Haftasonu sosyal medyada gözde konu, Mehmet Ali Birand'ın Abdullah Öcalan'a ev hapsiyle ilgili 'absürt' sorusuymuş.
Mehmet Ali Birand Abdullah Öcalan'ın ev hapsine alınmasının 'ne kadar elzem' olduğunu anlatırken, bir de tuhaf soru ortaya atmış. Soru şöyle: 100 şehit mi, yoksa Abdullah Öcalan'a ev hapsi mi?
Ben daha soruyu okur okumaz aklımdan Mehmet Ali Birand için 100 şehit mi daha önemli, yoksa Öcalan'ın ev hapsine alınması mı diye geçti.
Sizce hangisi?
Mehmet Ali Birand için gerçekten de 100 şehit Öcalan'dan daha öncelikliyse, bu meseleyi bu kadar absürt bir şekilde ele almazdı herhalde. Haksız mıyım?
Kaldı ki niye 100? Sayıyı kim verdi? Mehmet Ali Birand'ın bu çıkışı, medyadaki bazı arkadaşların meseleyi ele alırken akıl sağlığından nasıl yoksun kaldıklarına bir örnektir.
Toplumu ikna etmek için sağlıklı, mantıklı, namuslu bir çaba harcamak artık bizim entelektüellerin, gazetecilerin, aydınların pek yapmadıkları bir şey.
Kendilerini taraftarlığa öyle kaptırmışlar ki, PKK adına toplumu tehdit etmekte bile beis görmüyorlar.
Kaldı ki mesele çözülecekse, Abdullah Öcalan elbette ev hapsine alınabilir. Tartıştığımız bu değil. Üstelik daha önce de yazdım: Bu ülkede eğer bir gün idam sehpası kurulacaksa, Abdullah Öcalan listenin başında olmayacaktır.
Dediğim gibi, tuhaf olan Abdullah Öcalan için ev hapsi önerilmesi değil. Aydınların, gazetecilerin PKK adına tehdit diline sarılmış olmasıdır.
PKK'nın direncini kıracaklarına, toplumun direncini kırmaya çalışıyorlar.
Ne tuhaf!
Bu problem eğer çözülmeyecekse, bu gazetecilerin meseleyi ele alma biçimlerinin oluşturduğu olumsuz havadan dolayı çözülmeyecek. Bu artık çok açık.
Meselenin bu kısmı kimin umurunda ki! Herkes iyi bir iş çıkardığını sanıyor. Mehmet Ali Birand bile.
Fehmi Koru'ya işte bu
nedenle kızıyorum
Biliyorsunuz, zaman zaman Star yazarı Fehmi Koru'yu bazı tutumlarından dolayı eleştiriyorum.
Fehmi beyin Cumartesi günü Taha Kıvanç köşesinde yayınlanan İran konulu yazısını görünce, eleştirilerimdeki haklılığa bir kez daha kani oldum.
Ben Fehmi Koru'nun son dönemde büyük bir zorlamayla kendini içine sokmaya çalıştığı şekle kızıyormuşum.
Açıklayayım:
Birkaç gündür ABD'nin gündeminde İran var. Öyle saçma, öyle çocuksu, öyle akıldan ve zekadan yoksun bir gerekçeyle İran'ı suçluyorlar ki, kelli felli ABD'lilerin demeçlerini okuyunca şaşırıp kalıyorsunuz. Bu nasıl olabilir, bu kadar akıldan uzaklık bu seviyede insan için nasıl mümkün olur, diye hayret ediyorsunuz.
ABD'nin geçen hafta İran aleyhine başlattığı bu zekadan yoksun kampanya kafama takılmıştı. Hilary Clinton'a göre 'İran Türkiye'ye saldırıyordu.' Üstelik bunu bir tek Clinton görebiliyordu!
Kendi kendime 'Türk medyasında ABD'nin bu zırvalarına, bu basitliğe, bu çocukça çıkışlara kimse dikkat çekmeyecek mi?' diye sorarken, Fehmi beyin İran yazısını okudum.
İyi bir yazıydı.
Yazıyı okuduğumda kendi kendime "İşte ben Fehmi beyi bugün yazısında üstlendiği 'uyarıcı, dikkat çekici' misyondan kaçmaya çalıştığı için eleştiriyorum" dedim.
Fehmi Koru'nun 'hükümetle aram bozulmasın' endişesinden kurtulup hem kendi için, hem de ülke için, yeniden, özellikle Irak işgali dönemindekine benzer yazılara başlamasına ihtiyaç var. Suriye meselesinde Fehmi Koru'nun çok iyi iş çıkaracağını düşünüyorum. Ne yazık ki İktidara akıl verebilecek, yanlışa düşmesin diye uyarılarda bulunacak kimsenin kalmadığı bir dönemdeyiz. Bu işlevi en iyi Fehmi bey yerine getirebilir.
Hem çapı, hem de ağırlığı buna müsait.
Her ne kadar Fehmi bey zahiri bir değişime uğramış olsa da, 'genetik yapısı' bu tür meselelerde akıl sağlığını korumasına elveriyor.
İktidar üzerinde iyi bir denetleyici olup önemli bir işlev görebilecekken, hükümet ve onun oluşturduğu sosyete ile iyi geçinmek gibi küçük işler uğruna bu misyonu heba etmesi beni rahatsız ediyor.
Yoksa yazdıklarımda hiçbir kişisel hesap yok, bilesiniz.