Cam vitrinin önünde “Zınk” diye durakaldığım o anı size ayrıntıları ile anlatayım.
Olay dün Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca restore edilip, “Millet Bahçesi ve Kütüphane olarak açılan Rami Kışlası’nda geçiyor.
İtiraf edeyim, kapısından adımımı attığım andan beri şaşkınlık içindeyim.
Rami Kışlası adını neredeyse çocukluğumdan beri işitiyorum, ama hayatımda ilk defa geziyorum.
Dört tarafı harika bir binayla çevrili, çok büyük bir park..
Öyle kalabalık ki, yürümekte güçlük çekiyoruz…
Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Ersoy’la geçen hafta Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından açılan kütüphaneyi gezeceğiz.
“Kütüphane” deyince belki aklınıza bir bina geliyor ama burası kütüphaneden çok ileri bir yaşam alanı…
İLK İZLENİMİM: BURASI TÜRK TARİHİNİN EN BÜYÜK İKİ İSMİNE AİT
Gelirken ilk dikkatimi çeken şey, binanın dışına asılmış dev bir Atatürk fotoğrafı oluyor.
Zaten kütüphanenin ana girişindeki koridor tamamen Atatürk araştırmalarına ve kitaplarına ayrılmış.
Duvarlarda bazılarını ilk defa gördüğüm Atatürk fotoğrafları asılı.
Sol ve tarafta büyüklükleri farklı salonlar var. Her biri Atatürk portreleri ile dolu.
Bazıları sadece akademisyenlerin nadir kitapları ve belgeleri incelemeleri için ayrılmış.
Bazıları ise herkese açık.
Son izlenimim ise şu:
Buraya Atatürk’le girdim, Fatih Sultan Mehmet’le çıktım.
Bana göre Türk tarihinin en büyük iki ismi, iki kahramanı…
BURASI MODERN TÜRK ORDUSUNUN KURULDUĞU YER
Çok ilginç bir mobilya seçimi var.
Sanki Mudo’nun Maslak mağazasından alınmış gibi sandalye, koltuk, çalışma masaları.
Her biri özel tasarlanıp üretilmiş.
Burası “Bugünkü Modern Türk Ordusu’nun” kurulduğu yer.
Yani Yeniçeri Ocağının dağıtılıp, yerine kurulan ordunun.
İnşatına başlanan yıl ise 1828…
Binanın tarihine yazılacak ikinci büyük tarih te herhalde 2023…
Yani Cumhuriyet’inin kuruluşunun 100’ncü yılı.
ATATÜRK KORİDORUNDA ONUNLA İLGİLİ 25 BİN KİTAP VAR
Ve işte kütüphane, araştırma ve koruma merkezi olarak bu ikinci hayatı, “Atatürk İhtisas Kütüphanesi” adını taşıyan bu koridorla başlıyor.
Burada şu an Atatürk’le ilgili 25 bin kitap var. Yakında 30 bine çıkacakmış.
İstanbul’u düşman işgalinden kurtarıp bir anlamda ikinci defa Türklerin şehri yapan Atatürk’ten ilk fetihi yapan Fatih Sultan Mehmet bölümüne geçiyoruz.
ÇOK ŞANSLI GÜNÜMDEYİM ÇÜNKÜ YANIMDA ŞU İKİ KİŞİ VAR
Girişte şöyle bir pano var:
“T.C Kültür ve Turizm Bakanlığı ‘Sultan Fatih’ih Şahsi Kitaplığı…Rami Kütüphanesi”
Türk tarihinin büyük simaları ile ilgili ilk “Şahsi Kitaplığı” Anıt Kabir ve Çankayla Köşkünde görmüştüm.
Atatürk’ün şahsi kitaplığında gördüğüm Fransızca sosyoloji kitaplar beni çok şaşırtmıştı.
Osmanlı Sultanlarına ait şahsi bir kitaplığı ise ilk defa görüyorum.
Çok şanslı bir günümdeyim çünkü bize iki uzman eşlik ediyor.
Rami Kütüphanesi Müdürü Ali Çelik..
Ve öteki Türkiye Yazma Eserler Kurulu Başkanı Prof. Dr. Muhittin Macit eşlik ediyor.
