Sen önce o Albay'ın mektubunu oku Tansu!..

Sen önce o Albay'ın mektubunu oku Tansu!..

Çocukluğumda anneciğimin köyüne gider, ıstırgada (keçilerin sağılmak amacıyla dolduruldukları açık hava ağılı) keçi haydardık...
"Haydamak" ne demek mi?..
Anlatayım...
Istırganın çevresi çitlerle kaplıdır.
Ve ancak bir keçinin geçeceği büyüklükte iki kapısı vardır.
Kapılarda duran iki çoban, benim ve kuzenimin elimizdeki sopalarla o çıkış kapılarına yönlendirdiğimiz (haydadığımız) keçileri bacaklarından tutar ve sağarlardı...
Yani, keçilerin tek çıkış yeri, sağılmaya razı olacakları o küçük kapılardı.

Ertuğrul Özkök'ün bugünkü makalesini okuyunca Tansu Çiller'i, sağılması için o daracık kapıya haydadığımız keçilere benzettim.
Neden mi?..
Çünkü yılın son günü Milliyet'in attığı manşetle haydalanmıştı Çiller Hanım...
Yıllardır "sus pus" olmuş Tansu birden bülbüle dönüşmüş; gazetecileri arayıp günah çıkarmaya başlamıştı...
Ve her aradığı gazeteciye de (kimine açıkça, kimine zımnen) "beni affedin, gelin hesaplaşalım" mealinde şeyler söylüyordu...

İşte okunası o mektup!


Ümit Özdağ
'ın bugünkü Yeniçağ'da "Bir yüzbaşıdan Karadayı Paşa’ya açık mektup" başlığı altında yayımlanan makalesini sabahın çok erken saatlerde okudum... 

Bugün, içinde yer alan bir "Asker Mektubu" makalesi nedeniyle Ümit Özdağ"Günün Köşe Yazarı" seçeceğiz...
"Asker mektubu" dediysek rütbesiz bir er mektubu değil bu!...
28 Şubat sürecinde Genelkurmay'da Org. Karadayı'nın yanında çalışan birYüzbaşı'nın,  "tutuklu bir albay" olarak yazdığı mektup...
Öyle bir mektup ki; sadece yargımızın değil, ordumuzun da nasıl "perişan" bir halde olduğunu anlatıyor...
Yasadışı kurulmuş bir tüe suç örgütü olarak tanımlanan BÇG'de (Batı Çalışma Gurubu) görev aldığı iddiasıyla tutuklu yargılanan ama adı geçen teşkilâta bir gün bile uğramayan bir yüzbaşının dramı...
Medya / Finans egemenlerinin kendilerine yakın yüksek rütbeli subayların suratlarını tıpkı birer "kukla eldiven" gibi ellerine geçirip siyasetçileri korkuttuğu o dönemin egemen medya patronu, gazeteci, yazar ve finans baronları rahat koltuklarında ve kâşanelerinde hayatın tadını çıkarırıken, bir Yüzbaşı'nın çektiği çileleri öğrenip kahrolacaksınız...
Eğer bütün siyasi yaşanmışlıklara ait olduğunuzu hissettiğiniz idolojinin değil de vicdanınızın penceresinden bakıyor, bakabiliyorsanız eminiz yüreğiniz burkulacak, nefes borunuza bir kaba ayva gelip oturacak ve göğüs ağrıları çekeceksiniz...
Ve büyük ihtimalle, "böyle genelkurmayın da, böyle yargının da, böyle siyasetin de...." diyerek devam edeceksiniz...
Evet efendim...
Orada bir Albay var hapiste...
Ve o Albay; sistemin çürümüşlüğünü anlatan en özlü mektubu yazıyor oradan...
Ve o Albay;
o küf kokulu duvarların arasında çalınmış özgürlüğü ve saadetiyle çile çekerken; "ben çok mağdur oldum" diye yalanlar savuran eskimiş siyasiler bir yandan keyif çatarken, bir yandan da kendilerini "mağdur" ettiklerini ileri sürdükleri medya yöneticilerinden, yazarlardan "af dileniyorlar"...
Ey vicdan sahipleri...
Lütfen önce Ümit Özdağ'ın köşesini okuyun...
Sonra da Özkök'ün köşesini tıklayın...
Lütfen!..


Ertuğrul'u aramış en son...

"Hesaplaşmayalım, helalleşelim"
demeye getirmiş...
Olur bacım, neden olmasın...
Olmasına olur da, "Çiller Özel Örgütü" haberi hem de yeniden ısıtılıp ortaya konunca mı aklın başına geldi?..
Milliyet'in haberi seni birden "kadın evliya" yaptı da gönlün kabardı, affetme duyguların mı pekişti?..
Söyler misin Hanımefendi; ne oldu?..
Ben ve benim gibi sana yapılanlara karşı durdukları için 15 yıldır işsiz dolaşan ve özgeçmişlerine duydukları özsaygı nedeniyle birer serseri mayın olmaktan kurtulanlar ne olacak peki?..
Seni savundukları için düşman oldukları eski dostlarını nasıl geri kazanacak?.. 
Haydi beni ve benim gibileri (kaç kişiyiz ki zaten?) unut gitsin...
Ümit Özdağ'ın bugünkü makalesinde yayımladığı mektubun sahibi Albay Ali Can ve benzerleri nasıl kurtulacak bu çamurlu yoldan?..

