Operasyonun medya ayağı

Operasyonun medya ayağı

Ortalama her okumuş yazmış biri Althusser’i ve onun “Devletin İdeolojik Aygıtları” makalesini bilir.

Althusser o makalede, devletin halk üzerindeki kontrolünü “baskı” ve “ideoloji” aygıtlarıyla sağladığını anlatır.

Son yıllarda, halkı kimin kontrol edeceği üzerine yoğun çatışmalar yaşanıyor Türkiye’de.

Uzlaşmalar bozuldu. İşbirlikleri çöktü.

Önce devletin “baskı” aygıtlarından ordu, hallaç pamuğuna çevrildi. Şimdi de diğer baskı aygıtı polis.

Erdoğan, devletin içine yerleşmiş “cemaat” ekibini tasfiye ederken, - tam olarak başarması kuşkulu elbette- sırada hangi aygıt var kısa zamanda göreceğiz.

Bugünlerde “ideolojik aygıt” medyaya operasyonun eli kulağında deniyor. Tweet, tweet operasyonların medya ayağından söz ediliyor.

(Althusser’i okumamış olanlara küçük not: medyanın ideolojik işlemesi sadece Erdoğan’ın ya da Gülen’in reklamının yapılması anlamına gelmez, eğlence programlarının içeriğine kadar varır iş.)

Şimdi.

Hükümet medyaya operasyon yapacaksa, nasıl yapacak?

Diyelim ki, cemaat sermayeli medya gruplarının kapısına mali ekipleri, belediye ekiplerini sıraladı.

Peki, son on yılda ortaya çıkıveren köşe yazarlarının durumu ne olacak, işlerine son mu verdirecek?

Diyelim ki öyle oldu, ortada iki soru durmuyor mu;

Bir, bu kişiler sayfa sayfa asılsız haberleriyle, uyduruk belgelerle insanların (benim de) itibarını zedelemeye çalışmaktan yargılanmayacaklar mı?

İki, geçmiş dönem cemaat ağzıyla insanları infaz edip, edepsiz üsluplarıyla masum insanların kapılarına kırmızı çarpı koyup bugün aynı hızla Hükümetin tarafına geçenler ne olacak?

Cemaatle aynı safta kalemlerini kılıç gibi kafa kesmekte kullanan tipler, abuk sabuk, “hata yapmışız” özeleştirisiyle temizlenmiş mi olacaklar?

Geçmiş günahlarından kimin nezdinde muaf olacaklar; Erdoğan’ın mı, yargının mı?

Bugün cemaati satan bu şahsiyetsiz isimler yarın da Erdoğan’ı satmayacaklar mı?

Ve elbette en önemli soru:

İfade, haberleşme özgürlüğü ilkeleriyle, insanlara (insanlığa) karşı işledikleri suçlar arasındaki çizgi nasıl çekilecek?

Bir de kendi sorum var;

İmzasız ve asılsız bir belgeyle beni Zaman’ın ilk sayfasına taşıyıp annemin hastalığının hızla ilerlemesine, ailemin tedirgin olmasına neden olan Ekrem Dumanlı.

“Dosyada vardı biz de kullandık, açıklama yaparsanız yayınlarım” diyen ve açıklamamı bir sözcüğünü çıkararak yayınlayan Ekrem Dumanlı.

Asılsız belgelerle haber yaptığı için kötü gazeteci mi, tekzip metnimi tek sözcük eksiğiyle yayınladığı için iyi gazeteci mi? Bu kararı kim verecek?

Annem verecekse, Dumanlı ağır cezada yargılanması gerekecek kadar suçlu.

Önemli olan, Dumanlı’nın vicdani olarak kendini yargılaması ve kendisine vereceği ceza. Bu konuda da umudum yok.

Yapılması gereken tek şey var; zihniyette operasyon. Medyada, orada, burada operasyon değil.

Yargıda, poliste, orduda, medyada işini adam gibi yapmayı, evrensel insan hakları kriterlerine uygun yapmayı, yapmayanları sistem dışına atmayı sağlayacak bir zihniyet operasyonu.

Halâ ahlâk diye, iş ahlâkı, adamlık ahlâkı diye bir şey olduğunu hatırlatmayı sağlayacak bir zihinsel operasyon.

Ve ne yazık ki iktidardan bunu talep edemeyecek kadar aciz muhalif partilere sahibiz. Hepsi de cici çocuklar.

ALLAH ALLAH, BEN NASIL ERDOĞANCI OLDUM Kİ?

