Mehmet Altan daha önce Star gazetesindeki köşesinde üstü kapalı, çaktırmadan yaptığı eleştirileri gazeteden ayrılınca daha bir yüksek sesle dile getirmeye başladı. Bu tutumunu kınayacak değilim. “Vay, yazarken niye bunları söylemiyordun” türü eleştirileri de bayağılık olarak görüyorum. Çünkü hepimiz insanız. Hepimiz rızık endişesi taşırız. Mehmet Altan’ınki de bundan kaynaklanabilir.
Neyse, mesele bu değil. Mehmet Altan’ın açıklamalarında benim dikkatimi çeken, AK Parti’ye yakın gazetelerin iktidar baskısıyla reklam aldıklarını ileri sürdüğü cümleleri.
Peki Mehmet Altan’ın bu iddiası doğru mu? AK Parti’ye politik destek veren medya organları iktidar baskısını kullanarak mı reklam alıyorlar?
Elbette! Şaşırdınız mı?
Şaşırmayın. Şimdi ne demek istediğimi açıklayacağım.
İlla şaşıracaksanız Mehmet Altan’ın bu iddiasına şaşırmış numarası çekenlerin, “vay, nasıl olur böyle bir şey, bunun neresi ahlaki” diyerek ortalıkta "namuslu gazeteci" pozu verenlerin utanmazlıklarına şaşırın.
Bu açıklamalardan hayrete düşenlerin yıllardır aynı yöntemle hak etmedikleri reklamları nasıl kendilerine kanalize ettiklerini bilmeyen kaldı mı?
Yıllarca hem devlet kurumlarının reklamlarını, hem de özel sektör reklamların hak etmedikleri halde belli yayın organlarına baskıyla, şantajla, tehditle, yalan haberle nasıl yönlendirdikleri bilinmiyor mu?
Sanıyorlar ki bunlar unutuldu.
Yaklaşık 20 yıl bu sektörde yöneticilik yaptım.
"Merkez medya"nın veyahut ‘eski medya’nın dışında kalan yayın organları, yıllarca bu ülkede reklamdan hak ettikleri payı alamadıkları için hiçbir zaman bir arpa boyu yol kat edemediler.
Reklam pastasından pay almada tiraj, etkinlik bu arkadaşların kurdukları düzen sayesinde hiçbir zaman yeterli bir veri olarak kabul görmedi.
100 bin tirajlı Yeni Şafak reklam pastasından Aydın Doğan’ın 40 bin satan bir gazetesinin yarısı kadar bile pay alamıyordu.
Mesela Zaman gazetesi yıllarca Milliyet’ten Vatan’dan daha fazla satmasına rağmen son birkaç yıl hariç bu gazetelerin ancak yarısı kadar reklam alabiliyordu.
Refahyol ve AK Parti iktidarı dışındaki dönemlerde muhafazakar gazetelerde Ziraat, Halk, Vakıfbank, gibi devlet kurumlarının reklamlarını yıllarca hiç görmedik.
Çünkü reklam veren bürokrat "merkez medya" tarafından tehdit ediliyordu.
Özel sektör de reklam dağılımı yaparken tiraj ve etkinliği gözetmiyordu. Çünkü reklam dağıtım işlerini üstlenen medya planlama ajansları bir ideolojiye göre yapılandırılmıştı.
Geçerli olanın tiraj ve etkinlik olduğunu ileri sürüp firma sahibini ikna ettiğinizde, reklam ajansı ne yapıp ne edip firma sahibini veyahut yetkilisini bu cenahın gazetelerine ilan vermemeye ikna ediyordu.
Üstelik bu tutumun hala devam ettiğini düşünüyorum.
Peki bu reklam ajansları, namusluca, hakşinas biçimde, verilere bakarak reklamları dağıtmadığına göre bu haksızlığa maruz kalan gazeteler, TV’ler ne yapacak? Hangi yolla hak ettikleri reklamları alacak? Nasıl bir yol bulup reklam ajanslarındaki ideolojiye göre hareket edenleri hizaya getirecek?
Bu konuda var mı sağlam bir önerisi olan?
Eğer iktidar etkisi geçer akçe olmasaydı Borusan'ın geçen ay işlediği ayıptan dönmesi mümkün olur muydu? Borusan’ın yaptığı mı ayıp, yoksa iktidarın bu konuda korkutucu olması mı?
Diğer taraftan yapılan bu haksızlıkları sineye çekip oturmak mı daha düşük, yoksa hak ettikleri reklamı almak için farklı yollara başvurmak mı? Hangisi?
Medya organlarının hayatlarını sürdürmeleri aldıkları reklama bağlı olduğu düşünülürse, onlarca gazetenin geleceği reklam ajanslarında kümelenmiş üç beş ideolojik takıntılı arkadaşın insafına mı terk edilecek?
