Fehmi Koru, Taha Kıvanç müstearıyla kaleme aldığı Salı günkü yazısında Aydın Doğan’a bir mesaj verdi.
Koru, Aydın Doğan’a “Hükümetle aranı Ertuğrul Özkök-Ahmet Hakan
ikilisi değil, ben bulurum” demeye getiriyordu.
Fehmi Koru Aydın Doğan'a bu çağrıyı yapmakla kalmıyor. Gerek
Ahmet Hakan'daki değişime gerekse Ertuğrul Özkök'ün 'Beyaz Türk'
içerikli analizlerine en sert eleştirileri getirmekten de geri
durmuyor.
Peki nedir Fehmi Koru'nun asıl derdi? Gelin hep beraber Fehmi
Koru'nun uzun hayat yolculuğuna bir göz atalım.
Fehmi Koru, gazeteciliğe, üniversitede tanıştığı, Zaman’ın yayın yönetmeni Abdullah Aymaz vesilesiyle merak sardı.
Erbakan’ın daveti üzerine, gazeteciliğe Milli Gazete’de yönetici olarak başladı. Tarz uyuşmazlığı sonucu 1 ay gibi kısa bir sürede Milli Gazete’deki görevinden ayrılarak bürokraside görev aldı.
1986 yılında Zaman gazetesinden gelen teklif üzerine tekrar gazeteciliğe döndü. 13 yıl sonra, Zaman gazetesinin kendisiyle çalışma niyetinde olmadığını görünce gazeteden ayrılmak zorunda kaldı. Bir müddet herhangi bir gazeteye gitmedi. Çünkü karasızdı. Onun istediklerinden teklif gelmiyordu. Onu isteyenlereyse gönlü razı değildi.
Kendini büyük gazetelere layık görüyordu. Fakat geçmişi, onu tek somut teklifi yapan Yeni Şafak seçeneğine mahkum etmişti. Bu mahkumiyeti, Yeni Şafak için bir lütuf olarak yorumladı.
Fehmi Koru ile yolumuz da burada kesişti. Koru İngilizce bilmesi, yurtdışı tecrübesi, hepsinden önemlisi de Harvard’da aldığı bir kursun Türkiye’de bu okuldan mezun olduğu şekline yorumlanmasından dolayı içinde bulunduğu muhafazakar mahalleyle hep mesafeli ilişkiler kurdu. İlişkilerindeki bu mesafe, istemeyerek de olsa içinde bulunduğu bu çevreden sıkı dostlar edinmesini de imkansız kıldı.
Fehmi Koru’nun İzmir’de doğmuş, özel koşullarda yetişmiş biri oluşu, muhafazakar çevreye bakışını şekillendirdi. O adeta İngiliz aristokratıydı, dindarlar ise taşralı.
Bu ruh halinden dolayı, “mahallenin” gazetecileriyle en küçük bir diyaloga bile girmedi. Aynı sektörde olmalarına rağmen, mecburi merhabalaşmaların dışında hiçbiriyle teşrik-i mesaide bulunmadı. Ne Ahmet Taşgetiren’le ne Ali Bulaç’la ne Abdurrahman Dilipak’la ne de o çevreden bir başkasıyla yakınlık kurdu. Onlarla aynı karede görünmekten özenle ve ustalıkla kaçındı.
Dolayısıyla, dindar çevrede yetişen yeni genç gazetecilerden de uzak kaldı.
Diğer cenahta onlarca genç gazeteci “Beni Mehmet Ali Birand yetiştirdi” veyahut “Ben Hasan Cemal’in yanında öğrendim bu işi” derken, beri tarafta yetişmesine Fehmi Koru’nun katkı sağladığı tek bir genç gazeteci yoktu. Ne İbrahim Karagül’ün, ne Hakan Albayrak’ın, ne Ahmet Hakan’ın, ne İbrahim Kiras’ın, ne Elif Çakır’ın ne de adını sayamadığım birçok genç gazetecinin yetişmesine “Fehmi Abi”nin zerre kadar emeği vardır.
Gençlerle yakınlık kurmadığı gibi, bu mahallenin başörtülüleriyle de hep mesafeliydi. Asla çevresinde İslami görüntülere yer vermedi. Kısacası, Fehmi Koru bu mahallede, Anadolu’da güzel bir sözün tanımladığı gibi, daima ortadan yiyip kenardan gezdi.
