Hem yaz sıcakları, hem Ramazan rehaveti, hem de tatil psikolojisi. Tüm bunların üstüne, Bush’un “ya bizdensin ya onlardan” doktorininin aynen ithal edilip tüm memlekete uygulanması…
Haliyle hepimizi yoruyor, konuları derinlemesine tartışmak zorlaşıyor.
Neredeyse yazmak için direnmek gereken bir psikolojik ortam var.
Bazen “Çok iyi işler yapacaklar acaba ben mi engelliyorum” demek istiyorum ama komik kaçar diye demiyorum.
Bu nedenle bugün kafamda iki ‘hafif’ soru var, onları sizinle paylaşmak istiyorum.
Birincisi: Bu kadar köşe yazarının işine son verildi. “Gazeteler habercilik yapmıyor” eleştirileri had safhada.
Artık özel haberin esamisi okunmuyor. Birbirlerinin tekrarı.
Bunca tartışma, eleştiri, boykot, kınama, işine son verilen köşe yazarları..
Peki tüm bunlar gazete tirajlarına niçin yansımıyor? Hasan Cemal gitti, Can Dündar gitti, Nuray Mert gitti ve daha birçok yazar gönderildi. Milliyet neredeyse köşe yazarsız çıkacak. Peki yayınlanan resmi tiraj raporlarında tek bir tiraj kaybının olmaması komik değil mi?
Bir tepki vermediklerine göre demek ki Milliyet okurları olup bitenden çok memnun.
Sadece Milliyet değil. Mesela Taraf ya da Habertürk? Ahmet Altan gitti, Yasemin Çongar gitti hatta gazetenin bütün yazarları gitti hala tirajı aynı. Okurlarla gazeteler arasında böyle derin ve sağlam bir bağ var mı? Baksanıza sadık bir yoldaş gibi hiçbiri gazetesini terk etmiyor!
Ya devletin kontrolüne geçtiği gün birçok yazarını gönderen Akşam gazetesi? O da mı tiraj kaybetmedi? Biri bana söyler mi insanlar bu gazeteleri yazarları için değilse orijinal ne buluyorlar da alıp okuyorlar?
Medya darmadağın tirajlar çelik gibi..
Hiçbir gazetenin olup bitene rağmen tek bir tiraj kaybetmemesi sizi de şaşırtmıyor mu?
Hatta bazıları yazarların görevine son verdiğinin ertesi hafta tirajının arttığını ilan ediyor. Sanırım kafa buluyorlar bizimle.
Aslında tiraj kaybediyorlar. Bize sundukları tirajlar “Yaz oğlum beş bin tiraj” talimatıyla oluşan tirajlar. Bu numarayı çekebildikleri için yazarları da daha kolay gönderiyorlar.
İstedikleri rakamı göstermek tek bir kalem darbesine bakıyor. Dağıtım şirketine ödenen küçük bir komisyonla istediği tirajı gösterebiliyorlar. Dağıtım şirketi de olmayan tiraj üzerinden kazandığı paraya bakıyor.
Mesela toplamda 23 bin satan gazetenin, tiraj raporlarında 127 bin sattığını görüyoruz. Ya da 40 bin satan gazeteyi 160 bin. 10 bin bile satmayan gazete bir kalem darbesiyle 103 bin satıyor gösteriliyor.
Geleyim ikinci soruya.
Suriye iç savaşı ilk patlak verdiğinde “Bu çatışmalar Suriye’nin bölünmesine kadar gider. Buradan da Kürdistan’ın diğer ayağı çıkar. Yanlış yapıyorsunuz” eleştirileri vardı.
İşte bu eleştirilere Ahmet Davutoğlu bir cevap vermişti: Suriye’de Kürtler dağınık bölgelerde yaşıyorlar. Orada bir özerk bölge tehlikesi yok. Bunu diyenlerin coğrafi bilgilerine şaşırıyorum.
Tablo ortada. Suriye’de oluşan Kürdistan bölgesi lideri Salih Müslüm Ankara’da. Hatta Dışişleri bakanlığında.
Bu durumda Ahmet Davutoğlu’nun bir izahat yapması gerekmez mi?
“Türkiye’nin Kissenger’ı lakaplı ‘stratejik derinlik dehası’ bir dışişleri bakanı için ciddi bir itibar kaybı değil mi bu durum?
Hani Kürtler dağınıktı Suriye’de Kürdistan olmazdı?
Bence mutlaka kendince bir açıklaması vardır. Yoksa bu kadar basit ve küçük düşürücü bir hata yapılmaz değil mi?
Ya da bilgi eksikliği değil de bizim bilmediğimiz farklı bir
‘motivasyonu’ vardır. Belki de onun içindir böyle
gerçeği yansıtmayan açıklamalar. Ha? Olmaz mı?
Öngörülerinin neredeyse tamamı yanlış çıktı. Olur mu bu kadar?
Davutoğlu meselesi açılmışken son günlerde duyduğum en yoğun kulis bilgisini de paylaşmadan geçmeyeyim.
Hangi AK Partili ile karşılaşsam söyledikleri tek cümle var: Ahmet Davutoğlu ve etrafına kümelenmiş selefi takım -bu tabir AK Partililerin kullandığı bir tabir- Başbakan Erdoğan’ı da AK Parti’yi de mahvetti.
AK Partililerin kahir ekseriyeti bütün bu olup bitenlerden Davutoğlu’nu sorumlu tutuyor.
Geçtiğimiz günlerde Obama “Kağıt medya devri bitti” diye bir açıklama yaptı, gördünüz mü?
Peki sizce Türkiye’deki tiraj numarasıyla ayakta durmaya çalışan gazetelerin ömrü mü daha uzun yoksa ‘stratejik dehasıyla’ farklı atraksiyonlar yapan Ahmet Davutoğlu’nun politik ömrü mü?
Hangisi? Twitter.com/acikcenk
Bu yazıya Facebook'ta yorum yapmak için tıklayın