Anonslarını da sayarsanız, tam bir haftadır Hürriyet’te,
Ertuğrul Özkök tarafından Fenerbahçe Basketbol takımının
zaferi tefrika edilip duruyor.
Üzerine, Milli Takımın 2-1’lik yenilgisinden, “kahraman
Fatih Terim” destanı yazılıyor!
“Oh ne alâ memleket” ifadesiyle, “bu ne pespayelik” ifadesi
arasında söylenip dururken…
Cengiz Semercioğlu, köşesinde yazdı. “Biri Ertuğrul
Özkök’e Fenerbahçe’nin basketbolda Avrupa şampiyonu
olamadığını söylemeli” dedi.
Ve “Madem spor müdürümüz Mehmet Arslan söylemiyor, o
görevi üstleniyorum” diye de ekledi.
Bildiğimiz gibi Hürriyet’te “Birbirimizi hem döveriz hem de
överiz” modası hakim.
Yine de. İkinciliğe “göklere çıkarılan zafer” muamelesi
gösteren tavra tavır koymak kutlanası bir şeydi.
Aradım Cengiz’i. Kutladım.
Moda tabirle, “İkincilikten zafer çıkarma neyin kafası? İyi
yazmışsın, eline sağlık” dedim.
Bir yanda. Lig şampiyonluğunu kaçırmanın üzerini örtmek
için köpürtüldükçe köpürtülen basketbolda ikincilik.
Diğer yanda. İngiltere’ye 2-1 yenilen Milli Takıma destan
yazmış muamelesi yapan bir medya.
Sahada yenilen Fatih Terim’e, cep telefonunu hakeme
gösteren saha kenarı kahramanı muamelesi yapan ülkemin
medyasının zavallı hali nedir ya?
Milli Takımın teknik adamı Terim değil de, Abdullah Avcı, Şenol
Güneş olsaydı, vay hallerineydi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’a soruyorum: Kazanma hedefimizi,
ikincilik düzeyine indirmemiz ve zafer anlayışımızı
yenilgilerde arama konusunda ne düşünüyorsunuz?
Ahaliye soruyorum: Birincilik ve galibiyet dışındaki
sonuçların zafer sayılmadığı tek alan spordur. Unuttuk
mu?
Medyayı, Aziz Yıldırım ve Fatih Terim’in halkla ilişkiler
şirketine, görkemli gazetecileri de bu ikisini cilalama
elemanlarına dönüştüren derin ilişkiler ne zaman ortaya
dökülecek?
2-1’lik maçın tek golünü attığı için aldığı tebrik mesajlarına
Hakan Çalhanoğlu’nun verdiği yanıttaki onurlu duruştan ders
çıkaran olur mu?
“Biz yenildik ne kutlaması” demesi, medyanın Aziz Yıldırım
ve Fatih Terim destekçilerinde hiç utanmaya yol açmıyor
mu?
Bu kaçıncı yazışım, Türk futbolu spor medyasının karanlık
koridorları aydınlatılmadan temizlenemez!
Spor medyasının kendini zeki, âlemi dangalak sanan
yazarlarının spordaki pespayelikte hiç mi dahli yok?
Yenilgide göbek atma psikolojisi, ruh hastalığı
belirtisidir!
MHP BAŞARIRSA, CHP İFLAS
EDER…
Kendi partisinden umut kesen CHP’li, MHP’de olanlara dikkat
kesilmiş durumda.
Eğer. MHP’de genel başkan değişir, bir de Meral Akşener gelirse
oy vermeye hazır CHP’li sayısı az değil.
Kemal Bey de bal gibi durumun farkında.
Farkında ki, söylemi bolca kan’lı, küfürlü olmaya
başladı.
AH NİJAD…
Beni en çok etkileyen şiirlerden biridir, Recaizade Mahmud
Ekrem’in “Ah Nijad”ı…
“Hasret beni cayır cayır yakarken
Bedenimde buzdan bir el yürüyor.
Hayaline çılgın çılgın bakarken
Kapanası gözümü kan bürüyor.
Dağda kırda rast getirsem bir dere
Gözyaşlarım akıtarak çağlarım.
Yollardaki ufak ufak izlere
Senin sanıp bakar bakar ağlarım.”
Öyküsü dokunaklıdır “Ah Nijad”ın. Şiiri öyküsüyle
sevenlerdenim.
En sevdiği oğlunu gencecik yaşında kaybeden Ekrem, bir daha
hiç gülmemiş. Ölünce de oğlunun yanında toprağa verilmiş,
oğluna hasreti bitsin diye…
Ne zaman Nejat İşler’le ilgili bir habere gözüm takılsa “Ah
Nijad”ın dizeleri geçer içimden.
Yakalandığı hastalıktan kurtarabilmek için parmaklarını
kestiler onun da.
Ve o, her fotoğrafında ellerini saklıyor. Ya cebine sokuyor ya
da bedeniyle gizliyor. Gözümden kaçmıyor.
Ahh Nejat İşler… Kesilen parmaklarını gizlemene hiç gerek
yok. Bu bir eksik değil. Bir kusur hiç değil.
Senin, kesilen parmaklarının yerine koyacak kocaman bir
yüreğin var…
Parmakları yerli yerinde onca arsızı görmektense, senin
ellerini gizlemediğin fotoğraflarına bakmayı tercih
ederim…
PEK DE “MÜKELLEF”
DEĞİLDi…
Geçen akşamların birinde. Karaköy’de. Arda
Türkmen’in “Mükellef”ine gittik.
Küçük asansörün önündeki genç kız yığınını görünce “Burası
moda bir yer mi?” dedim. Kızlar “Öyle olmasa gelir miydik”
bakışı fırlattılar.
Mükellef’te ilk dikkatimi çeken manzaranın güzelliğiydi.
Galata Kulesi’nin ışıkları ortama yansıyordu.
Mekân kalabalıktı. Lezzetten mi, şöhretten mi
meraklandım.
Açıkçası. Arda Türkmen, isminin şöhretini kazanca çevirmek için
bir meyhane açmış. Sonra da bırakıp gitmiş.
Ne mezeler aman amandı, ne de sunumda özen vardı.
Televizyondaki şeker Arda’dan eser yoktu
mekânda.
İstanbul’un vasatı göklere çıkarma özelliği burası için de
geçerliydi.
Bu bizim umurumuzda mıydı? Hiç değildi. Mesele, nerede ne
yediğin değil, kiminle yediğindi…
Biz de sohbetin koyuluğundan bu ayrıntılara hiç takılmadık
zaten..
AKLIMDA KALAN
“Bu kadar güzel anlatılabilirdi” dedirten iki
durum: Birincisi, Diyarbakır’da.
Kocasından gördüğü şiddeti 25 kez polise şikâyet eden ve
sonunda da 6 kurşunla yaralanan Elif Şimşek, kadına şiddet
ve cinayet davalarında uygulanan “iyi hâl
indirimi”ni öyle güzel özetlemiş ki, bugüne kadar
kimse bunu yapamadı: “İndirim uygulanırsa, bana çok az
ömür biçilmiş olacak…”
İkincisi, Cübbeli Ahmet’in kızından geldi. Babasının itirazına
rağmen gelinlik giyen kızı “Baba saçmalıklarına beni
bulaştırma. Her kadın evlenirken gelinlik giymek ister ve sen
kadınlara ne giyeceğini söyleyemezsin, bu kızın
bile olsa…” dedi.