İslamcı yazarlar, laikçilerden daha acımasız...

İslamcı yazarlar, laikçilerden daha acımasız...

Bir zamanlar “medya mağduru” olanların artık “medya mağruru” oldukları bir gerçek…
Ama bu, bir dönemlerin medya mağrurlarının sus pus olmalarını gerektirmez…
Bendeniz meslek hayatım boyunca hep medya mağduru oldum ama buna rağmen de bir gün bile “mağrurlarla yan yana olayım” demeyi aklımdan geçirmedim…
Bir süre ve hem de bütün köşe yazarı kadrosuyla iktidara destek veren bir gazetede muhalif tek ses olmayı tercih ettim fakat Ak Parti iktidarının Güneydoğu ve Irak politikalarına destek vermedim…
Kürt vatandaşlarımızın bütün taleplerini (yerel yönetim, ana dilde savunma, Kürtçe TV dâhil) destekledim ancak hiçbir insani talebin kan dökülerek elde edilmesini kabullenemediğim için terör örgütünün çanına ot tıkanmasından yana yazılar yazdım…
Ekonomi yönetimini ise başta Ali Babacan olmak üzere hep destekledim…
1 Mart Tezkeresi
’nin reddedilmesi konusunda dönemin Başbakanı Abdullah Gül ve Meclis Başkanı Bülent Arınç’tan taraf olunca haliyle henüz milletvekili bile olmayan Ak Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın karşısında yer almış oldum…
Yazdığım gazete de 1 Mart Tezkeresinin kabulünden taraftı…
Yine yazdığım gazete Başbakan’la birlikte “Kürt sorunu” derken ben “hayır Kürt sorunu yok; Kürt yurttaşlarımızın sorunları var ama bir de terör örgütü sorunu var. Terör örgütüyle yapılacak silahlı mücadele Kürt vatandaşlarımızın sorunlarının çözümüne engel değil” diye yazdım…
Kıbrıs’ta merhum Denktaş’a da cumhurbaşkanı seçildiği takdirde AB müzakerelerinde Türkiye’nin elini daha da zayıflatacağına inandığım için Talat’a da karşı çıkıyordum…
Denktaş aşırı bireysel davranırken Talat ise aklın almayacağı ölçekte teslimiyetçiydi bana göre…
Gazetem ise köşe yazarları ve manşet haberleriyle Talat’a destek veriyordu…
Gazetem ve köşe yazarlarımızın hepsi Erdoğan’ı son derecede demokrat bulurlarken ben köşemde Erdoğan’ın aşırı öfkeli ve baskıcı olduğunu yazdım, sevgili Peygamber Efendimizin “öfkelendiğiniz aman yüzükoyun yere uzanın” hadisini hatırlattım…
15 Ekim 2004 günü, o günden tam bir yıl önce (15 Ekim 2003) bombalanan Sinagog’un açılışına davetliydim ve gittim…
Musevi Cemaati dini önderi İsak Haleva “Biz Türk Yahudileri” dedi…
Ertesi gün köşemde Haleva’nın bu asla etnik olmayan ve fakat ulus devleti de koruyan söylemini alkışladım…
Buna karşılık Başbakan Erdoğan’ın “Türkiyelilik” tanımlamasını eleştirdim…
Musevi cemaat önderi kendileri için “Türkiye Yahudileri” yerine “Türk Yahudileri” derken Türkiye Cumhuriyetin Başbakanının Türklükten utanç duyacak şekilde konuşmasını kabullenemiyordum…
Yok efendim kendim de öyle fanatik bir “Türk” falan değildim ama bu ülkeye adını verenlerin hassasiyetlerini de anlıyordum…
O yazım ve bir gün sonra Erdoğan’ın terör örgütüyle mücadele etmek yerine sorunu sadece “barış” yoluyla çözeceğine ilişkin açıklamalarını ve danışmanlarını da eleştirince Başbakan’ın beni istemediği yüzüme karşı söylendi…
“Kovuldum” demeden sağlığımı bahane gösterip veda yazısı yazdım, ayrıldım…
28 Şubat sürecinde RefahYol Hükümeti’ne yapılan zulme karşı çıktığım ve başbakanlığı kabul edişini eleştirdiğim destek için dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz tarafından bizzat kovulduğum halde İslâmcı medyadan zerre destek görmedim…
Ve hatta Ak Parti iktidarına destek veren gazetemde yazan birkaç İslamcı yazarın, 28 Şubat sürecinin despot laikçilerinden daha acımasız olduklarını müşahade ettim…
Daha sonraki dönemde acımasızlıkları ve bencillikleri (birkaç istisna dışında) konusundaki görüşlerim iyice pekişti…
Buna rağmen yine de hak ettiklerinde, yandaşları iktidar olduğu halde halen muktedir olamadıklarına tanıklık ettiğimde onlardan yana tavır aldım…
Bugün de değişen bir şey yok…
Ama…
Onların aksine, bilhassa Balyoz davasında tutuklu sanıklara “mutlaka masumdurlar” demeden destek verdim…
Neden?..