Ey Tansu!..
Belli ki o çamurlu yolların mimarlarından biri de sensin...
Öyle ya, "hepimiz hata yaptık" ne demek?..
Suçu kablullenmek değil mi?..
Hani BÇG vardı?..
Hani senin siyasi hayatını  bitirmek için askerler(!) komplo düzenlemişlerdi?..
Hani medya patronları tekerlerine taş koyduğun(!) için senden nefret ediyorlardı?..
Yoksa o gün bizlere söylediklerinin hepsi yalan mıydı?..
Yoksa ben ve benim gibiler senin o yalanların yüzünden mi kaybettik işimizi, aşımızı ve kimimiz çok sevdiğimiz eşimizi...
Senin yalanların yüzünden mi söyle Hanımefendi söyle!..
Yoksa ben de sana o dönemlerde; bugün "beni affedin" diye yalvardıkların gibi "kadın" diye mi hitap edeyim?..
Yok yok o kadar kaba olamam...
Ama "Yazık sana" derim...
Yazık sana...

Oku o mektubu oku!..

Yok yok; hesaplaşmak yerine helalleşmek istemene değil itirazım...
Zamanlamana...
Zamanlamana Tansu zamanlamana!..
Yalanlarınla yıktığın ocakları yeniden tüttürmek için tek adım atmazken;
seni ayaklarının altına alıp paçavraya çevirenlerden af dilemek için seçtiğin zamana itirazım var..
Senin yüzünden yaşların yanında nice kurunun da yanmasına, yanıyor olmasına itirazım...
Senin yüzünden yargının yalan üzerine kurduğu yakıcı, yıkıcı yargılamalaradır isyanım!..
İşte Ümit Özdağ'ın makalesindeki Albay'ın mektubu!..
Oku...
Bir nar tanesi kadar vicdanın kaldıysa oku ve ağla...
O Albay ((dönemin yüzbaşısı) cezaevinde çile çekerken sen Amerika'da yüz milyonlarca dolarlık lüks otelinde keyif yapıyorsun...
O Albay (dönemin yüzbaşısı) cezaevinde çile çekerken; o Albay'ın hapiste olmasının bir diğer müsebbibi Karadayı Paşa, Çarşamba günleri karakola gidip "ben kaçmadım, buradayım" imzası atarak sürdürüyor yaşamını...
Erbakan, öldü ve kurtuldu(!)...
Demirel, "açtırmayın kutuyu söyletmeyin kötüyü" diyerek aba altından sopa gösteriyor...
Neden?..
Biliyor ki talebi yerine getirilir de 28 Şubat 1997 tarihli MGK zabıtları ortaya dökülürse;
senin ve "mağduruz" edebiyatı yapanların sokağa çıkacak yüzleri kalmaz...
Torunlarına "eski bir başbakan"ın değil;
eskimiş ve korkak  bir siyasetçinin anılarını bırakırsın ancak...
Çok kişi de Erbakan'ın kabrine gidip, "yalanlarınla hepimizi peşinden sürükleyip mahvettin" diye hayır yerine beddua okur...

Yazık sana be yazık!..
"Hesaplaşmayalım helalleşelim" ha!..
Bugün mü?..
Şimdi mi?..
Milliyet'in "Özel Çiller Örgütü" haberini yeniden ısıtıp masaya koymasından sonra mı?..
Bir zamanlar "Prensim" dediğin asker postalı yalayıcısı, "Ergenekoncu" yaftasıyla yargılanan ve "Özel Çiller Örgütü" olduğu iddiasının sahibi Perinçek'in televizyonunda program yapıp, köşe yazmaya başladıktan sonra mı?..
Yoksa eski Prensin Perinçek'e "Özel Çiller Örgütü" ile ilgili bazı belgeler verdi de ondan mı bu telaşın?..

Savcıya git günah çıkar!..

Ey Tansu!..

Senin ve Erbakan Hoca'nın "mağduruz edebiyatı" yüzünden halen tutuklu yatan 61 subayın durumu ne olacak?..
Ey Tansu!..
Sen, seni yer ile yeksan edenlerden özür dilemeden önce 28 Şubat savcılığna git ve "hepsi yalandı. 28 Şubat diye bir darbe girişimi hiç olmadı. Olsaydı ben bugün olduğu iddia edilen 28 Şubat'ın asıl sorumlularına telefon açıp da özür diler miyidim?" de...
Ya git savcılığa ve temizle bu pisliğini!..
Ya zaten kirlenmiş ruhunun daha kirlenmesine izin ver ki hiçbir sevap, hiç bir töbve seni bir daha asla temizleyemesin...

[email protected]