Ne kızgını, öfkeden deliriyorum

Ne kızgını, öfkeden deliriyorum

Dün sosyal paylaşım sitelerinden birine Ersoy Dede’nin bir mesajı düştü.

“Bu gün saat 17.30’da, Coşkun Sabah ile Ferdi Özbeğen’i konuşacağız” mealinde bir duyuru...

Hemen programımı ona göre ayarladım ve saat 17.30’da Ülke TV açık olarak ekran karşısındaydım…

Ve kendisini de diğer birçok değerli insanımız gibi Ocak ayında kaybettiğimiz Ferdi Özbeğen’i çok sevdiğim Coşkun Sabah’ın anlatımıyla anmak için hazırdım.

Coşkun sakin ama çaktırmadan kırgın bir ses tonuyla medyanın geçmiş dönemlerin sanatçı değerlerini görmezden gelişlerine sitem ederken, rahmetli Ferdi’nin de medyaya kırgın öldüğünü hatırlatıyordu.

Onun müzik ve insan kalitesinden övgü ile söz ederken benim hafıza isimli arşivim de eskilere çok eskilere gidip Ferdi Özbeğen sayfalarını dolaşıyordu.

 

Hişşşt; hooopppp; orada mısın ey popüler veya haber televizyonu kanal yöneticisi?..

Ya sen çok satan gazetenin genel yayın yönetmeni; sen orada mısın?..

Duyuyor musun?..

Kimi mi?..

Ferdi Özbeğen’i…

Bak işte orada, bulutların üstünden sana sesleniyor…

Ne dediğini duyamıyor musun?..

Tabii duyamazsın…

Yaşarken duydun mu ki şimdi duyasın?..

O halde ben sana aktarayım ne dediğini…

Oku:

“Kırgınım!” diyor…

Yok efendim senin anladığın dilden “öfkeliyim” falan dediği yok; sadece ve munis bir ses tonu, gülümseyen gözleriyle “kırgınım” diyor…

Ne kadar da nazik, saygılı ve centilmen…

“Kırgınım!”..

Rahmetli “kırgın” olsa da ben sana “kızgınım” arkadaş…

Ne kızgını; öfkeden deliriyorum…

Pampişleri, cincoşları, minnoşları, ninnoşları üzerine parfüm sıkılmış bir çöp gibi getirip attığın ekranına; mücevher gibi parlayan Ferdi Özbeğen’i kaç kere konuk ettiğini bir hatırla bakalım…

“Müşterisi yoktu” mu diyorsun?..

Yuh ulan sana!..

Ekranını onunla şereflendirdin de müşterilerini mi kaçırttı?..

Haassstronomi oradan be paranın ve gücün tutsağı olmuş soytarı?..

 ABO

1965 Altın Mikrofon Müzik Yarışmasını meselâ…

Ferdi Özbeğen Orkestrası ile katılmıştı yarışmaya, birinci olamamıştı ama aklımda kaldığı kadarıyla dereceye girmişlerdi…

Daha sonra 1970’li yılların ortaları olmalı, Yeşilköy Çınar Otel’de karşılaştım Onunla; Uğur Dündar da sevgili dostum, arkadaşım Tevfik (Özal) ile ortak olarak otelin pastanesini işletiyordu.

Ve 1977’de (Çınar Otel grevdeydi yanlış hatırlamıyorsam) Şevket Uğurluel gibi Ferdi Özbeğen de o dönemin en kaliteli büyük otellerinin lobilerinde piyano çalıyorlardı…

Henüz yaygınlaşmamış bir küçük de kutucuk vardı hemen piyanonun yanı başında…

Adına “ritimbox” diyorlar…

Aklınıza gelen bütün Batı ritimleri vardı…

Rumba, salsa, bassenova, twist ve tabii bolero, swing, slow ve caz falan da…

Yani bir elektro bateri ve bir de piyano, buyurun size orkestra...

Bütün Batı pop müziklerinin orijinallerini çalıp söylüyorlardı…

Bazen de klasikleşmiş kimi Türk müziği melodileri giriyordu aralara…

 

Ferdi Özbeğen ticarileşmek istiyor olsa gerek ki bir longplay de yaptı…

Birinci yüzü; sözleri Zeki Müren’e bestesi Ekrem Güyer’e ait Nihavent eser “Unutturamaz seni hiçbir şey” ile başlayıp sözlerini Seval İlçi’nin yazdığı, Yesari Asım Arsoy’un Nihavent eseri “Bekledim de gelmedin” ile devam ediyordu…

Bütün şarkıları hatırlamıyorum ama Ferdi Tayfur’un bestelediği ve o dönemde çok popüler olan “Dilek çeşmesi” vardı sanıyorum.

