Ortada TSK'yı ilgilendiren bir durum yok ki!

Ortada TSK'yı ilgilendiren bir durum yok ki!

"Araştırmacı gazetecilik", Uğur Mumcu ile ölüp, geriye kalanı da Nedim Şener, Ahmet Şık'la tutuklanınca.

"Masa başı gazetecilik" de altın çağını yaşar oldu.

Gazeteler televizyonlardan, televizyonlar gazetelerden "asalak tipi" haberler üretmeye başladı.

Sipariş haberler rağbet gördü.

Twitter haber kaynağı olarak değer buldu.

Sosyal medya, haber ajansı işlevi kazandı.

"Armut piş, ağzıma düş" tipi iş yapmak, kolaya kaçmak gazetecilerin işine gelir gibi görünürken, aslında patronların işine yaradı.

Masa başında bir muhabir yettiğine göre, diğerleri her sudan gerekçeyle işten atılabilirdi.

Nasılsa yeni durumda kimsenin yokluğu fark edilmiyordu.

Masa başı işler, haberi kaynağına doğrulatma gerektirmediğinden pek çok insanın canını da yaktı. Yakıyor.

Hakkımda Zaman gazetesine manşetlik haber yapan muhabire, "Yazmadan önce bana da sorsaydınız kendimi savunma fırsatım olurdu" dediğimde aldığım cevabı hiç unutmam:

"Dün size mail attım."

Mail'e bakmışım bakmamışım zaten umuru değildi.

Bizim "gazetecilikte dip" dediğimiz "masa başı gazetecilik", şimdilerde "dibin dibini" de görmüş oldu.

Mesela. Hasan Karakaya'nın ölümü üzerine TSK'nın yaptığını sandığımız açıklama, aslında yapılmamıştı!

Açıklama vardı ama yoktu.

Hiç olmamış şeyler olmuş gibi yazılıyordu masa başında.

FETÖ'nün kumpas günlerinde. Hasan Karakaya köşesinde, Genelkurmay'ın "Halkla ilişkiler ekibinin başında" bulunduğumu yazmıştı.

Cemaat medyasında pişenlerin, iktidara yakın medyada servis edildiği günlerdi.

Karakaya'ya açıklama göndermiştim:

"Sayın Karakaya, TSK'nın halkla ilişkiler ekibinin başında olmak gibi onurlu bir görevi yaptığıma dair elinizde bir kanıtınız varsa sizden özür dileyeceğim. Yoksa, siz benden özür dilemelisiniz."

Bir daha o konuya girmedi.

İşte o Hasan Karakaya ile ilgili TSK'nın yaptığı başsağlığı açıklaması, masa başı gazeteciliği bir kez daha vurdu.

TSK, açıklamasında "dik duruşundan taviz vermemiştir" ifadesini kullanmadığı halde, Akit'i kaynak bilen gazeteciler ifadeyi TSK'ya mâl ediverdi!

Şimdi.

Karakaya'nın hakkımdaki yazısından giderek diyebilirim ki "Eğer TSK'nın halkla ilişkiler biriminde yer alsaydım, bu ifadeleri kullanıp kullanmamak bir yana, bir gazetecinin ölümü üzerine hissiyat belirtme işine girmezdim."

Ortada TSK'yı ilgilendiren bir durum yok ki.

Bir ölümden üzüntü duyduklarında açıklama yapmaları gerekiyorsa, her şehit haberinden sonra açıklama yapmaları daha anlamlı olmaz mı?

Konu nereden nereye geldi.

Halbuki bu yazıyı, Hasan Karakaya'nın ölümünün ardından sıkça söylenen "üslubu sertti ama tatlı adamdı" ifadesindeki tezat üzerinden, köşe yazarlarımızın üslubunu tartışarak bitirecektim.


AMAN DİKKAT!

Hükümetin Suudi Arabistan ve İran arasındaki soruna mesafeli duruşu, uzun bir zamandan sonra doğru bir dış politika tutumu oldu.

Hükümete diyeceğim o ki, aman tuzu kuru köşe yazarlarının "din adamını idam edenlere neden bir tane çakmıyorsun?" dolduruşuna gelmeyin.

Bu ülke hiçbir ülkenin had bildiricisi değildir, olmamalıdır.


DEĞİŞİM SONER GEDİK'LE DEVAM EDİYOR

Doğan Grubu her gün yeni bir atamayla, kabuk değiştiriyor.

Soner Gedik İcra Kurulu'nun başına getirildi. Gedik hakkında, Ömür Gedik'le evlilik yapmış olması dışında kötü bir şey duymadım.

Umarım, Ömür Gedik'i Kelebek'ten alıp, Gülse Birsel'in karşı sayfasında siyaset yazdırmaya kalkmaz.

Hoş, her şeyi kaldıran medyamız onu da kaldırır ama umarız Doğan Grubundaki değişim o noktaya gelmez.

Yine de. Soner Gedik'in, bizim Mülkiye'den mezun olması ve de devleti iyi tanıması Doğan Grubu için olumlu bir durum.

Böylece. Kim bilir belki de, artık Aydın Beyin etrafındaki Bebek koyundan bakarak siyaset ve Türkiye yorumlayanların pabucu çöpe atılır.


TÜRKİYE'DE FUTBOLUN ÖZETİ

Bir zamanların efsane kulübü Gençlerbirliği, Başkan İlhan Cavcav'ın elinde oyuncak oluyor ya.

Neyse ki, Yılmaz Vural gibi denge umursamaz bir teknik adamı bir haftada gönderdi de, üstü örtülen pek çok kiri, Vural'ın ağzından duymuş olduk.

Vural'ın açıklamaları, yeni yıl telaşı arasında kaybolmasa iyi olacaktı.

En iyi spor başlığını Hürriyet atmıştı, "Federasyon uyuyor mu" türünden.

Federasyon Başkanı Demirören "Biz bir şey yapamayız" tarzıyla işin içinden çıktı.

Bence, en iyi spor bakanlarından biri olan Çağatay Kılıç da "Seçilmiş başkan, yapmasa iyiydi de" demeye getirdi.

Oysa. Konu sadece Gençlerbirliği ile ilgili değildir.

Konu, Türk futbolundaki çarpık ilişkiler açısından özet niteliğindedir.

Ve bu ilişkiler, Hükümet müdahalesi (Cumhurbaşkanı mı demeliyim) olmadan aydınlatılamaz.

Kulüp başkanlarının diktatörce yönetimleri, futbolcuların teknik adamların üzerinde konum kazanması, spor medyasının bu tuhaf ilişkileri sürdürmedeki rolü.

Türk futboluna da bir "temizlik operasyonu" şart.

AKLIMDA KALAN

İbrahim Kalın'ın sazı: İstanbul'dan yazan köşe yazarları bir tuhaf. Herhangi bir durumu, sadece kendileri öğrenince var kabul ediyorlar. Onların bilmediği şeyler "yok" hükmünde! Mesela Cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın'ın saz çalmak ve türkü söylemekteki mahareti. Bu gizli bilgi değil. Ankara gazetecilerinin bildiği bir şeydir. İbrahim Kalın bunu gizlemez ki. Tam tersine, meşk olan ortamda kendisi de varsa, hiç gocunmaz, hava basmaz, alır sazını söyler türküsünü. Çünkü sazla ilişkisi, seyirciyle ilişkisinden daha önceliklidir. Dolayısıyla Ahmet Hakan'ın konuyu kendisi öğrenince mal bulmuş Mağribi gibi abartarak yazması da, Ertuğrul Özkök'ün ondan alıp köşesine koyması da Ankaralı gazeteciler için hayli gülünç bir durumdur.