"...İşte bu olay bile nasıl karaktersiz biri olduğunun ispatıdır..."
"50 yaşını geçtiği halde 30 yaşındaymış gibi fake hareketler yapan botoks kraliçesi..."
"...bukalemun gibi renk değiştiren..."
"Sahtekâr..."
"Yağdanlık yapma rekorunu kocası ile beraber elde tutuyorlar..."
"Bu kadar zıt çevreler aynı anda nasıl yalanır..."
"...itibarı bitti..."
"TRT'den kovuldu..."
"Rahmetli babasının bile adını kendini kurtarmak için istismar etmeye kalkacak bir tip bu..."
"...kişiliksiz bir kadın..."
"...İngilizce bilmeyen Uluslararası İlişkiler profesörü..."
"Siyaset bilimi literatürüyle ilgisi yok, yeni çıkan botoks tedavileri ve genç görünmek için delirme literatürüne hakim..."
Ne kadar da ağır cümleler değil mi?
Hepsi de, bir zamanlar "sarışın güzel kadın" olarak cumhurbaşkanı adaylığına bile adı geçen Deniz Ülke Arıboğan için kullanılmış.
Haberim yoktu.
Deniz hanım ve eşi Lütfü Arıboğan'ın Star gazetesi köşe yazarına gönderdikleri tekzip metninden öğrendim.
Meğer. Star'ın köşe yazarı 7 Eylül 2015'de, karı-koca Arıboğan'lar hakkında bu ifadelerin geçtiği bir yazı kaleme almış. Okumamıştım.
Arıboğan'lar 'Basın Savcılığı'na başvurmuşlar ve tekzip yayınlatma kararı çıkarmışlar.
Üzerinden dört aya yakın süre geçtiğinden, büyük olasılık okuyanlar bile unutmuşken.
Gazete tekzibi yayınlamış.
Böylece. Köşe yazısını okumayanlar okumuş, okuyanlar da hatırlamış oldu.
Diyeceğim o ki "tekzip" mekanizması, üzerinde çok iyi düşünülmesi gereken bir konu.
Danışmanlıklar sırasında en cebelleştiğim meseledir tekzip.
"Unutulanı hatırlatır, duyulmasına ve etki puanının artmasına hizmet eder" desem de, medyadan canı yanan kişi "tekzip de tekzip" diye tutturur.
Sonuç da işte bu yazıdaki gibi olur.
EYYY VALİLER!
Vali. Valilik. Valisi. Validen. Valiye. Vilayet. Vali bey. Vali yardımcısı.
Bu saçmalık da neyin nesi diyeceksiniz.
Saçmalık değil. Ülkemdeki valilerin ve vali yardımcılarının bu yazıyı okuma oranlarını artırmaya çalışıyorum.
Arama motorlarında kendilerini ararken bu ifadeler nedeniyle yazımı da görsünler istiyorum.
Bu fikir size fazla naif gelebilir, ama öyle.
Çünkü. Valiliklerin kendi vilayetlerinde olup bitenleri medya üzerinden takip etmelerine itirazım var.
Bu durum canımı sıkıyor. İçimi acıtıyor.
Kocaeli'de. Gençlik Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezi'nde, engelli çocuklara işkence yapıldığına dair haberi görmüş olmalısınız.
Hem de ne işkenceler! Burada yazamam.
Personel bir yandan işkence yaparken bir yandan da gülüyor, küfrediyor!
Gerçek hasta kim? Şiddet gören çocuk mu, işkenceyi yapan personel mi?
Durum vahim ama daha vahimi var: Valilik konudan medya üzerinden haberdar oluyor.
Tamam basın kamu adına gözetim yapar.
Da.
Çocuklar, yaşlılar, engelliler devlete ve valilere emanettir.
Devleti vilayette temsil eden kişinin, emanetindekilerin huzurundan emin olmadan rahat uyuması olmaz.
Bu ülkenin valileri, denetim mekanizmalarını bir an evvel kontrol etmeli, denetim rutininin sağlıkla hayata geçirilmesini sağlamalı.
O merkezlerde çalışan personeli, eğitimli eğitimsiz ayırt etmeden psikolojik testlerden geçirmeli.
Büyük dramları görmüyorsak yok saymak da suça ortaklık değil midir?
Orda kimse var mı?
ÇOK MERAK EDİYORUM
Cumhurbaşkanı Erdoğan, "başkanlık" tartışmaları gündemde kalsın diye çevresini uyarıyor.
Başbakan Davutoğlu, "başkanlık" konusu gündemden düşsün istiyor.
Her ikisi de başkanlık sistemini istiyor olabilirler. Yöntemde farklılaşıyorlar. Acaba hangisi haklı?
İMDAT SOYGUN VAR!
1 Haziran 2015'de yürürlüğe giren "zorunlu trafik sigortası" düzenlemesi, fiyatı piyasanın belirlemesine bırakmıştı.
Sigorta şirketleri aralarında anlaşınca sigorta tutarları uçmuş durumda.
Liberal ekonominin meşhur "gizli el"i, milleti soyuyor.
Hükümetin bu uygulamaya acilen "dur" demesi gerekiyor.
AKLIMDA KALAN
Silivri Cezaevi önündeki sandalye: Silivri önü nöbeti bende, arkasındaki bezde "r" harfi ters yazılmış, "Silivri Hatırası" fotoğraf pozları hissi yaratıyor. En son Nazlı Ilıcak'ın o sandalyeye oturmasıyla içi tamamen boşalan bu protestoyu nereye koyacaksınız? Nedim Şener, Tuncay Özkan, Fazıl Say, Soner Yalçın da o sandalyede oturuyor, Nazlı Ilıcak, Ergun Babahan, Mümtazer Türköne de orada. Bu iki gruptan biri fazlasıyla samimiyetsiz. İki resim kafamda hiçbir gerekçe altında bütünleşmiyor. Türköne tarafı diğerine "sünepe", "çaresiz" diyor. Doğan Satmış da "saygısız" diye cevap veriyor. Bence o protesto Nazlı Ilıcak'a gelmeden, daha Ergun Babahan sandalyeye oturur oturmaz sona erdirilmeliydi. O nöbet "protesto" anlamından çıkmış bir tür "bu tarz benim" yarışmasına dönüşmüştür. Nokta.