Uzun zamandır bir kenara not etmeye değer özlü bir söze rastlamıyordum.
İnternette karşıma çıkan bir duvar yazısında rastladım: “Belki de gezegenimiz galaksinin tımarhanesidir…”
Okurken bir an, “gezegenimiz” kısmını “ülkemiz” gibi algıladım.
Baksanıza halimize.
Televizyon kanalları sokaktan toplanan insanlarla dolu diyeceğim, sokak daha temiz.
Mustafa Kemal’e ve annesine hakaret konusunda ise en güzel sözü Fatih Altaylı söyledi:
“Her kadını kendi anneleriyle meslektaş zannediyorlar…”
Annem hep “annelerine küfretme” derdi, o yüzden ben de anneannemin benzetmesiyle, “Anaları bunları doğuracağına taş doğursaydı” diyeceğim o da taşa hakaret olacak.
Offfffff.
Ekranlar, tımarhanenin en iflah olmaz hastaları yatırdıkları koğuşa döndü.
Az sağlıklı kalanı dövüyorlar!
İktidara yakın medyada bir kavga kopuyor, Ülker’in 1 Nisan reklamı gibi.
Kimse bir şey anlamıyor, sadece onlar birbirlerini biliyor.
“İslamcılarla Müslümanlar mı”, “İslamcılarla tetikçiler mi”, “İslamcılarla Pelikancılar mı” bir garip ikilem.
Tıpkı arap saçı gibi, çözmeye çalıştıkça karışıyor.
Durumu açıklamaya çalışan her köşe yazısı, kafaları daha bir karıştırmaktan başka işe yaramıyor.
CHP’deki durum da pek farklı değil.
En deneyimlisi diyeceğimiz Baykal, ne dediğini/yaptığını bilmez halde.
Selin Sayek Böke’yi hepten geçiniz. Siyasi varlığını Kılıçdaroğlu’na borçlu olduğunu unutmuş gibi, kendi kendisini kapı önüne koydu.
Bilgiyle akıl aynı değil işte.
Bir de Fikri Sağlar krizi çıkardılar durup dururken. Siyaseten ölü bir adamı diriltiverdiler iyi mi?
Daha da komiği, bu yukarıdakilerin hepsi, el ele vermişler 2019’da Erdoğan’ın karşısına kimin yüzde 49’un adayı olarak çıkacağını tartışıyorlar!
2017’yi sağ salim bitirdik sanki de…
Saçmanın saçması da yüzde 49’luk sabit bir bütün var sanıyor olmaları!
Medyada söz söyleyen, teşhisi açıkça konmamış bu tipler, önceki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de CHP, MHP ve HDP’nin oylarını toplayıp yüzde 60’ı buluyorlardı!
Bu durumları açıklamak için ben, şu Ankara’da dolaşıp duran “Gökçek halk ekmeğin içine bir şey katıyor, millet de gidip ona oy veriyor” söylentisine benzer bir söylentiye inanmaya hazırım.
Birileri bu medyanın ve CHP’nin havasına bir şey püskürtüyor olmalı. Oralarda olanları zekâ ile açıklamak mümkün olamıyor.
Böyle bir ortamda bile, istikrârlı biçimde yazı yazan, program yapanlara şaşıyorum.
Bir deli doktorunun şöyle bir sözünü hatırlıyorum: “Akıl hastalarıyla uğraşmak için senin de onları en azından taklit etmen gerekiyor.”
Dünyanın tüm psikiyatrları yalvarırım toplanınız.
MACRON’UN SEÇİMİ
Yeni dünyanın bireyi baştan sona yeni bir ruh halinde.
Bu yeni hâl, özellikle tercihlerde bulunurken kendini gösteriyor.
“Sistem”in bireylere sonsuz bir tercihler demeti sunduğu söylenir.
Yok öyle bir şey. Açıklaması uzun iş, kısaca geçeyim.
Her şey yeni ama ürettiğin hep aynı.
Cep telefonu mesela. En ileri teknoloji. Yüzlerce telefon seçeneği var gibi duruyor değil mi?
Özünde iki tane: Android ya da IOS. Samsung ya da I-phone.
İşte politika da öyle.
Daha geçende yazmıştım, ki aynen de öyle oldu, ABD seçimlerinde Trump, “Aman Hillary olmasın da” diyenlerin oylarıyla kazandı.
Şimdi de Fransa’da, “Le Pen gelirse” korkusuyle Macron’a yöneldi seçmen.
İşin gerçeği, bizde de durum benzer.
“Evet” oyu verenlerin önemli kısmı, “hayır” çıkarsa ülkeyi Kılıçdaroğlu yönetecek sanıyordu.
Zannımca bu analizi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ekibi de yapıyordur. O nedenle Mayıs Kongresiyle birlikte 2010 öncesine dönmek için tüm yolları deneyecekler.
AKLIMDA KALAN
Sonunda güzel konuşan birine rastladım hissi: Nasıl güzel bir his anlatamam. Perşembe günü “CFO Summit”i izledim. Tabii İstanbul, İngilizlerin bir şehri olduğu için onlar “Finans Yöneticileri Zirvesi” yerine “CFO Summit” diyorlar. Salona baktım, bir tek İngiliz yok ama durum bu. Neyse. Bugüne kadar, TÜSİAD ve TÜSİAD başkanlarının dökülen iletişimini eleştiren onlarca yazı yazmış biri olarak orada TÜSİAD Başkanı Erol Bilecik’in konuşmasını dinledim. Söyleme şekli, söylediklerinden daha güzel. Söyledikleri de iyi. “Onlar” ve “biz” ayrımı yapmıyor, ortak bir dil kullanıyor. Muhalif olmadan, kabalaşmadan yapılması gerekenleri sıralıyor. Bunları sıralarken parmak sallamıyor. Yapılması gerekenleri sıralarken içinden eleştiri de çıkıyor ama kırmadan dökmeden. “Ülkemizin yüzü bin yıldır Batıya dönük” gerçeğini anımsatıyor, AB ilişkilerinin önemine vurgu yapıyor. Zaten konuşmasında da “yapıcı bir dil kullanmanın önemi”nin altını çiziyor. Bağcıyı dövmek değil, üzüm yemek istiyor Bilecik. Onunla çalışan iletişimciler gerçekten çok şanslı.