Selahattin'lerin Ahmet'leri yok ettiği medya...

Selahattin'lerin Ahmet'leri yok ettiği medya...

Olgun Şimşek...

Ne Hükümet ne Hizmet... 
Ne geçmiş ne gelecek...
En büyük Olgun Şimşek...
Be arkadaş...
Bu kadar mı olur yahu?..
Bu kadar mı oynanır iki zıt karakter...
Bir yanda "iğrenç" sıfatının bile tarife yetmeyeceği "Selâhattin Çakaler" karakteri...
Diğer yanda günümüz Türkiye'sinde kaybetmeye mahkûm, ezilmiş, ötekileştirilmiş, adı bile doğru dürüst ezberlenmeye değmeyecek kadar silik olduğu kanıtlanmaya çalışılan "Ahmet"...
İşte bu tamamen birbirine zıt iki karakteri muhteşem oynuyor Olgun Şimşek...
Bu arada unutmadan…

 

Aslında…

Ahmet sağlam…
Ahmet dimdik…
Ahmet kimseyi ötekileştirmiyor…
Ahmet her verilen vazifeyi sorumluluk anlayışı gereği mükemmel yerine getiriyor…
Ahmet insancıl…
Ahmet entelektüel…
Ahmet saygın ve saygılı…
Ahmet yardımsever…
Ahmet merhametli…
Ahmet’in vicdanı dünyalar kadar…
Ama…
Ahmet’in cüzdanı Emir’inki gibi dolu değil…
Emir kadar para kazanamıyor…


Neden?..


Çünkü…
Ahmet yalansız…
Çünkü…
Ahmet dolansız…
Çünkü…
Ahmet küçük hesapların vicdanını çalmasına izin vermiyor…
Ama…
Ahmet; yönetmeni adını bir türlü ezberleyemese de, her denileni yapmak, her verilen rolü oynamak zorunda…
Neden?..
Çünkü…
Ahmet’in ekmeğe ihtiyacı var…
Çünkü aybaşı dediğin hemen geliyor ve Ahmet’in kira ödemesi şart…

 

Evet...

Bildiniz...
Yalan Dünya'dan söz ediyorum...
Aslında ağlanacak halimize bizi güldüren o mükemmel televizyon dizisinden...
Reklâmcılar bile bir banka reklâmında oynatmak için, "hepimizin olması gereken Ahmet" karakteri yerine, "hepimizin yüzüne tükürmesi gereken Selâhattin" karaktersizini tercih ediyorlar…
Niçin?..
Çünkü halkımızın geneli Selâhattin’leri seviyor…
Selâhattin gibi olmak istiyor…
Ne ar umurunda…
Ne namus…
Erdemli bir “kendine yeten” olmaktansa…
Şerefsiz ama dolu cüzdanlı bir vicdansız olmayı tercih ediyor…
Onun için çok seviyor hırsızları…
Onun için hırsızların, namussuzların, deyyusların koltuk altına sığınıp oradan çımkırıyor “laakal namuslulara”…
Ve...
Onun için siyasetçilerimizin ve medyamızın büyük bir bölümü "Ahmetleşmek"yerine "Selahattinleşmeyi" yeğliyor…
Onun için "Özgürlük" kelimesi "Lüks" sayılıyor...
Onun için özgür meslektaşlar, özgür olamayan ama özgür olmak için yanan tutuşanlar tarafından kıskanılıyor…
Onun için iktidar baskısı ahlâk sınırlarını bırakın zorlamayı, yer ile yeksan ediyor…


Ve…

Medyanın çok büyük bir bölümü özgürlüklerin kısıtlanmasından memnun…
Hangi özgürlüklerin kısıtlanmasından memnun?..
Eleştiri özgürlüğünün kısıtlanmasından…
Neden?..
Çünkü onların en iyi yaptıkları şey olan övme özgürlüğü yasak değil...
Çünkü yalakalık olabildiğince özgür…


İşte bu Türkiye'de...


İşte bu halka: 
"Sizin çoğunuz birer Selahattin'siniz!" diye haykıran Gülse Birsel'in değeri…
Bize has bu demokraside Selâhattin'ler kadar bile değil…
Bu ülkede "Selâhattin" olmak serbest...
"Ahmet" olmak, olabilmek "yasak" ulannnn!..
"Yalan" söyleyebilmek "maharet" ulannnn!...
"Doğru söyleyip yazmak" ise "kabahat" ulannnn!..
“İftira atmak yaratıcılık” ulannnn!..
Müfterilik büyük yetenek ulannnn!..
Ve…
İşte bu değersizlikler çok para kazandırıyor…

 

Ve...

Kimileri...
Özgür olduğu yalanını klavyesinden ve dilinden düşürmeyen kimileri...
İkiyüzlülüğüyle bakalım daha nereye kadar gidecekler (Beni de bu ikiyüzlülerin arasında saymanızın benim açımdan bir sakıncası yok)?..
Gidebileceğiz...
En beğendiği yazısı okuruyla buluşamayan yazarların, en keskin yazısı okuruyla buluştuğu için yıldızlaşanları kıskandığı bir medya dünyasıyla bakalım “nerede tırak orada bırak” olacağız?..
30 Mart'tan sonra yine eski tas eski hamam gidecekse eğer...
Bakalım Mart'ın son karı neremize yağacak?..
Son söz büyük İslâm filozofu Şems-i Tebrizi’den:
“Eksik olsun zilletle elde ettiğin/iz yemek; tenceren/iz kaynıyor şerefin/iz devrilmiş…”

[email protected]