Bildiğimiz en güzel vaat cümlesi şudur: "Pembe panjurlu evimiz olacak..."
Evlenip de pembe panjurlu eve geçen bir tanıdığım hiç olmadı. Belki sizin vardır.
Tasarım ve dekorasyonda zirve yaptık. Pembe panjur çizenine rastlamadım.
"Pembe panjur" imkânsızın simgesidir. Olmayacakların simgesi. Mutluluğun hayali.
Eskimiş ilişkilerin hesaplaşmasında bile unutulacak kadar sahipsiz bir vaat cümlesi. "Hani pembe panjurlu ev!!!" delirmesiyle hesap görmez kadın. "Saçımı süpürge ettim" der. Süpürge, pembe panjurdan daha gerçek çünkü.
Pembe panjurlu vaatler havada uçuşurken aşk vardır. Adanma, inanma vardır. Bir kendinden geçiş halidir.
Oysa siyaset taş gibi gerçek, buz gibi soğuk. Yani. Vaatlerin en son iş yapacağı alan.
Nedense siyasetçilerimizin kafasına "vaat geçer akçedir" gibi bir düşünce kalıbı yerleşmiş. Literatürde yok, ağızda çok.
Medyanın işine gelir. Ne de olsa, vaat dediğin şey köpürtmeye uygun.
CHP'nin seçim kampanyası, vaatler ve gerçekler üzerine zihnimi dürtüyor.
"Yüzde 30'u bulduk" diyor Kılıçdaroğlu, "Yüzde 35'i yakalarız." Çünkü vaatlerine güveniyor. Yılda iki maaş emekliye zam vaadine kapılmış.
Oysa. Ortalama insan, "Eldeki bir kuş, daldaki iki kuştan yeğdir" fikrinde çakılıdır.
Hadi psikolojik analiz eksiği bir yana.
HDP'nin barajı aşıp aşmaması, bu seçimlerin temel konusu olmuşken. Başkanlık sistemine geçişle, HDP'nin Meclis'e geçişi aynı şey olup çıktı.
Ve halâ, siyasette "pazarlık" diye bir süreç olduğunu dikkate almayan analizcilerle dolup taşıyor medya. İçerdeki HDP ile dışarıdaki HDP'nin siyasi sonucu çok da farklı olmaz.
Asgari ücret şu olacak, emekliye ikramiye bu olacak vaatleri beklenen etkiyi gösterir mi, emin değilim. Cem Uzan üslubu, Cem Uzan için geçerliydi, genellemesi olur mu hiç?
Ve. Seçmene umut vermek için söylenen "yüzde 30'u bulduk" ifadesinin, sisteme dair endişeleri olan seçmeni "Madem buldunuz, hiç değilse HDP'ye de baraj aşıralım" sonucuna götürme riski yok mudur?
Kim toz pembe vaat duymaktan hoşlanmaz ki? Seçmen davranışının kendi içinde rasyonel parametreleri olduğunu unutmamak koşuluyla.
SEÇİM KAMPANYASINDA İKİ GÜZEL İŞ
Bir, Anadolu Partisi'nin reklamı: Süresi, göz açıp kapayıncaya kadar. Genel Başkan Emine Ülker Tarhan'ın sesi ve resmi var, "Kurtuluş için yeniden Anadolu'ya geçin" diyor. Derdini anlatıyor. Kısa. Kesin. Net.
İki, HDP'nin reklamı: Gülen yüzler iyimserlik sunuyor. Kısa. Sempatik. Hedef odaklı.
OKUR SEN NE DERSİN?
Ölüm karşısında kafalarımız karışık. Ama. Ölüme dair bir konuda kafam çok net: Küçük çocuklara ölenin yüzü gösterilmesin!
Milliyet'te haber. Çorlu'da beyin kanamasından ölen polisin tabutu açılmış. 10 yaşındaki minik oğlunu tabuta eğmişler, babasını gösteriyorlar.
Güya iyilik yapıyorlar.
Halbuki. Bir çocuğa yapılacak en büyük kötülük bu. Hayat boyu taşıyacağı travma.
Babasıyla geçirdiği tüm güzel anların üstüne örtecek kadar soğuk.
Ölen yakınlarının yüzleri çocuklara gösterilmeli mi? Yoksa. Onları hep güzel zamanlarıyla mı hatırlamalı? Ben fikrimi söyledim.
AKLIMDA KALAN
İyi şeyler de oluyor hissi: İyi bir şey olsa da yazsak diyorduk. Oldu. Cüneyt Çakır Şampiyonlar Ligi finalini yönetecek. Hakemlerin en çok tartışıldığı günlere tezat bir durum. TRT'de söyleşisini izledim. Keşke tüm gençler izlese diyerek. Gerçek başarının rastlantıyla olmadığını görüyorsunuz Çakır'ın anlattıklarında. Eş-dost hatırıyla, kayırmacılıkla hiç olmuyor. Yılda iki kez Türkiye'de, iki kez UEFA'da seminerlere katılıyor. Ekibine bağlı. Ayrıca analiz ekibi var. Maç izliyor. Arşiv yapıyor. İşini seviyor. Mütevazı. Başarıyı iki şekilde özetliyor; Bir: işini sevmek. İki: çalışmak, çalışmak, çalışmak.