Tam bu sözcüklerle demez ama, yazdıklarından yukarıdaki anlam çıkar.
Bizde bu sözün başka türlüsü var: Ateş düştüğü yeri yakar. Soma’da sevdiklerini yitiren insanların acılarına ne kadar üzülsek de, onlar kadar yanmayız aslında.
Başkalarının acılarına üzülmenin gerisinde “Ya benim başıma gelseydi”, “ya benim sevdiğim ölseydi” türü bencilce bir iç rahatlama da vardır.
Soma yanarken. Sorular var kafamda öbek öbek.
Mesela, bir insan kaç kez ölür?
Pek çok kez.
İlki gerçek ölümdür. Hayatın saati, olmaz bir yerde durur.
Sonra medya tarafından öldürülürsünüz sayısız kez. Ekranlar defalarca ölüm kusar. Yakın çekim. Genel çekim.
“Çizmelerimi çıkarayım mı?” gibi masumca sorudan, delinmiş çoraplara dayanan kameralar ölenlerin etinden et koparır defalarca. Medya yeni tür yamyamdır, iştahı hiç kapanmaz. Bilen bilir.
Mesela, doğru soru nedir Soma’nın ardından? Kafamda dönüp duruyor.
Neden öldüler, nasıl öldüler, kimdiler, öyküleri neydi? gibi sorular uçar havada.
Kriterleri ölümdür. Başka kimler ölmüştü aynı biçimde? Ne zaman, nerede? Sorular uçar havada.
Oysa doğru sorunun dayanak noktası ölüm mü olmalı, yaşam mı?
Boğaz’ın altından kıta birleştiren teknoloji, nasıl oluyor da madencilikte yaşamlara kaynak olmuyor?
Mesela, doğru soru şu olabilir mi: toplu ölümlerde hep somut bir gerekçe aranıyor da, gerçekler üzerinde neden durulmuyor?
Demem o ki, şirket hatası, insan hatası, denetim hatası derken…
Günlüğü 44 TL'ye gelen işçilerin hayatının değeri konuşulmuyor. İşçiye 44 TL yatırım yapan işveren, onu hayatta tutacak önlemlere kaç TL yatırır ki?
Mesela, öbeklenmiş bekliyor kafamda sorular; toplu yas tutmak için ölü sayısının asgarisinin ne olması gerekiyor? 150 mi? 200 mü?
200’ü geçti, yas ilan ettik.İçimdeki en büyük isyandır ANAP’ın 10 Kasım’ları toplu yas tutmaktan çıkarması.
Birlikte ağlamayı bilmeyenlerin birlikte gülecek günleri olmaz.
Birlikte yas tutmayanların birlikte yaşamaları olmaz.
Sontag’ın sözüne dönecek olursak…
Kendi acımıza ağlar gibi olmasa da, Soma’nın acısına ağlayalım. Gözyaşlarımız, “birey” kutsamasıyla ayrı ayrı düşmüş insanları birbirine yapıştıracak kadar güçlü bir tutkaldır.
AKLIMDA KALAN
Karalar bağlamak: Evim bir site içinde. Biz her bayram binalarımız arasına çelik halatlarda dev bayraklar asarız. Her 10 Kasım’da Mustafa Kemal fotoğrafları dolar gözlerimizin içine. Soma acısının sıcağında, site yöneticimizi aradım, “Biz neden birlikte yas tutmuyoruz?” dedim, anlamadı. “Neden bayrak asıyoruz da acı günlerimizde de karalar bağlamıyoruz, kapkaradan kumaşlar asmıyoruz?” “Haklısınız”, dedi yönetici, “Düşünmedik bunu, yapmamız gerek.” “Evet” dedim, “ben çektiğimiz acıların paylaşılmasının bizi daha insan yapacağına inanıyorum.” Yöneticimiz kara kumaş siparişini hemen verse de yetişmeyecekti Soma için asmaya. Yine de sipariş verecek. Dilerim asmak hiç nasip olmaz.