Sandık açıldıkça kokuşmuşluk tarihi yazılıyor

Sandık açıldıkça kokuşmuşluk tarihi yazılıyor

Radikal’in eski yayın yönetmenleri konuştukça, medyanın karanlık odaları açılıyor.

Anlaşılıyor ki, sadece Radikal üzerinden bile medyanın kokuşmuşluk tarihi yazılabilir.

Kendisinden önceki yayın yönetmenleri, birlikte çalıştığı insanlar, son olarak da yaptığı gazeteyi kapatarak fikrini ortaya koyan patronlar, gazetenin iyi yönetilmediğini açıkça ortaya koydukları halde yeni görevler alabilen tuhaf gazetecilik ilişkileri açıklığa kavuşuyor.

Mesela birlikte çalışmak istemedikleri halde birlikte çalışıp işten ayrılınca, atılınca, emekli olunca fikirlerini ortaya döken güvenilmez bir medya karakter yapısı ortaya seriliyor.

Tarikatlardan, cemaatlerden hazzetmedikleri halde onların merkez medyadaki temsilcisi sıfatını taşıyan kişilere gazete emanet eden patronları görüyoruz.

İsmet Berkan’ın “Gazeteciler olarak bunu beceremedik” açıklamasını yaparken, aslında yıllar yılı Türk medyasında hak etmedikleri koltuklarda oturan, köşeleri tutan insanların bir örneğini kendisi üzerinden vermiş olduğunu düşünen pek çok insan var.

İşledikleri günahları, insanlık suçlarını, itibar cellatlığını konjonktüre göre her defasında özeleştiriyle yıkayıp aynı şeyleri yeniden yapma hakkı kazanan gazeteciler kendilerini ele veriyor.

Oysa özeleştiri her zaman beyaz yıkayan bir deterjan falan değildir.

Mesela Mehmet Y. Yılmaz’ın sözleri. Radikal’in soğuk gazete olması, İsmet Berkan’ın kişiliğinden ya da sağcı Eyüp Can’ın “özgürlükçü sol gazete çıkaracağım” demesindeki tutarsızlıktan kaynaklandığını bile bile gazete kapanana kadar susması gazetelerin nasıl yönetildiğinin karanlık noktasını ortaya koymuyor mu?

Eyüp Can’ın altını çizdiği gibi en iyi muhabir maaşının en kıytırık köşe yazarı maaşının yarısı kadar olabildiği sömürü düzenini anlatmıyor mu?

Türkiye’de pek çok gazete, televizyon, dergi birçok muhabiri “staj” adı altında karın tokluğuna çalıştırıp sonra kapının önüne koymuyor mu?

Bu sömürüye en solcu gazeteler de dahildir, “yumuşak sağ” diyebileceğimiz Cumhuriyet de.

Güçlü tanıdıkları ya da soyadları olmayan muhabirlerin kanını emerek yaşayan bir medya düzeni var.

Mesela Tuğrul Eryılmaz’ın Radikal İki hakkında söyledikleri. Bu ülkede kaç gazetenin “her tür görüşe yer verme” iddiasıyla yola çıkıp, bir tür insansız hava aracı olan neo-liberallere doğru savrulduğu için kapanmak zorunda kaldığını ortaya koymuyor mu?

Sadece Radikal hakkında konuşan beyler bile, Türkiye’de neden gerçek bir gazetecilikten söz edilemeyeceğini, medyanın neden güven sıralamasında en altta kaldığını açıklıyor.

Radikal örneği medyanın kokuşmuşluk tarihini de yazıyor, okumasını biliyorsanız…

"ÇATI ADAY”LA İLETİŞİM KURULAMIYOR

İki muhalefet partisi temsilcileri toplanmış seçim bürosu açıyor, ortada adayın kendisi yok.

Hadi diyelim ki “çok ortalarda biri olduğu için yüzü eskimesin” istediler.

Koyun Ankaralı Hüseyin’le cumhurbaşkanı adayınızın fotoğrafını seçmenin önüne, “hangisi bizim adayımız” sorun, Hüseyin çıkmazsa atarım kendimi denizlere.

