Ne oldu bu köşe yazarlarına?

Ne oldu bu köşe yazarlarına?

Geçtiğimiz günlerde Hasan Cemal'in Milliyet'teki yazısını okurken, aniden, köşe yazarlarının nasıl da sıradanlaştığını fark ettim.

Her ne kadar Ertuğrul Özkök yurt dışında katıldığı bir toplantıdan 'köşe yazarlığının önemi artacak' araştırma sonucunu aktararak meslektaşlarına bir umut dağıtmış olsa da, Türkiye'deki durum bu meslek erbabı için pek iç açıcı değil.

Türkiye'de köşe yazarlığı gün geçtikçe etkisini kaybediyor. Bunun nedeni de ne yazık ki köşe yazarlarının kendileri.

Sahi, okumadığınız zaman eksikliğini hissettiğiniz kimse kaldı mı Türk medyasında?

Bu soruya ben - üzülerek - "hayır" cevabı veriyorum. Kaldı ki ben  "sektörün" içerisindeyim. Yani köşe yazarlarının birçoğunu "görev icabı" okumak durumundayım. Okuyorum ve görüyorum ki yazılar boş, anlamsız, en iyi ihtimalle tekrarın da tekrarı.

Nasıl oldu, neden oldu, anlamıyorum, eskiden keyifle okuduğum kalemler bile bugün bana yavan gelmeye başladı. Bu sadece bana özgü bir deneyim mi diye düşünüyorum bazen. Çevremde küçük bir araştırma bile yaptım. Gördüm ki bu hissimde yalnız değilim.

Hadi hep birlikte bazı kalemleri masaya yatıralım. Bakalım eski tadı veriyorlar da biz mi almayı başaramıyoruz...

Mesela Hasan Cemal. Ne oldu Hasan Cemal'e? Eskiden de böyle sade suya tirit  yazılar mı yazardı? Hasan Cemal'i üstüste birkaç kez atlayın, okumayın, bakalım bir eksiklik hissedecek misiniz?

Ya Engin Ardıç? İyi hatırlıyorum, eskiden ne güzel  yazılar yazıyordu. Kemalizmle mücadelede takıldı kaldı. Katı Kemalizim de, Kemalistler de bitti ama Engin Ardıç hala aynı yerde. CHP bile değişiyor, Engin Ardıç aynı. Birinin Engin Ardıç'a  "Bırak artık bu  'dinazorlar'ın peşini. Adamlar zaten Silivri'de gün sayıyorlar. Sen de artık 'yeni dünya düzeni'ne uygun bir şeyler bul." demesi lazım.

Peki Ertuğrul Özkök'ün vardığı noktaya ne demeli? Gerçi şimdi birçoğunuzun 'kalktığı nokta neydi ki, vardığı nokta ne olsun' dediğini duyar gibiyim. Evet haklısınız. Ama son dönemde onda da, 65 yaş krizi ve yurtdışındaki restoranlarda tattığı yeni şaraplar dışında birşey göremez olduk. Adam Bild'de yazmaya başladı fakat oradaki sermayesi bile ' ben Müslümanım ama namaz kılmam, oruç tutmam ve şaraptan iyi anlarım'ın ötesine geçmiş değil. Türkiye'den git Almaya'da yaz ama yine önemli herhangi bir konuda bir fikir beyan etme! Adamlara şaraptan bahset, olacak şey mi Allah aşkına!

Peki ya Ahmet Altan? Sahiden içinizde Ahmet Altan'ın yarın ne yazacağını merak eden kaldı mı? Artık tahmin ediyoruz değil mi, Ahmet Altan'ın da ne yazacağını? 'Kürt açılımı, kültürel haklar, askerin zırvaları' arasında takılıp kaldı. Sanırım Ahmet Altan 'öküzün başına başına vurmayı' biraz abarttı. Ne dersiniz?

Kardeş Mehmet Altan'ın durumu da ortada. Onun bir dünya görüşü var ama yazarlığı yok. Yazarlığıyla alakalı ilk doğru tespiti baba Altan'ın bir röportajında görmüştüm. Baktım, benim de düşündüğüm ama adını tam koyamadığım bir şeyi söylüyor Çetin Altan.

Baba Altan oğullarını şöyle anlatmıştı: 'Ahmet gençken de çok güzel yazılar yazıyordu. Çok severdim kalemini. Mehmet'in ise bana Bursa'dan kestane şekeri getirmesini çok severdim.'

Keşke Mehmet Altan kestane şekeri taşımaya devam etseydi. Nasıl? Daha faydalı olmaz mıydı?

Bu listeyi bu şekilde daha da uzatabilirim. Farkındaysanız 'yandaş' olarak tanımlanan yazarlardan kimseyi listeye koymadım. Çünkü onların ne yazdıklarını, ne yazacaklarını, dahası ne yazmayacaklarını ne yazık ki hepimiz ezberledik.

"Yeni nesil" köşe yazarı olarak lanse edilen isimlere bakınca başka bir trajik tabloyla karşılaşıyoruz. Kifayetsiz muhterisler olarak ortalıkta dolaşıyorlar. Kabadayılığı, zibidiliği, sokak ağzıyla ekranlarda nutuk çekmeyi, kelime dağarcıkları tükendiğinde 'ulan'a başvurmayı onlarda görüyoruz. Bunların kendilerine ne hayırları var ki memlekete hayırları olsun... Bu "yeni nesil" yazar numuneleri "yavşaklığı"  dünya görüşü diye satmaya çalışıyorlar. Marifetleri bundan ibaret.

Medya köşe yazarlığı açısından daha önce hiç bu kadar tatsız tuzsuz olmamıştı. Bu kadar sığ, bu kadar sıradan, bu kadar düzeysiz değildi hiçbir zaman. Eskiden köşe yazarının belli bir dünya görüşü olurdu. Okuruna bir bilgi aktarır, bir görüş açısı sunardı.  Köşe yazarı bir kanaat önderiydi eskiden. 

Köşe yazarlarımız önce okurlarını, sonra da köşeleri kaybedecek bu gidişle.

Yiğit Bulut'u artık Başbakan da kurtaramaz

Bir yazı yazdım, dedim ki ' Yiğit Bulut Başbakan Erdoğan'ı konuk ettiği programlardan sonra aldığı eleştiriler sayesinde koltuğunu bir süre garantiledi.' Tezim, Başbakan Erdoğan'ın ilgisini çekmiş bir yöneticinin kolay kolay koltuğunu kaybetmeyeceği şeklindeydi. Gelin görün ki Yiğit Bulut hata üstüne hata yaptı, o kadar ki artık onu Başbakanla olan ilişkisi de  korumaya yetmeyecek.

Niye böyle bir duruma soktu kendisini, anlayabilmiş değilim.

Evet, aldığım bilgilere göre Yiğit Bulut gidici. Hattâ Habertürk'ün patronları Bulut'un yerine arayış içerisine girmişler bile. Teklif götürdüklerinden biri de bir arkadaşım.

Eh, nereden bilebilirdim Yiğit Bulut'un bu kadar bariz hatalarla kendini bu kadar kısa sürede  tüketeceğini?  Adam "terminatör" gibi, farkı kendisini yok etmek için uğraşması.

Yiğit Bulut'u bu saatten sonra ben de kurtaramam, Başbakan Erdoğan da kurtaramaz.