Seçimin en büyük kaybedeni kim?

Seçimin en büyük kaybedeni kim?

Seçim bitti. Kazanan var, kaybeden yok.

Galip olan Erdoğan ve ekibi. Ama onlar bu kazançtan şaşkın. Bekledikleri oyun en az 5 puan altında kaldılar. Nedenini araştıracaklar.

CHP sözcülerine bakınca. CHP de kazanmış. Gürsel Tekin de, Haluk Koç da öyle diyor. Belli ki istifa etmeyecekler.

Anneannem gelip de gitmeyenler için "karasakızla yapışmışlar" derdi.

MHP topa rakip alanda pres yapıyor. Kendileri kaybetmemiş, Erdoğan gasp etmiş.

Araştırma şirketlerinin çoğu en az beş puan sapmışlar. Kongo'da bile böyle araştırma olmaz, biz de "sonuçları bildik" diye kendilerini kazanmış sayıyorlar.

Araştırmayı bırakıp televizyonlarda yorumcu olursan durum budur.

İyi de, ortada bir seçim var, mutlaka bir kaybedeni olacak.

Benim fikrimce. Seçimin en büyük kaybedeni medyadır.

Hürriyet bunu genel yayın yönetmenini değiştirerek baştan kabul etti zaten.

Gazeteler içler acısıydı. Herkes tetiğe basıyor, kimse klavyeye basıp haber yapmıyordu.

Dünyada haber ajansları doğru ve hızlı haberde yarışır, biz de yanlı ve yanlış haberde yarışıyorlardı.

Televizyonlardaki analiz ve tartışma programları komedi kıvamındaydı. Sunucular, moderatörler kendi fikirlerinin derdine düşmüştü, stüdyodaki konuklar sulandırıcı niyetineydi.

Zira, stüdyolara analiz yapsın diye doldurulanlar evlere şenlikti. Konuk seçerken kriter "az zeka, çok vasatlık" olsa gerek. Kendilerine benzeyeni seçmezse programcı, gelir mi o programın sonu?

Analiz yapan konuk tipleri, seçim sonuçlarını "sürpriz, şaşırtıcı" olarak değerlendirdi! Uzay gemisinden stüdyoya inmişler, ihtimal.

Seçim öncesi. Erdoğan'ın ilk turda seçileceği o kadar açıktı ki, CHP'den Emine Ülker Tarhan'a, Erdoğan'ın ekibinden grup başkanvekili Mahir Ünal'a ve Erol Olçak'a oranlar vererek söyledim.

Okumasını bilirseniz siyasette sürpriz diye bir şey yoktur.

Basın Konseyi desen kötü bir fıkra gibi. Durdular durdular, "bu kadar durmakla olmaz, bir açıklama yapmamız lazım" dediler: Siyasetçileri düzeye davet ettiler!

Bu kadar seviyesiz, edepsiz, karaktersiz, hakareti normallik kabul etmiş medya dili tarihte görülmemişken, sen git siyasetin dilini kına. Rezillikle komedi iç içe.

Kimse söylemiyor, ben söyleyeyim. Herkesin kazandığını söylediği bu seçimde herkesin kaybettiği kesindir.


KAFASI KOPUK BİR CHP

Okuduğumda dehşete düştüğüm bilgilerden biri, bir insanın kafası koptuğunda bir süre yaşamaya ve tepki vermeye devam ettiği bilgisiydi.

Kafa kopunca. Gözler hareket edermiş. Dudaklar da kıpırdarmış. Beyin olup bitenlerin farkında olmaya devam eder mi, bilmiyorum.

Cumhuriyet Halk Partisi'nin cumhurbaşkanı adayı olarak İhsanoğlu'nu aday gösterdiği gün bu bilgi aklıma gelmişti.

Dün. Seçim sonuçlarını izlerken aynı bilgi yeniden aklımdaydı.

Seçime katılım oranı düşmüştü. Geçersiz oy oranı milyona yaklaşmıştı. CHP tabanı CHP yönetimi gibi düşünmemişti. Haklı çıkmak ne üzücüydü.

CHP'nin yönetimi, kesik bir insan başı gibi, bedenden ayrılmış. Yaşıyor gibi görünmesi aldatıcıdır.

Öyleyse. CHP yönetiminin "tıpış tıpış" evine gitme vakti gelmiştir.

CHP'nin içi acilen karışmalıdır. Tabanın temsilcileri yönetime gelmelidir. Mustafa Kemal'e ve sosyal demokrasiye korkusuzca sarılacak insanların yönetime gelmek için mücadele etmeleri şarttır.

AZİZ YILDIRIM'IN ASIL İSTEDİĞİ ŞEY

Denize bakıyorum. Tatilde görünüyorum ama işin gerçeği bu yıl hiç tatil yapmadım.

Telefonum çalıyor. Arayan Ersun Yanal. En son. Fenerbahçe'ye gidiş sürecinde görüşmüştük. O süreci birlikte götürmüştük.

Sonra. "Yolcudur Abbas bağlasan durmaz" deyip gitmiştim. Dostlarım iyi yerlere geldiğinde ben kenara çekilirim.

"Hayırdır?" dedim, yanıtı "İstifa ediyorum" oldu.

"Bir dakika" dedim, "Sen FB'yi sezon sonundan aylar önce şampiyonluk getirmedin mi?"

"İkinci sıradaki kulübe fark atarak Fenerbahçe'ye rekor getirmedin mi, nerden çıktı bu istifa?"

"Bildiğin gibi değil" dedi. "Başkan antrenman programından başlayarak benim alanımdaki her şeye müdahale ediyor. Bunu kabul edemem."

"Peki tazminatın ne olacak? Bırakırsan para alamazsın."

Cevabı "Her şey para mı? Umurumda değil" oldu.

İlkeleri için her şeyi yakan adamlar varmış halâ.

Teknik adamlığına çok inanan biriyim. Uluslararası bir teknik adam olduğunu biliyorum.

Ne var ki. Bu ülke kendi çocuklarını linç edip yabancıya yalakalık yapmaya hevesli.

"Yapacağın açıklamaya yardım ederim" dedim. Ve sonuçta. Türk futbolunda unutulan değerleri hatırlatan bir açıklama yaptı.

Aziz Yıldırım'a gelince.

16 yıllık başkanlığı süresince 14 teknik adam değiştirmiş. Bazı yıllara üç teknik adam sığıyor.

Kulüpte kendisi dışında birinin başarısına asla tahammülü yok. Öne çıkanı çiziyor.

Ersun'un açıklamasındaki "ilk sezonda kulübü şampiyon yaptım" ifadesine delirmesi de ondan.

Antrenmana, izinlere o karar veriyor. Takım içinde tetikçi futbolcular belirleyip takımı yönlendiriyor.

Bence Yıldırım, hem başkan, hem taraftar ama en çok da teknik direktör olmak istiyor. Birileri bunu kendisine teklif etsin de.

Fenerbahçe'nin yaşadığı işkenceler bitsin.


AKLIMDA KALAN

"Bunlar rastlantı olabilir mi?" Sorusu: Tarihi bir hafta sonu geçirdik. Politikada, sporda, medyada en önemli kurumların teknik direktörleri gitti. Adalet ve Kalkınma Partisi'nin, Fenerbahçe'nin ve Hürriyet'in. Sizce bu bir rastlantı mı? Bence değil gibi.