Sabah'ın başına kim geçecek?

Sabah'ın başına kim geçecek?

Son günlerde kime rastlasam "sence Sabah'ın başına Mustafa Karaalioğlu mu geçecek, İsmail Küçükkaya mı?" diye soruyor.

Bu konunun hiç de umurumda olmadığını söylüyorum ama tatmin olmayan muhataplarım bu sefer de "Peki kim geçerse iyi olur?" sorusunu koyuyorlar karşıma.

Her nedense bu konunun benim ilgi alanıma girmediğine çevremi inandıramıyorum.

Ben de karşı soruyla cevap veriyorum: "Peki iyi ne ki? Hem Sabah ne olmak istiyor ki ben de 'evet, bu olmak istediğini ancak bu isimle olur'diyebileyim?"

İlgimi çekmese de, bu tip sorularla bir şekilde gündemime sokulan bu meseleyi yazı konusu yaptım işte.  Bu durumda, Sabah'ın tepe makamı için adı geçenlerin çekiciliği bir etken değil. Asıl neden, bu söylentilerin arkasındaki olguyla ilgili merakım.

Çok merak ediyorum: Medya mahallesi niçin Sabah'ın başına bir yayın yönetmeni arıyor sürekli olarak? Sabah yeni patronlarının olduğu günden bu yana niçin gazeteye birileri tarafından hep bir yönetici aranıyor ve ilginç isimler tedavüle sokuluyor?

Üstelik ismi tedavüle sokulan birçok kişi de bu durumdan rahatsız!

Eminim ne Mustafa Karaalioğlu, ne de İsmail Küçükkaya adlarının bu aday listesine yazılmasından ve konuşulmasından memnundur. Ama onların memnuniyetsizliği Sabah'ın başına yakıştırılmalarına engel olmuyor.

Sabah'ın patronajı bu dedikodulara gülüp geçebilir elbette. Fakat bu tip dedikoduların, dışarıdan bakıldığında gazetenin hep bir yöneticiye ihtiyacı olduğu intibaını uyandırmasından kaynaklanabileceğini de göz ardı etmemeliler.

Başa döneyim ve Sabah'ın başına kimin geçeceğiyle ilgili soruya gösterdiğim ilgisizlikle tatmin olmayan arkadaşlara buradan o çok merak ettikleri konuyla ilgili bir küçük ipucu vereyim. Vereyim de, rahatlasınlar.

Şayet Sabah'ın yeni bir genel yayın yönetmeni arayışı varsa ve gündemdeki iki aday Karaalioğlu ile Küçükkaya ise, hangisinin bu makam için daha büyük şansı olduğunu bir klişeyi hatırlarak işaret edeyim: 'Her devrim önce kendi çocuklarını yer!' 

Akif Beki'ye orantısız eleştiride bulundum, pardon!

İsrail'in Haaretz gazetesinin manşetini görünce Radikal yazarı Akif Beki'ye haksızlık yaptığım hissine kapıldım. Yani Beki'ye yönelttiğim eleştirinin orantısız olduğunu anladım.

Hikaye şöyle:

Biliyorsunuz Akif Beki Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu aleyhine sert bir eleştiri yazısı kaleme almıştı. Ben de bunun üzerine topa girerek Akif Beki'nin yaptığı eleştirinin temelinde bir 'hesap kapama'nın olduğunu yazmıştım. Yani Akif Beki Ahmet Davutoğlu ile olan kişisel kavgasına köşesini alet etmişti. Buraya kadar normal. Ben de olayın içyüzünü bilen biri olarak bildiğimi sizlerle paylaştım. Bunda ne bir kavga arayışı, ne bir art niyet vardı.

Fakat Akif Beki ikinci bir yazı daha yazdı. Dışişleri bakanı Ahmet Davutoğlu'nun İsrail sanayi bakanı ile görüştüğü ortaya çıkınca Beki, Davutoğlu'na 'kamuoyuna şahinlik yaparken gizli gizli İsrail'le görüşmesinin etik olmadığını' hatırlattı.