Birileri “cumhurbaşkanı olacak adam kimseyle yüzgöz olmasın” demiş olmalı. İyi de halkı anlayan cumhurbaşkanı nasıl olacak? Varaklı sandalyede verdirilen pozlarla mı?

Erdoğan Toprak’a göre varsın tek eksiği tanınmamak olsunmuş. Aile şirketine müdür mü atıyorsunuz yoksa birileri bizle dalga geçiyor da haberimiz mi yok?

Gelelim asıl meseleye.

Adayı kimsenin tanımamasıyla övünene Erdoğan Toprak “Bizim aday halkla birebir iletişimde olacak” dedi.

Herkesin cumhurbaşkanı olacak iddiasına göre İhsanoğlu, ortalama 50 milyon seçmene ulaşmak zorunda.

Böl 50 milyonu yuvarlak hesap 50 güne. Günde bir milyon.

Bir milyonu böl 24 saate. 41666,6 seçmen.

Böl 41666,6 seçmeni 60 dakikaya. 694,4 kişi.

Bu hesapta. Uyku yok. Bir yerden bir yere seyahat yok. Yemek, içmek, tuvalete gitmek yok.

Sadece 4 saat uyku eklediğinde dakikaya 833.3 seçmen düşüyor.

Bu kadar seçmeni ister yan yana koy ister balyala birebir temas çıkmaz. Artık kampanya ekibinin üstün buluşlarını bekliyoruz.

Benim okur, “dakikada 833.3 seçmenle ilişki kurma önerileri” sıralayabilir katkı olsun diye.

Ya birileri bizle dalga geçiyor ya da acayip hızlı bir cumhurbaşkanımız olacak.

İşin tuhafı, iletişim ekibinde Mete Belovacıklı, Bülent Çaplı, İsmet Demirdöğen var. Özellikle Mete ve İsmet iyi arkadaşlarımdır. Bu ülkede adam gibi gazeteciliğin kitabını yazacak kadar iyi gazeteciler.

Büyük olasılık yukarıda yazdığım içerikten de varaklı sandalye pozundan da sorumlu değillerdir.

Bu seçim sürecini izlemek arkadaşlarımın işlerini izlemek açısından da keyif olacak.

TÜSİAD BAŞKANI DÜRÜST BAŞLADI

TÜSİAD’ın yeni başkanı Haluk Dinçer az konuşur. O nedenle de nasıl bir ilk konuşma yapacağını merak ediyordum.

Basın toplantısında “Biz medyanın önünde kavga ediyor görünsek de geri planda Hükümetle iyi ilişkileri sürdürürüz” dedi.

İşte budur. Açık. Net. İki yüzlü değil. Samimi.

Sermaye siyasetle kavga etmez. Birilerine sırtını dayadığını sanarak kavga etmeye kalkarsa da Maliye’yi kapısında bulur. Yalvar yakar olacak aracılar gönderir.

Başı beladan kurtulmayan saf sermayedarlara duyurulur.

ELİ MAHKUM, EMEKLERİ HEDER

CHP’ye o kadar emek vereceksin. Ter akıtacaksın. Yalova’yı alacaksın.


Kendine büyük hedefler koyacaksın.

Öyleyse inanmadığın bir adayın altına imzanı da atmayacaksın.

Madem imza attın, hiç değilse “elim mahkumdu” demeyecek, imzanın arkasında duracaksın.

Yazık ettin onca emeğine sevgili dostum Muharrem İnce.

AKLIMDA KALAN

Neresinde saklıyor olabilir?” sorusu: Kadın adama babalık davası açmış. Adam da kendisini savunmuş: “Spermlerimi çaldı.” Birinin bir şeyini çalabilmek için o kişiden gizli yapmak gerekir. Ama ondan önce de çalınacak yere koymuş olması gerekir. Evet, ortalık sperm peşinde kadın kaynıyor, doğru. İyi de kardeşim, spermine bile sahip olamıyorsan, “çaldılar” diye ortada dolanmaktan utanman gerekmez mi?