Medya patronlarının sonu Atatürk gibi olur mu?

Medya patronlarının sonu Atatürk gibi olur mu?

Yazımın başlığına bakarak okutmak için bir numara çektiğimi sanmayın. Size örnek olarak gerçek bir hikayeyi anlatacağım.

Mustafa Kemal Atatürk'ün kısa bir dönem gazete patronluğu yaptığını biliyor muydunuz?

Peki ya parası bitince bu sevdasının son bulduğunu?

Neyse, önce medyadaki şu küçülme tartışmalarına değineyim, bu konuya sonra geleceğim.

Son günlerde medyada yeni bir tenkisat dalgasından bahsediliyor. Eminim siz de görüyorsunuzdur. Birçok yayın organı yine personel çıkarma ve küçülme hazırlığında. Hattâ bir kısmı başladı bile.

Fakat benim dikkatimi çeken, bu tür haberler verilirken nedense hep ilgili grubun patronunun suçlanıyor olması.

Üstelik bu haberlerde, medya patronlarının yaşamlarındaki lüks bir ayıpmış gibi sunuluyor. Kimin nasıl bir şatafat içerisinde yaşadığının hesabını tutacak değiliz. Mesele zaten o değil.

Bana kalırsa ortada bir 'gazeteci terörü' var. Hem başarısızlar hem de suçu patrona yıkıyorlar. Ne büyük tuhaflık!

Şimdi gelin, birkaç soruyla meseleyi anlamaya çalışalım.

Medyadaki bütün başarısızlıklar niçin patronlara yükleniyor? Hangi patron gazetesinin satmamasından ve zarar etmesinden sorumlu?

Mesela Turgay Ciner. Adam yüzlerce milyon dolar yatırım yapmış. Yıllardır, her ay büyük rakamlarla ifade edilen zararı cepten karşılıyor. Fakat grubu hala zarar ediyor. Bu durumdan ve sonuçtan niçin bir tek o sorumlu tutuluyor?

Elinizi vicdanınıza koyun da söyleyin, Aydın Doğan Radikal'in aldığı son şekil  için maddi anlamda neyi esirgedi? İyi tanıtım kampanyası mı yapmadı? Yoksa gazetenin baskı sayısını mı kısıtladı?  Personelin maaşını zamanında yatırmıyor mu? Hangi görevini yerine getirmedi? Söyleyin Allah aşkına!

Benzer bir durum başka kurum için geçerli.

Grubunun yöneticisi konumundaki arkadaş  6 patron değişmiş, şimdi yedincisiyle büyük bir atılım (!) içerisinde.  Önceki 6 Patron istenilen parayı vermekten başka ne yapmış? Yayın politikasına mı müdahil olmuşlar? Kime yazdırılıp kime yazdırılmayacağı konusunda bir telkinde mi bulunmuşlar?  Veyahut 'zarar' adı altında harcadığınız paranın gerçekte nerelere gittiğini mi sormuşlar?

Yoksa milyonlarca dolar harcayan bu patronlar, kalemle yazdığınız o tirajların sahteliğini yüzünüze mi vuruyorlar? Söyleyin, çekinmeyin.

Peki zarar eden medya organlarının yöneticilerinin yüzleri bu tablo karşısında niçin kızarmıyor? Niçin hovardaca harcadıkları patron parasının bir gün biteceğini hesaba katmıyorlar?

Bu arkadaşların yaptıkları  gazeteler satmıyor. Yönettikleri TV'ler izlenmiyor. Bundan dolayı da patronlar zarar ediyorlar. Olay bu kadar açık.

Peki ne yapacaktı medya patronu? Bu arkadaşların kişisel zevzeklikleri için küçülmeye değil de, yeni yatırıma mı gidecekti?

Bugün birçok gazete ve TV'nin durumu ortada: İyi yönetilmiyorlar.  Ve yüzlerce gazeteci için işsizlik planları yapılıyor. Peki bu ayıp kimin?  Yıllardır parayı verenin mi, yoksa bu parayla hâlâ bir başarı sağlayamayanın mı?

Hadi verin cevabı.

Bir de bu arkadaşlar şöyle bir nakarat tutturmuşlar: "Sektörde Hürriyet ve Kanal D dışında kâr eden kurum yok'".

Yok ya? Niçin yok? Niçin olmuyor? Başarısızlıklarınızı  örtmek için bu gerçeklikten uzak tez sığınağınız oldu,  öyle mi?

Yapmayın.  Allah aşkına milleti kendinize güldürmeyin.

Başarısızlıkları değil, başarıları örnek alın.

Peki yüksek maaşlarla köşe kapan zevata ne demeli? Görüyor musunuz başarısız bir sektörün yazarlarının kibirlerini?