Evet, Fehmi Koru İngilizce biliyordu. Hanımının başı örtülüydü. “Harvard mezunuydu.” Gerçekten iyi gazeteciydi. Mahallenin abisiydi. Okuyordu. Araştırıyordu. Fakat kendi muhitinde ikamet edenlere asla yüz vermiyordu. Buna rağmen muteberdi, kendisine saygıda kusur edilmiyordu.
Bu tutum önce Erbakan’ın dikkatini çekti. Koru’nun mahalleyle olan bu mesafeli ilişkisi Erbakan’ı bir hayli rahatsız etmişti. Fehmi Koru da bundan pek etkilenmedi. Çünkü Koru, Erbakan’dan çok Özal’a yakın duruyor, onun tarzını daha makul buluyordu. Koru, daha sonra Tayyip Erdoğan’la da mesafesini korudu. İslamcı gelenekten gelen şahıslar, cemaatler, partiler… Fehmi Koru’nun dostluğunu veyahut sıcak diyaloguna bir türlü layık olamıyordu. Dindar siyasetçilerle kurduğu soğuk ve mesafeli ilişkilerden bir tek Abdullah Gül muaftı. Çünkü Gül ile Koru’nun İngiltere arkadaşlıkları vardı.
Bu soğukluk AK Parti’nin mutlak güç kazanma evresine dek sürdü. AK Parti kalıcı iktidar olunca Fehmi Koru arayı ısıtmaya başladı.
Fakat bu sefer de mahallenin diğer mensupları Koru’ya pas vermiyorlardı. Zira, Koru’nun yıllar yılı sürdürdüğü tepeden bakmaya dayalı tutumu göz ardı edemiyorlardı.
Tayyip Erdoğan, Fehmi Koru’nun hak etmeye çalıştığı ilgiyi hiçbir zaman göstermedi. Hep mesafeliydi. Bu tutumunu, Koru’nun son dönemde bazı gazetelere transfer olma teşebbüslerini bizzat engelleyerek net bir şekilde gösterdi.
Kısacası, Fehmi Koru kızıp durduğu Ahmet Hakan’ın yapmaya çalıştıklarını, olmak için verdiği uğraşın benzerine ta 80’li yıllarda başladı. Gittiği restoranlar, seçtiği ortamlar, kurduğu arkadaşlıklar… bugün Ahmet Hakan’ın tercihleriyle aynıydı. Fakat bazı şeyler vardı ki bu yolculuğunda ilerlemesine hep engel oldu. Ama bu çabasından hiç vazgeçmedi.
Hatta Koru bugün Ertuğrul Özkök’ün ‘Beyaz Türk’ saçmalığını dindarlara içten içe ilk uygulayanlardandı.
Bunları, Koru’ya bir kusur atfetmek veyahut zarar vermek niyetiyle yazmıyorum. Koru’nun oluşturmaya çalıştığı imajın çevresinde kök salmasına mütevazı bir katkı sunmaya çalışıyorum. Eminim Fehmi Koru da bu hassasiyetlerinin bilinmesinden, altının çizilmesinden rahatsız olmayacaktır.
Kaldı ki Fehmi Koru, gazeteciliği gerçekten iyi yaptı. Mesleğinde mahallenin en iyilerinden oldu.
Gerçekten, kendi ekolünü takip eden yeni yetme gazeteciler gibi küçük hesaplar içine girmedi. Hep bir isteği vardı: Mecburiyetten bulunduğu mahallenin diğer mensuplarıyla arasındaki farkın anlaşılmasıydı.
Peki, Koru, Aydın Doğan’ı hakikaten kurtarabilir mi? Doğan ile iktidarın arasındaki meseleleri halledebilir mi? Kendisinin iktidarla ve iktidarın mahallesiyle ilişkisi bu haldeyken, biraz zor, değil mi?
***
Geçen haftaki Fehmi Koru konulu yazımdan ötürü, karşılaştığım bir çok kişi bana şunu soruyor: “Fehmi Koru açıkça ABD karşıtlığı yaptığı halde, neden Edelman istedi diye İbrahim Karagül’ün Yeni Şafak’tan atılması için uğraştı?”
Bu sorunun cevabı, Fehmi Koru’nun yukarıda aktardığım portresidir. Koru’nun amacı ABD ile ittifak değildi. Çalıştığı gazetenin ‘İslamcı’ görüntüden kurtulmasını sağlamaya uğraşıyordu. Çünkü fazla İslamcılık Fehmi Koru’nun tasvip ettiği bir tutum değildi.