Ve bir başka hatırladığım şarkı da o günlerde Bülent Ersoy’un arkasında ud çalan Coşkun Sabah’ın bestesi “Baharı bekleyen kumrular gibi” idi…

Karımla evleneli henüz bir yıl olmuştu ve Moda’da oturuyorduk.

26 yaşımda, dönemin kendi sektöründe çok güçlü şirketlerinden birinde satış müdürüydüm.

Ferdi’nin bugünkü adı Taksim The Marmara Otel olan ama o günlerde Hotel İntercontinental tarafından işletilen otelin en üst katında çaldığını duyduk…

Tabii ki hemen gittik…

Smokin giyip gitmiştim…

Günün mana ve önemini, sanatçıya ve onu dinlemeye gelen konuklara verilen değeri bilmem anlatabiliyor muyum?..

O günlerde ritimboxlarda alaturka ritim yoktu…

Ferdi de Türk müziği veya fantezi ya da Arabî (Arabesk değil çünkü Arabesk müzik yok)

müziklerde mecburen batı ritimlerini kullanıyordu…

Halk Batı ritimleriyle söylenen, piyanonun sadece eşlik ettiği ve Ferdi’nin sanki odada, yanınızdaymışçasına söylediği o şarkıları tutmuştu…

Çok kısa bir süre sonra da Elmadağ’daki Sevillanas’a geçti Ferdi

Küçücük ama üst düzey kalitede bir gece kulübü…

Her hafta cumartesi gecesi kemerli kapının dibindeki masa bizim için ayrılırdı…

Taa ki Ferdi, Taşlık’ta Şale’ye geçinceye kadar…

Şale, Sevillanas’a göre çok büyüktü ve sanki Sevillanas’taki o sihir bozulmuş gibiydi…

Ve bir de 12 Eylül askeri darbesi Ferdi’ye de darbe vurmuştu…

12 Eylül’den önce gece saat 11’de piyanosunun başına geçen Ferdi ertesi gün sabah dörde kadar çalar söylerdi…

Darbenin getirdiği gece 24’ten sonra sokağa çıkma yasağı vurdu Ferdi’yi…

Daha sonra da zaten asla 12 Eylül öncesine dönmedi…

Bu arada unutmadan; Şale’deki Ferdi’yi de yine seviyorduk ama müşteri(!) bozulmuştu…

Biz bu defa Sevillanas’ta Ferdi’nin yerine gelen Coşkun Sabah’ın müdavimi olmuştuk…

Ud ile beşli, yedili İspanyol akorlar basan bu çılgın genç adam bizi adeta havalara uçuruyordu…

Neyse; konum Allah uzun ömürler versin Coşkun Sabah değil…

Ama unutmadan; Türk sanat müziği makamlarıyla yapılmış en mükemmel fantezileri Çoşkun’un yaptığını da bu arada mutlaka söylemeliyim…

 

Coşkun Sabah Ferdi’yi anlatırken hep o geçmiş geceleri yaşadım.

Ferdi’nin enstrümanlardan her zaman önde olan “net” sesini ve fantezi müziği kendine has yorumlayışını.

Sahnede bir yandan piyanosunu çalarken diğer yandan yaptığı sohbetleri…

Esprilerindeki kaliteyi, düzeyin yüksekliğini…

Coşkun medyadan şikâyet ederken neredeyse ağlayacak gibi oluyordu.

Haklıydı…

Medyamız kolay tüketimden yanaydı.

Kadın eti göstermeyi gerçek sanatçılara tercih ediyordu…

Günümüzün aklı başında gençlerinden çoğunun bizim kuşağın gerçek sanatçılarını dinlemeyi tercih edeceğini ya bilmiyor ya da görmüyordu.

Popüler müzikte Berkant’lar, Ferdi’ler, Ömür’ler, Salim’ler, Selami’ler, Coşkun’lar, Erol’lar; Türk müziğinde Ahmet’ler, Zekai’ler, Vedat’lar yaşarken öldürülmüşlerdi…

Şimdi artık Ferdi ve Berkant fiziken de yoklar…

Sadece gençler değil elbette halkın çoğunluğuna geçmiş değerleri unutturarak, yenileri sevdireceklerini zannediyorlardı…

Şimdi artık Ferdi yok ama televizyon ve gazete yöneticileri birden onu hatırlayıverdiler…

Bu nasıl bir medya dünyası Allah aşkınıza!..

Değerlerin bilinmesi için ölmek mi lâzım?..

 

[email protected]