Geçen gün. Gazeteciler.com’u açtım, “günün köşe yazarı” seçilmişim. Seçen Adnan Berk Okan olunca gülümsedim. O beni ve yazılarımı sever.

Yazıya tıkladım. O da ne! ABO Erdoğan’cı yazar yapmış beni.

Kimlik bunalımına girip çıktıktan sonra, gülmeye başladım.

Burası Türkiye idi.

Burada birinden değilsen mutlaka diğerinden olduğun içindi.

CHP adayını benimsemediğim. Komik ötesi, acıklı seçim kampanyasını eleştirdiğim için Erdoğan safına yazılmıştım direkt.

Burası Türkiye idi. Senin bir şey olmaktan başka bir şey olmaya geçmene hiç gerek yoktu.

Olduğun yerde dursan bile. Etraf değiştikçe, onlara göre senin de yediğin yaftalar değişiyordu.

Burası Türkiye idi. İlerlemek için iyi olmak değil, olduğun yerde durman yetiyordu. Başkaları gerileyince sen ilerde kalıyordun.

Burası Türkiye idi. Sağcı ya da solcu olman sana bağlı değildi. Başkaları kendi konumlarına göre seni bir yere koyuyordu.

Sevgili ABO’ya zerre kızmış değilim. Hakkımda o kadar çok güzel yazı yazdı ki, bu da nazar boncuğu olsun…

KİŞİSEL NOT: PROFESÖR…

Ankara Üniversitesi’ne asistan olduğum ilk günlerden itibaren medyanın referans kişilerinden biri oldum.

Bu benim ne muhteşem biri olduğumdan değildi. Uzmanlık alanı olarak seçtiğim siyaset ve imaj konusu Türkiye’de yeniydi ve bu ikisini birlikte çalışan tek kişiydim o günlerde.

Akademik kariyerimi medya önünde yaptım. Unvanlar hiç umurumda olmadı. İşini iyi yapmak yeterli kriterdi.

Doçentliğe bile bir okura kızdığım için başvurdum. “Bir şey biliyor olsaydın, bunca yıl yardımcı doçent kalmazdın” demişti hem kızgın hem de bunca yıl beni takip etmekten vazgeçmemiş okurun biri.

Tam ona “Doçentlik için başvurup da kazanamazsam haklı olurdunuz ama daha hiç başvurmadım ki” cevabını yazacakken… Vazgeçtim.

Gittim başvurdum, beş kişilik doçentlik jürisinden oybirliğiyle doçent oldum.

O gün buluştuğum Fatih Altaylı “Biz size hep profesör muamelesi yaptık, siz daha yeni mi doçent oldunuz” esprisini yapmış, epeyce eğlenmiştik.

Bana kalsa profesörlüğe de başvurmazdım. “Profesörlük”, özellikle kadınların yaşına 15-20 yıl daha koyuyor hissim var.

Ama. Kariyeri medya önünde yapınca okur senden meraklı çıkıyor. Durmadan “profesörlük ne zaman” soruyorlar, durmadan “Doçentlikten sonra beş yıl beklemesi var” diyordum.

Süre doldu. Üniversitem kadro açtı. Beş kişilik jürinin oy birliğiyle profesör oldum. Dosta düşmana duyurulur:)

AKLIMDA KALAN

“Kendimizi iyi hissettirecek bir bayram olsun” dileği: Her bayram. Hep. Aynı dilekler. Sağlık, mutluluk, sevgi, barış dolu dünya vs. Dilekler iyi, sonuçlar kendi bildiği gibi. Bu kez. Öyle soyut ve gücümüzün yetmediği dileklerle usulü yerine getirmek yerine. Daha somut bir önerim var. Kendimizi daha iyi hissetmemizi sağlayacak bir öneri: Dargın ya da kırgın olduğunuz biriyle barışın. Ona doğru bir adım atın. Bayramların esas amacı bu değil miydi, unutturulan hani? Hepimiz dargın olduğumuz biriyle konuşmaya başlasak. Dünya azıcık daha iyi ve azıcık daha barışa yakın olmaz mı? Üstelik bu kendi başımıza yapabileceğimiz bir şey. Dünyayı iyileştirmek hamaset dolu sözlerden, sonuçlarına etki edemeyeceğimiz dilekler dilemekten geçmez, kendi dünyamızda atacağımız bir küçük adım bile dünden daha iyi, daha zengin olmamızı sağlayabilir. İyi bayramlar:)