Artık pek çok şey için kafa kullanmanız gerekmiyor. En komplike gibi görünen, en yaldızlı işler için bile geçerli bu.
Mesela. Televizyon haberciliği. Kafa kullanmaya gerek olmadan yapılabilecek işlerin başında geliyor.
Soma faciası yaşanınca maden kapısını gören açıya kamera koymak için fazla kafa gerekmez, değil mi?
Derdine boğulmuş insanlara mikrofon tut. Acıyı dillendir. Yoksulluğu görsel malzeme yap ve sat.
Haydi televizyon haberlerinden; Bolca cenaze, cami avlusu, mezarlıktan görüntüler, yükselen çığlıkları çıkarın...
Toplu cinayetleri de atın haberlerin
içinden....
MOBESE’lerde çarpılıp havaya uçan bedenler de yok diyelim.
Bilmem ne partisi lideri, bilmem ne partisi liderine grup toplantılarında okkalı bir cevap vermemiş olsun.
Yangın çıkmasın. Deprem olmasın.
Geriye kaç haber kalır?
"Ama habercilik de zaten bu” diyebilirsiniz. Diyelim ki öyle olsun.
Yukarıda saydığım içeriklerin üç niteliği var;
Birincisi, hepsinin ortak nitelikleri aynı: Ölüm. Acı. Gözyaşı. “Kederin ticareti”dir bu.
İkincisi, hepsi “ne olmuş”, “kim yapmış” soruları arasında dolaşıyor. “Nasıl” ve “neden” cılız kalıyor.
Üçüncüsü, o haberler için gazetecinin kafayı kullanması gerekmiyor. Vakıa gerçekleşiyor. Kamera dayanıyor.
Ben ne demiştim zaten? Televizyon haberciliği için kafayı kullanmak gerekmiyor!
Haber servislerini yöneten/çalışan arkadaşlarıma soruyorum: Özel haber için en son ne zaman kafanızı kullandınız? Örnek verirseniz, keyifle yazarım.
Sonuç bir: kullanılmayan kafa ayakkabıya benzemez. Yani. Her daim yeni kalmaz. Çürür.
Sonuç iki: Kafayı devreden çıkarınca, geriye sadece “güdü” kalır. İlkel yaşamın dinamosu yani.
Sonuç üç: Televizyon haberciliğine de
haksızlık yapmayayım. Bu yazdıklarım her ülke için de geçerli
değildir.
TANER YILDIZ’IN SİYASİ HAYATINI
BİTİRECEKSİNİZ
Biz tuhaf milletiz. Birini seversek ona yaşama hakkı bırakmayız. Sıkar, suyunu çıkarırız.
Enerji Bakanı Taner Yıldız, yapılması gerekeni yaptı ya, adamı öv öv bitiremiyorlar. İktidar medyasının dizdiği methiyelerden, Devlet Bahçeli’nin teşekkür etmesine kadar geldik.
Eminim, Bakan Yıldız’ın içine ağrılı bir huzursuzluk çökmüştür.
Hem diyeceksiniz ki, Başbakan diktatör. Tek adam. Başka kimseye tahammülü yok. Hem de kabinesinden birini öveceksiniz.
Erdoğan Hükümetleri döneminde, yıldızı parladıktan sonra siyasi hayatta kalmış kaç isim sayabilirsiniz? Yok.
Taner Yıldız’dan memnun olanlar, iyiliği için kendisini övmek yerine, mümkünse görünmez yapmalısınız. Tamam, Bakan Yıldız da “Afet doğal değilse kusur vardır” gibi beklemediğimiz türden cümleler ederek işinizi zorlaştırıyorsa da gündemden düşürün.
Emin olun, buna en çok kendisi sevinecektir. Kabine üyelerinin en tırstığı şey Erdoğan’dan rol çalmaktır.
ÖLÜM TAZE BEDENLERİ SEVİYOR…
Derler ki torun sevgisi sevgilerin hiç birine benzemez. Başka türlü bir şeydir. Acısı da başka türlü olsa gerek. Ali Şen torununu kaybetti.
Daha 17 yaşında. Çocuk. Ruhun en deli, anne-babanın en çaresiz zamanları.
Sakınamazsın. Koruyamazsın. Kollayamazsın. Tehlikeden. Tehditten. “Yapma”, “dur”, “gitme” dedikçe tersine yaşarlar istediklerinizin.
Pencerede azap içinde beklerken. En sık söylediğin cümle “Keşke hep bebek kalsaymış, gözümün önünde dursaymış” olur.
Ölüm, bela taze bedenler etrafında döner durur. Bilirsin.
AKLIMDA KALAN
“İstanbul’da yerleşik bazı mühim kişiler”: İstanbul’da yerleşik bazı mühim kişiler, cumhurbaşkanlığı için “çatı aday” formülünü ortaya atmışlar. Adayları da Hürriyet’ten biriymiş. Fehmi Koru öyle diyor. Vardır bir bildiği. Hemen kendi yorumumu yazayım, siz de bir kenara koyun. “İstanbul’da yerleşik bazı mühim bu kişiler” ve onların etrafındaki tayfa var ya, yeryüzünün en abzürt stratejistleridir. Diyelim ki onların “çatı aday”ı Taha Akyol, karşısında da Erdoğan olsun. Erdoğan yüzde 60’ı rahat geçer. O rahat geçtiği gibi sandığa gitme oranı hayli düşer. Olan, bu mühim kişilerin harcadığı paraya olur, para onların, benim açımdan hiç mahsuru yoktur.