Televizyon kanallarından birinde dinledim haberi…
Sonra ayağa kalktım, ellerimi havaya doğru şöyle bileklerimden hafif kırarak açtım…
Dua ettim…
Haber ne miydi?..
İngilizce’nin ikinci dil olarak kullanıldığı memleketlerden birinin HeadMinister’i (O ülkede başbakanlara öyle deniyormuş) bir açıklama yapmış…
Ve…
Üniversiteli gençlerin demokrasiye ve laik hukuk devletine iman etmiş, kız – erkek aynı evde kalan ve bu birliktelikte hiçbir kötülük aramayan; olaya sadece “bel altından bakanları” da alaya alanları HeadMinister’in o açıklamalarına itiraz etmişler…
HeadMinister açıklamasında ne mi demiş?..
Söyleyeyim:
Ülkenin; kişi başına ancak birbuçuk metre kare yeşil aşan düşen şehrinin en mütevazı ama tarihi güzelliği olan; küçücük ama “en yeşil, en ağaçlık” meydanlarından birindeki ağaçları keseceklerini, o güzelim ve sevimli koruya devasa bir alışveriş merkezi yapacağını söylemiş…
Gençler işte o açıklamayı “çağdışı, barbar, Vandallık” olarak niteleyip sosyal medya denilen sanal mekânlarda protesto etmişler…
Ülkenin HeadMinister’i o protestolarından ya haberdar olmamış, ya haberdar edilmemiş ya da haberdar edilmiş ama “inatçı” olduğu, “dediğim dedikçi” karakteriyle kendi görüş ve düşüncelerine itiraz edenleri hiç sevmediği için acilen emir vermiş…
Ve…
O yemyeşil korudaki ağaçlar kesilmeye başlanmış…
Bunun üzerine eline kitabını, tabletini, gitarını, flütünü, kemanını alan ne kadar üniversiteli genç varsa yollara düşüp o güzelim koruya koşmuşlar…
Ve geceyi orada şarkılar söyleyerek, okudukları kitaplar üzerine tartışmalar yaparak geçirmişler…
Derken…
Sabah olmuş çok erken…
Ki…
Bir de ne görsünler…
“Zabıta” denilen “emekçi memurlar” ile “polis” adı verilen bir başka emekçi memurlar bir taraftan o gençlerin konakladıkları çadırları yıkar, yakarken; diğer yandan da gençlerin üzerine biber gazı kapsülü fırlatıyor, tazyikli su sıkıyorlarmış…
Derken…
Vicdan sahibi, laik hukuk devletinden ve özgürlüklerin genişletilmesinden yana olan genç, orta genç, hafif yaşlanmış genç, çok yaşlanmış genç bütün vatandaşları o gençlere destek vermek için o küçük ama şirin korunun olduğu meydana koşmuşlar…
Bu arada, her zaman olduğu gibi elbette kimi kötü niyetli, o demokratik protestolardan nemalanmak isteyen, sevimli protestoları bir tür iç savaşa dönüştürmek isteyen yasadışı örgütler de doluşmuşlar meydana…
Ve…
Adlarına “Polis” denilen devlet memuru emekçiler kimin yasadışı kimin demokrat olduklarını bildikleri halde meydanda toplanan herkesi “koy aynı sepete” yapıp kimine tazyikli su, kimine biber gazı, kimine de mermi sıkmışlar…
Ölenler, gözü çıkanlar, kolu bacağı kırılanlar, beyin travması geçirenler olmuş…
O ülkenin HeadMinister’i; demokratik laik hukuk devletinden yana olan o sevimli gençlerin de her birini “terörist, Vandal, çapulcu” olarak tanımlamamış mı?..
Bu sefer anneler, babalar, büyük anneler, büyük babalar da ayaklanmışlar…
Ve…
O güzelim, küçük ama yemyeşil koruya koşmuşlar…
Bir arbede daha…
Polislerin sıktıkları biber gazı ve tabancalardan ağır yaralananlara, “Hipokrat yemini” etmiş doktorlar tıbbi müdahale yapıp “ölü” sayısının daha da artmasının önüne geçmişler…
Sonra ne olmuş biliyor musunuz?..
Eğer benim dinlediğim haberi dinlemediyseniz nereden bileceksiniz?..
O halde ben söyleyeyim…
O ülkenin savcıları; o koruda demokratik haklarını kullanan gençlerin içinden yaralananları tedavi ederek hayata döndüren doktorlar aleyhinde savcılık soruşturması başlatmışlar…
Ve şimdi sıkı durun…
O ülkenin (adını halen hatırlayamıyorum) savcıları, o ülkenin doktorlarına, “ulan ..na…. ..duklarımın doktorları… Kim ulan o İtokrat mıdır nedir o ..zevenk?.. Söyleyin ulan o ..nenin kim olduğunu… Yoksa görürsünüz gününüzü?” dedikten sonra soruşturmayı tamamlamışlar…
Ve…
O gençlerin hayatlarını kurtaran doktorların hapis cezalarıyla tecziye edilmeleri için dava açılması talebiyle ağır ceza mahkemesine başvurmuşlar…
Yaaaaa…
İşte böyle…
Haberi dinledikten sonra düşündüm de…
Allah bizi öylesi bir HeadMinister’dan ve savcı kümesinden korumuş…
Ya bizim savcılarımız da öylesine adaletsiz, merhametten yoksun, vicdansız olsaydılar?..
Ya Gezi Protestoları’nı soruşturan bizim savcılarımız da o ülkenin savcıları gibi olsaydılar?..
Bereket; hukuk devleti ile guguk devletini birbirine karıştıran…
Her kuşu kalkıp da “guguk guguk” diye ötünce demokratik haklarını kullanan bütün sorumlu vatandaşlara “terörist” gözüyle bakan savcılar iyi ki bizim hukuk sistemimizde yok…
Bir tek “Tane” bile yok…
Ya, bizim HSYK’muz da o tür savcılar gibi savcıları Gezi Protestoları’nı soruşturmakla görevlendirseydi?..
Allah korudu hepimizi…
Hem de çok korudu…
Çookkkk…
Şükürler olsun…