İLK ŞAŞKINLIĞIM BLOK NOT FORMATINDA BİR KİTAP
Çoğu özel olarak Fatih Sultan Mehmet için yazılmış el yazması kitaplar bunlar.
Özel cam vitrinler içinde korunan el yazması kitaplara bakarken aralarından biri çok dikkatimi çekiyor.
Bugüne kadar el yazması eserler arasında hiç görmediğim bir format bu.
Yukarı doğru açılan bir bloknot gibi ele yazması.
Yana açılan, rulo halinde el yazması çok gördüm ama böylesine şahsen ilk defa rastlıyorum.
“Bu nedir” diye sorunca çok ilginç bir cevap alıyorum…
Fatih sefere giderken, giydiği elbisenin ceplerine veya çantaya konup sokulacak 5 tane kaliteli eseri yanına alırmış.
Bunları da bizzat kendisi ısmarlarmış.
SAYIN BAŞKAN SİZ BANA RESMEN ‘BU BİR CEP KİTABI’ DİYORSUNUZ
İşte bu bilgiyi aldığım an zınk diye duruyorum vitrinin önünde.
Bir yayıncı olarak o an kafamdan geçen cümle şu oluyor:
“Sayın Başkan siz resmen bir cep kitabı tarif ediyorsunuz…”
Yani Batılıların “Pocket Book” dediği format bu..
19’ncu Yüzyılda bulundu.
Tam tarihi ile 1820 yılında İngiltere’de önce bir kadın çantasına girecek bir format olarak tasarlandı.
Ticari hale gelmesi ise 1931 yılına gidiyor.
O tarihte Almanya’da Kurt Enoch adlı bir yayıncı cep kitabı fikrini ilk defa ortaya attı.
Ama ticarileşmesini, 1935 yılında İngiliz Penguin Boks ve 1939’da ABD’de Simon&Schuster şirketi yaptı.
Bizse burada 1453’den söz ediyoruz.
Yani 500 yıl öncesinden…
FATİH’İN ŞAHSİ CEP VE NORMAL KİTAPLARI HANGİ KONULARDA
Rami Kütüphanesi’nin bu bölümünü gezerken Fatih’e olan hayranlığım bir kat daha artıyor.
Hele hele şahsi kitaplığındaki el yazması kitaplardan ilgilendiği alanları da öğrenince bu hayranlık aynı zamanda şaşkınlığa dönüşüyor.
Mesela vitrinde gördüğüm ilk cep kitabının konusu “Ruh ve Beden Sağlığı…”
Onbirinci Yüzyılda yazılmış ve İslam tarihinin ilk ruh ve beden sağlığı kitabıymış.
Düşünebiliyor musunuz, Fatih bunu çok özel bir formatla cep kitabı haline getirmiş ve sefere çıktığında bunu okuyormuş.
EN KALIN KİTAPLARINDAN BİRİ BAKIN NE ÜZERİNE
Peki Fatih’in şahsi kitaplığında başka hangi konularda kitaplar var?
Yunan Felsefesine ait kitaplar. Üstelik bunların Arapça ve Latince çevirilerini de yaptırmış.
İskender üzerine yazılmış tarih kitapları var…
352 hastalığı ayrıntılı olarak tanımlayan ve adlandıran bir kitap var.
Haritalar üzerine kitaplar var.
Bir de çok kalın ve çok dikkatimi çeken bir kitap:
“Optik ilmi…”
Görmenin mekaniği anlatan bir kitap.
ŞİFAHANE BÖLÜMÜNDE GÖRDÜKLERDİM
Peki bu eserler bugüne kadar neredeydi?
Kültür ve Turizm Bakanı Ersoy, “Devletin kapalı odalarına, çelik dolaplarında saklanıyordu. Şimdi hepsini çıkarıyoruz, tamir ediyoruz ve çok özel bölümlerde korumaya alıyoruz.
Bu amaçla Rami’de Şifahane adıyla bir bölüm kurulmuş.
Burası bir kitap tamirhanesi..
Ama içerde çalışan bütün uzmanlar tıbbi terimlerle konuşuyor.