Hani masum olduklarından emin değildim?..
Evet masum olduklarından emin değildim ama suçlu olduklarından da emin değildim…
Herbiri onca yıl hapis cezasıyla yargılanacaklarını bildikleri halde savcılığın her davetinde gidip ifade veriyorlardı…
Hatta son davette tutuklanacaklarını bildikleri halde kendi ayaklarıyla gidip teslim olmuşlardı…
İşte o süreçte İslami kesimin birçok yazarından tiksindim…
Çünkü hiçbirinin adalet peşinde olmadığını gördüm…
Hele demokrasi umurlarında bile değildi…
Onlar bir zamanlar çektikleri çilelerin intikamını almanın peşinde koşuyorlardı…
Çok acı çekmişlerdi…
Çok sayıda dava arkadaşı subay ve astsubay, eşleri kapalı veya Cuma namazına gidiyorlar diye ordudan kovulmuşlardı…
Acı çektikleri doğruydu ve çektikleri çileler en az onlar kadar üzüyordu beni…
Ama tutuklu yargılananlar, onlara ve yakınlarına acı çektiren kadro değildi…
Darbe girişimi yaptıklarına dair somut hiçbir belge de yoktu ortada…
Bir kurmay albay damadıydım; yıllarca harp oyunlarının nasıl oynandığını dinlemiştim merhum kayınpederimden…
Buna rağmen İslamcı yazarlar hınçlıydılar…
Hasta yatağından kaldırılıp zorla götürülenlerin çektikleri acılardan şehevi bir zevk duyuyorlardı…
Ben onların hiç de insani olmayan bu vahşi tavırlarını gördükçe inançlarından şüphe ediyordum…
Bana hiçbir iyi Müslüman’ın bir başkasının çektiği acıdan mutlu olamayacağı öğretilmişti…
Onlar ise Kuran’dan mutlaka bir ayet bulup, haklı olduklarını kanıtlamaya çalışıyorlardı…
Onlara göre tutuklu askerlerin hepsi İslâmiyet’e düşman birer kâfirdiler…
Müşriktiler…
Münkirdiler…
Yani;
Tanıdığım, tanıştığım İslamcı yazarların çoğu kendilerini (hâşâ) Allah yerine koyup insanların müşrik, münkir ya da mümin olduklarına karar veriyorlardı…
Bu durum onlardan daha da soğumama neden olmaya başlamıştı…
Yine onlara göre; Kuran da sevgili Peygamber Efendimizin hadisleri de acı çektirilmelerine ve hatta öldürülmelerine cevaz veriyordu…
Şimdi bakıyorum da Başbakan Erdoğan’ın muazzam alicenaplığı karşısında dönüş yapmak için bahaneler arıyorlar…
Onlar bahane aradıkça benim onların imanlarından duyduğum şüphe daha da artıyor…
Çünkü bir yandan başbakan’la ters düşmemeye çalışırken diğer yandan intikam, kin, nefret ve öfkelerini gizlemeyi asla başaramıyorlar…