Gören de bu arkadaşların her birinin büyük bir okur kitlesi sahibi olduğunu zanneder, değil mi?

Kaç köşe yazarı çalıştığı  gazeteyi sürükleyecek çapta?  Kaç köşe yazarı yarından itibaren yazarlığı bıraksa eksikliklerini fark ederiz?

Beyler farkında değil misiniz, internet medyası alıntılamasa yazılarınızdan sizin bile haberiniz olmayacak!

Ne yazık ki medyada yer kapmış  çoğunluğun ne yazdıkları, ne yaptıkları ,ne de kişilikleri artık rağbet görüyor. Dikkatinizi çekmiyor mu?

Halk düşünce üretmeyen, meseleleri ahlaki bir sorumlulukla ele almayan, bu işi kamusal bir sorumlulukla icra etmeyen, iyi iş çıkaramayan, mesleğe olan heyecanını kaybetmiş bu güruha ilgi duymuyor, prim vermiyor, destek çıkmıyor.

Tamam.  Çalışanların durumu bu. Peki patronlar sütten çıkmış ak kaşık mı? Yok mu bu tabloya onların katkısı?

Elbette var.  Hani derler ya: Böyle başa böyle tarak.

Hep anlatılır. Haldun Simavi Günaydın gazetesini kurduğunda ilk birkaç ay bakar ki gazete beklenilen tiraja ulaşmadı,  bu tirajla gazetenin sübvanse edilmeden yayın hayatını sürdürmesi imkansız, her ay ciddi zararlar edecek.

Hemen yazı işleri kadrosunu toplar ve şöyle bir konuşma yapar:

“Arkadaşlar bu tirajla benim bu gazeteyi devam ettirmeme imkan yok. Her ay bu kadar zararı cepten karşılayarak bu işi sürdüremem. Eğer siz kendi maaşlarınızı hak edecek bir tirajı yakalayamazsanız, bilin ki 2 ay sonra ben maaş ödeyemem. Bu saatten sonra karar sizin. Ya gazetenin tirajını artıracak işler çıkarırsınız veyahut 2 ay sonra ben bu gazeteyi kapatıyorum”

Bunun üzerine herkes işin ciddiyetinin farkına varır ve bu sonucu bilerek çalışmaya başlar. Görenler der ki “Hakikaten insanlar öyle çalışmaya başladılar ki, 2 ay sonra gazete tirajında beklenmedik bir artış sağlandı ve gazete zarar etmez hale geldi.”

Peki bugün benzer resti çekecek bir medya patronu var mı sektörde?

Bizdeki patronlar resti daha çok gariban muhabirlere çekiyorlar. Tirajdan asıl sorumlu yöneticilere ve yazarlara değil.

Ama medya patronlarının bu acıklı durumlarına 'teselli' olacak bir örneğim var .

Yukarıda bahsettiğim mesele.  Falih Rıfkı Atay,  'Çankaya' kitabında Mustafa Kemal Atatürk'ün  kısa süren gazete patronluğu serüvenini anlatır.

Hikaye şöyle:

Ordular Grup Komutanlığından İstanbul'a dönen Mustafa Kemal, annesinin de yardımıyla biriktirdiği 3-5 bin liralık tasarrufunun büyük kısmını ticaret yapıp artırmak niyetiyle bir tüccara verir. Fakat bu tüccar incir ticareti yaptığını söyleyen bir dolandırıcı  çıkar. Mustafa Kemal'in bu tasarrufunun büyük kısmı orada batar.

Sonra ortaya bir gazete meselesi çıkar. 5 arkadaşıyla beraber bir gazeteye ortak olur.

Mustafa Kemal'e derler ki 'Gazete işi var, çok tatlı bir iş. Yazacaksın, yazdıracaksın, fikir kavgaları yaptıracaksın, üstelik para da kazanacaksın.'

Atatürk büyük bir heyecanla gazeteye ortak olur.

Sabah telaşla sokağa çıkar. Zanneder ki insanlar erkenden kalkacak , gazete satıcılarından  o gazeteyi alacak. Fakat görür ki hiç kimse gazete okumuyor. Kimsenin elinde, sahibi olduğu gazete yok. Üstelik gazete satıcıları da ortalıkta yok.

Yani gazetesinin satmadığını fark etmekte gecikmez.

Büyük heyecanla başlayan bu gazete patronluğu,  elinde kalan son kuruşuyla birlikte biter.

Mustafa Kemal bile son kuruşunu bu sektöre harcadığına göre, bugünün medya patronları niye harcamasın ki?

Hem ne de olsa vatana millete  hizmet için harcıyorlar, değil mi?