinayet karabasanına hapsettiği izleyiciyi aile, dayanışma, kardeşlik duygularına dayalı sempatik diziden yoksun bıraktı. Kitlesel yayın yapan tv kanallarının zaman zaman toplumsal sorumluluğu reytinge tercih etmelerini beklemek çok safça olurdu zaten. Elbette senaryosunda abartılar tahammül sınırının üzerindeydi, elbette Melisa Sözen'in hiç değişmeyen yüz ifadesi böyle sıcak bir diziye hiç uymamıştı. Yine de. "Perihan Abla" tadında dizilere beklenti artmışken "Beş Kardeş" sürse iyi olurdu. Daha önce de yazdım ya, İrfan Şahin panik yapınca yanlış yapıyor.