Ne zaman köpek, ne zaman insan olurum!..

Ne zaman köpek, ne zaman insan olurum!..

ADNAN BERK OKAN

Başkalarından nefret etmek zor değil ki…
Kolaysa eğer kendinizden nefret edin…
İşte o çok zordur…
Ama…
Bendeniz o zoru bazen çok kolay başarırım(!)..
Öyle zamanlar olur ki kendimden nefret ederim…
Nedir o zamanlar?..
Televizyonda karşıma fikirlerimle değil de geçmişimle ya da sadece fiziki olarak bedenim ve ruhumla kavga etmek isteyenler çıkarıldığında…
O andan itibaren ben de artık karşıma çıkarılan hastalıklı ruh gibiyimdir…
Çünkü ruhumun en belirgin özelliklerinden biri muhatabımın ruhuna uyum sağlamasıdır…
Tıpkı İncili Çavuş’un Osmanlı elçisi olarak Fransa Kralı’na gönderildiğinde söylediği gibi…
Otantik öyküyü bilmeyenler için hatırlatayım…

İncili Çavuş’un elbisesindeki yamaları gören Kral;
“Koskoca Fransa Kralı’na senden başka gönderecek adam mı bulamadılar ki karşıma yamalı elbiseli birini göndermişler?”
diye çıkışınca İncili Çavuş saygılı bir gülümsemeyle vermiş cevabını:
“Padişahımız efendimiz adama göre adam seçip de gönderirler... Beni de size uygun görmüş olsalar gerek ki size gönderdiler”.

Benim ruhum
da aynen öyledir
Karşılaştığı ruh kirliyse hiç gocunmadan kirlenir, edepsizleşir…
Muhatap edildiğim ruh temiz ise benim ruhum ondan daha temiz olmaya gayret eder, nezaket ve saygı gösterir…
Aslına bakarsanız, ruhumun kavga etmek istediği kötü ruh sayısı üçü geçmez…
Diğer ruhların hepsi tertemizdir benim için…

Nereden mi çıktı şimdi bu?..
Gazeteciler.com’da “alkış, kazandı, kaybetti, günün köşe yazarı” gibi seçmeleri benim yaptığımı sanırım bilmeyen yok…
Ya da bilenler zaman zaman o tercihlerimi de eleştirirler…
Dün, HaberTürk TV’de Didem Arslan Yılmaz’ın modere ettiği “Türkiye’nin nabzı” programının değişmez dört konuğunu (Mehmet Altan, İhsan Bal, Mithat Sancar, Fuat Keyman) alkışladığım için eleştirildim biliyor musunuz?…
Eleştirenler arasında birkaçı ağız birliği etmiş gibi; dört değerli bilim adamı için “vatan haini, bölücü liboşlar” diyordu…
“Körler sağırlar birbirini ağırlar” diyen bile vardı içlerinde…
Oysa dört akademisyenin ortak görüşleri çok yoktu belki ama ortak tavırları çoktu…
Neydi ortak tavır?..
Söyleyeyim:
Karşılıklı sevgi, saygı, hoşgörü…
Fikirleri arasında uyum olmadığı her durumda nezaket uyumu olması…

Peki ya diğer sözüm ona tartışma programları?..
Onlarda bu uyumdan eser var mıydı?..
Ne gezer?..
Bütün tartışmacılar; benim ruhumu kirleten üç ünlü kirli ruhun ikiz kardeşi gibi birbirlerine giriyorlardı…
Şimdi aklıma geldi, sizinle de paylaşayım:

Bir gece, katıldığım bir TV programına eski bir bakan da katılmıştı telefonla…
Öylesine yalan şeyler söylüyor, kendi ruhi kirliliğini öylesine bana da bulaştırıyordu ki kendimi kaybetmiştim…
Daha sonra o görüntülerimi izlediğimde gördüm ki; ben olmaktan çıkmış canavarlaşmıştım…
Gözlerim kan çanağına dönüşmüştü…
Kırmızı görmüş bir boğa gibi ben de saldırıp duruyordum eski bakana…
Sakin bir şekilde karşılıklı olarak birbirimizin görüşlerimizi çürütmeyi tercih edeceğimize karşılıklı olarak bir birimizin karakterlerimizi, kişiliklerimizi çürütmüştük…

İşte kendimden nefret ettiğim anlardan biridir o bakan eskisini muhatap alıp da canavarlaştığım anlar…
Aklımın kıçıma kaçtığı, ruhumun kanalizasyona düşüp hem zayıfladığı hem kirlendiği anlar…
Program bittikten sonra beni o kirli ruhlu eski bakanla (bir başka seferinde kirli ruhlu bir gazeteciyle) kapıştıran kardeşime sitem etmiş; “insanlık yolunda düşe kalkan ancak yürüyebilen biriyle beni tartışma caddesine çıkarıp yürüttüğün için teessüf ederim” demiştim…

Yazımı, “önce kendine bak, seni de ekranlarda gördük; köpek gibi hırlıyordun” diyen okura verdiğim cevapla bitireyim:
“Doğru, haklısınız çünkü karşımda bir başka köpek olduğunda ben de köpekleşiyorum ama bu; insan olduğum durumlarda insanca eleştiri yapmama engel değil… Ve ben genellikle insanımdır”…
Evet…
Genellikle insanımdır…
En azından; üç köpek ruhlu ile karşılaşıncaya kadar insanımdır…

[email protected]