Bu sistem başka bir yolla normale döndürülemediği için devreye ister istemez iktidar kozu giriyor. Bunun neresi ayıplanacak bir davranış?
Tüm bunların çerçevesinde reklam pastasının adilane dağıtılması için bazı ‘güç’lerin kullanılması taraftarıyım. Bugün AK Parti’ye politik destek veren medyadaki yönetici arkadaşların bu işi yapamadıklarını, korkak davrandıklarını düşünüyorum. Korkak davrandıkları için hala bir arpa boyu yol kat edemediler. Hala milyonlarca lira zarar etmeleri başka nasıl açıklanabilir ki? Ne reklam kanallarını açacak yeni yöntemler geliştiriyorlar, ne de sektörde iddialı oyuncu olmak için esaslı işler çıkarıyorlar.
Nasıl olacak bu? Kim, hangi patron ömür billah zarar eden bu gazeteleri finanse edecek?
Bu kesimin yöneticilerinde ilginç bir rahatlık var, farkında mısınız? Sanki yeni, namuslu, karakterli, esaslı işler çıkaran bir medya kurmak, geliştirmek onların görevi değil.
Mehmet Altan’ın iddiasını açıklığa kavuşturacak ilginç bir anımı paylaşayım sizinle. Paylaşayım ki söylenmek istenenin ne olduğunu daha iyi anlayasınız.
Star gazetesinde yönetici iken reklam dağılımındaki haksızlığı gidermesi için gazetenin reklam sorumlusu arkadaşla beraber reklam veren büyük şirketlerden birine gittik
Toplantı başladı. Elde veriler mevcut. Star gazetesinden daha az tirajlı bir gazeteye Star gazetesine verilen birim fiyatın üç katı bir fiyatla reklam veriyorlar. Üstelik bu gazeteye yıllık olarak Star’ın neredeyse üç katı kadar da bir bütçe ayırıyorlar.
Toplantıda tane tane buradaki haksızlığı anlatarak olayın çarpıklığını masaya koydum. Ve bunun düzeltilmesi gerektiğini söyledim.
Fakat o zaman işin başında olan arkadaş, bu kadar açık farkın tek seferde düzeltilemeyeceğini, ancak yıllık %10’luk düzeltmeler yaparak bir ayarlama yoluna gidileceğini söyleyince kendisine “Siz bu yöntemle aradaki adaletsizliği 15 yılda düzeltemezsiniz. Bu böyle olmaz. Bu dengesizliğin hiç olmazsa yarısını bu yıl diğer yarısını da gelecek yıl ortadan kaldıralım” dedim. Şirketin reklamdan sorumlu yetkilisi talebime şöyle bıyık altı bir gülümsemeyle "mümkün değil" cevabı verdi.
Bunun üzerine “Ben şimdi buradan gidiyorum. Size birkaç gün müsaade, ya bu haksızlığı düzeltirsiniz veyahut artık bu grupta sizin reklamlarınıza yer vermeyeceğiz. Reklamlarınız bu grupta yayınlanmadığında nasıl bir algı oluşacağının da farkındasınız değil mi?” diyerek orayı terk ettim.
Ben daha dönüş yolundayken kurumda olağanüstü bir hareketlilik başlamış. Gazeteye vardığımda o şirket grupta yayınlanan reklamlarının hem birim fiyatındaki haksızlığı, hem de yıllık bütçedeki haksızlığın büyük kısmını düzeltecek öneriyi gazeteye geçmişti.
Ne demişler? "Zor görülünce oyun bozulur.” Aynen öyle oldu.
Peki şimdi ben iktidar baskısıyla zorla reklam mı almış oldum? Yoksa o gün o haksızlığı düzeltmemekte direnen ideolojik takıntılı arkadaşa bir ders mi verdim? Sizce hangisi?
Uzun zamandır söylüyorum: Türkiye’nin namuslu bir medyaya ihtiyacı var. Bunun olabilmesi için her alanda ciddi bir temizliğe ihtiyaç var. Kimseyi kayırmadan, kimseye düşmanlık beslemeden, herkese hak ettiği ölçüde payın verildiği bir dağılımın oluşması gerek.
Bu düzenlemeyi yaparken bu sefer ‘yeni medya’nın lehine olacak düzenlemelerden uzak durulmalı. Çünkü ancak o zaman sektörde zeka, kalite, başarı bir kriter haline gelir.
‘Yeni medya’ oluşturmada temel esas ahlaki yeterlilik ve kamusal sorumluluk bilinci olmalıdır. Çünkü ideolojilere göre şekillenen medyadan kimseye bir fayda gelmiyor.
Haksızlığı gidermek için yola çıkanlar bu sefer de tabloyu kendi lehlerine çevirmeye çalışmaktan uzak durmalılar.
Eğer adil bir sistem kurulursa, kimin ne numara çektiği ortaya çıkar.