Hepsi üniversite sonrası bu konularda ya ihtisas yapmışlar.
Yani yaralı kitaplara şifa dağıtıyorlar.
SONUNDA YERALTINDA OKSİJEN YUTAN GİZLİ KİTAP SIĞINAĞI
Gezimizin son bölümü ise bir kütüphane değil, resmen bir uzay üssü.
Gizli bir kitap sığınağı veya yeraltında bir uzay üssü de diyebilirsiniz.
Ortasında yukarı doğru çıkan mor ışıklarla aydınlanmış bir sütün var.
Üzerinde çeşitli görüntüler yansıyor. Bir ara Aziz Sancar’ın adını portresini görüyoruz.
Burası en kıymetli en nadir eserlerin kıymetli mücevher gibi korunduğu bölge…
Tamamı 2800 metre kare…
Türkiye Cumhuriyeti’nde basılmış 1.5 milyona yakın kitap ve nadir kitaplar ve haritalar çok özel bölümlerde saklanıyor.
Bir yangın anında o bölümler kendi kendinin üstüne kapanıyor ve yangın ısısına saatlerce dayanıklı bir zırh oluşturuyor.
Ayrıca bir “Oksijen kesme” sistemi var.
Yangın sırasında oksijeni yok ederek, alvelerin yayılmasını engelliyor.
ŞEKERSİZ SAHLEP İÇERKEN ÖĞRENDİĞİM BİR RAKAM
Bakan Ersoy’la gezimiz burada bitiyor.
Oradan Millet Bahçesi’nin ortasındaki Kahve Dünyası’na gidiyoruz.
Bakan şekersiz sahlep ısmarlıyor.
Tabii ki çok mutlu.
Çünkü bir harabe olarak aldığı Rami Kışlasını 17 ayda, işte böyle insanı şaşırtan bir “Yaşam alanı” haline dönüştürmüş.
“Cumhurbaşkanın vizyonu ve desteği olmasaydı bunu asla başaramazdık” diyor.
Bence de haklı…
SAHLEP İÇERKEN İKİNCİ BİR SEVİNDİRİCİ RAKAM GELİYOR
Bu arada yöneticilerden merak ettiğim bazı bilgileri alıyorum.
Kütüphane ve Millet Bahçesi’ne gelenlerin çoğu şimdilik çevre semtlerdenmiş. Yani Rami, Eyüp, Gaziozmanpaşa’dan…
Ama en çok hoşuma giden bilgi ise şu oldu:
Kütüphanede çalışmaya gelenlerin yüzde 51’i kadın, yüzde 49’u erkekmiş.
Hep şuna inandım.
Kadınlar ve erkekler ortak işyeri, ortaya eğlenme, ortak eğitim mekanlarında biraraya geldikçe, başörtüsü veya başka şeylere Anayasal güvence aramanın hiçbir anlamı kalmayacak.
Yani başörtüsü konusu siyasilerin elinden alınacak.
En önemlisi erkekler artık kadınla ilgili bir hak ve özgürlük konusunda hak sahibi olmaktan çıkacak.
BUNU SAĞLAMAK İÇİN ARAYA DAHA KAÇ ERKEK EGEMEN YÜZYIL GİRMELİ
Benim umutla beklediğim “normalleşme” de işte bu…
Çünkü “Anayasa ile verilecek” bir güvence bana hepimiz için utanılacak bir şey gibi görünüyor.
Yani diyoruz ki, “Biz bu konuda birbirimize güvenmiyoruz, kanuna ve polis gücüne sığınalım..”
Arkadaşlar 21’inci Yüzyıldayız.
Ne başını örtmenin, ne başını açmanın o insandan başka kimseyi ilgilendirmeyen bir hak ve özgürlük olduğunu öğrenmemiz için araya daha kaç yüzyıl, kaç erkek egemen yüzyıl girmeli ki…
Bu eseri bu kadar kısa sürede gerçekleştiren herkese bir vatandaş olarak teşekkür ediyorum…
Yarın TV100’deki “Cengiz ile Ahtapot” programında bu kütüphaneyi size görüntüleri ile de anlatacağım.
Vaktiniz olduğunda mutlaka gidip görün…