İşte ben burada da devreye girdim ve nasıl oluyor da AK Parti'ye bu kadar yakın bilinen birinin AK Parti'nin dışişleri bakanına bu kadar sert çakabildiğini sordum. Beki bu cesareti nereden alıyordu? Beki'nin bu eleştirisini de Davutoğlu'yla kişisel hesaplaşmasını sürdürmesine bağladım.

O zaman Ahmet Davutoğlu söz konusu gizli görüşmesini şu cümlelerle savunmuştu: 'Evet görüştüm, çünkü Türkiye'nin isteklerini muhataplarımızın direkt yüzüne söylemek istedim' 

Doğrusu bu açıklama bana da pek mantıksız gelmemişti.

Bu isteklerin "direkt muhatapların yüzüne söylenmesinin" üzerinden yaklaşık 3.5 ay geçtiği halde Türkiye bir sonuç alamadı.

Bu sonuç alamama durumu ortada dururken, Haaretz gazetesinin manşetindeki iddia epey tatsızdı: Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül  Wasington’da  İsrail Cumhurbaşkanı Peres ile görüşecek.

Haberde müstehzi bir tarzda şu söyleniyor 'Türk diplomatik kaynakları Cumhurbaşkanı Gül'ün Peres ile Türkiye'nin taleplerini direkt muhatabına iletmek niyetiyle görüşeceğini söylüyor'.

Türk yetkililerin ‘muhataplarının yüzüne söyleme’  heveslerini görünce Akif Beki'nin 'tribüne şahinlik yapıp gizli görüşme arayışına girenlerini' eleştirmesine hak verdim.  

Muhafazakarlar neydiler, ne oluyorlar?

ATV'de yeni başlayan bir dizi var. Ben izlemedim. Medyaya yansımamış olsaydı, muhtemelen haberdar da olmayacaktım. Okuduğum haberlerle beraber dizinin ayrıntısına dikkat kesildim. Haber 'muhafazakar isimlerden şaşırtan sahne' başlığıyla verilmişti.

Olay şu :

Dizide iki eşcinsel yatağa sokuluyor ve böyle bir sahne Türk TV'lerinde ilk kez yer alıyor.

Dizinin senaryosunu  İsmet Özel'in  övgüsüne açıkça mazhar olan tek 'islamcı' genç Süleyman Çobanoğlu yazıyor. Bunu vurguluyorum, çünkü bilenler bilir, İsmet Özel yazılarında kimseyi ismini vererek övmez. Bu kuralını bir tek Süleyman Çobanoğlu için bozmuştu. Gerçi sonraları defalarca pişmanlığını ifade ettiyse de, hatırlanmaya değer bir durum bu.

Bu senarist arkadaş daha önce de Kanal7'de 'Kalp gözü' isimli 3. sınıf 'dini içerikli' bir dizi yazıyordu.

Dizinin yapımcısı da yine muhafazakar sayılabilecek biri: Osman Sınav.

Dizinin yayıncısı da ATV olunca, medyanın ilgisi yersiz değil.

Baktım dizideki bu sahne her ne hikmetse sadece liberal, laik kesimleri rahatsız etmiş. Dindar-muhafazakar çevrelerden neredeyse tek eleştiri yok. Ama ben Ali Bulaç abimizden şöyle esaslı bir sosyolojik değerlendirme yapmasını bekliyorum. Bu değerlendirmede şu soruya cevap ararsa mutlu olacağım: "İslamcılar değişmeye niçin ahlaklarını vererek başlıyorlar? Niçin parayla tanıştıkları anda ahlaklarıyla vedalaşıyorlar? Ahlaklı kalarak para kazanmayı bilmyorlar mı? Bu nasıl bir açmaz?"

Ali Bulaç için bundan daha önemli bir yazı konusu olur mu? Hem biraz memleket meselelerine de eğilmiş olur Ali abi. Nasıl iyi bir teklif değil mi?