İktidar Medyası Komünist terörist olduğuna inanmıştı

İktidar Medyası Komünist terörist olduğuna inanmıştı

Hanefi Avcı diyor ki...

“Türkiye’yi seven Başbakan’a destek versin…”

Daha üç ay önceye kadar Avcı’nın Komünist bir örgütün elebaşı olduğuna inanan iktidar medyası bu talebi manşetlerine çekti…

Tamam…

Bence de güzel bir çağrı…

Ben Avcı’ın isteğine uymaya ve Başbakan’a destek vermeye hazırım…

Yıllarca verdim…

Yine veririm…

Ama…

Türkiye’yi sevdiğimi ispat etmek için destek vereceğim Başbakan kendi sevmiyor Türkiye’yi…

Nereden mi çıkardım?..


Nedir Türkiye’yi sevmek?..

Halkın refahına katkıda bulunmak mıdır meselâ…

Vergi vermek midir?..


Çok mu zor?..

Cumhuriyet tarihinin “En başarılı” Ulaştırma Bakanı ve İzmir Büyükşehir belediye Başkanlığı için Ak Parti’den aday gösterilen Binali Yıldırım bakın ne dedi:

“İzmirliler bize değil biz İzmirlilere benzeyeceğiz…”

Bu ne demek?..

Bu şu demek:

“İzmir Batı’dır, Batılılık İzmirli olmaktır…

Ve…

Biz İzmirliler gibi olarak Batılı olmaktan başka tek seçeneğimiz olmadığını bütün dünyaya göstereceğiz…”

Evet…

Benim bu kadar uzun anlattığımı Binali Yıldırım kısacık bir cümleyle ifade etti…

Şimdi soruyorum…

“…. Demokrasiye ve toplumun değerlerine sahip çıkarak ekonomide dengeli bir büyümeyi tutturan; bu sebeple de, halkın yüzde 58’inin desteğini almış bir Hükümet/Başbakan” için Binali Yıldırım’ın bu taahhüdünü yinelemek çok mu zor?..

 

Milyonlarca yurttaşa iş ve aş vermek midir?..

Yasalara saygılı olmak mıdır?..

Hukuk devletine bağlılık, demokrasiye sadakat mi?..

İhracat yapabilmek…

Ülkenin en hayati hammadde, enerji gibi ihtiyaçlarını karşılayabilmek mi?..

Yani…

Ülke ekonomisine hemen herkesten fazla katkı yapabilmek midir?..

Bu sorulara tabii ki “Evet” cevabı vermek gerekecektir…

İyi ama…

Başbakan’a göre bütün bunları yapanlar “Vatan Haini”…

Diyeceksiniz ki:

“Yahu Başbakan ne zaman söyledi öyle bir şey?”

Ben de o zaman “Yuh yani!” dersem kızmayın…

Yahu daha üç gün önce TÜSİAD Başkanı Muharrem Yılmaz bütün akil ve makul insanların sesi soluğu olup;

"-Hukukun üstünlüğüne riayet edilmeyen, yargı mekanizması AB normlarında çalışmayan, düzenleyici kurumlarının bağımsızlığına gölge düşen, vergi cezaları veya başka türlü cezalarla şirketlerinin üzerinde baskı kurulan, ihale yasası onlarca kez değiştirilen böyle bir ülkeye yabancı sermayenin gelmesi mümkün değildir" deyince Başbakan da “Sen vatan Hainisin!” demedi mi?..


İstatistiklere bakıyorum;

Türkiye’de Devlet’in tahsil ettiği verginin % 85’ini TÜSİAD ödüyor…

Peki ya ihracat?..

İhracatın da % 75’i TÜSİAD’dan…

Devletten sonra en çok sayıda yurttaşa maaş veren (İstihdam eden) kurum da TÜSİAD…

Hadi bakalım buyurun…

Neymiş?..

Demek ki Türkiye’yi:

Yaptığı ihracat, devlete ödediği vergiler ve yarattığı milyonlarca istihdamla vatan hainleri ayakta tutuyor…

Evet…

Biraz ironiyle anlattım ama gerçek bu…

Gerçek; Türkiye için TÜSİAD’ın (Vatan Hainlerinin) ne kadar vazgeçilemez olduğu…

Ve biliyor musunuz ki:

Başbakan Erdoğan’ın TÜSİAD’a “vatan haini” demesi; milletçe ekmeğimizin dörtte üçünü vatan hainlerinin elinden yediğimizi tescil etmesi demektir…

Ki...

O TÜSİAD, Ak Parti’nin gelmiş geçmiş bütün hükümetlerine destek verdiği için CHP ve MHP’nin sürekli taciz ateşlerine maruz kalmış bir sivil toplum örgütüdür…

Ki…

O Muharrem Yılmaz, TÜSİAD’a başkan seçildiğinde Hükümete ve Erdoğan’a verdiği destek içerikli açıklamalarıyla fanatik milliyetçilerle köhnemiş solun hedefindeki işadamı olmayı göze almış bir sivil toplum örgütü lideridir…

Ama başbakanımız işte böyle biri...

Bendeniz de 28 Şubat Sürecinde kendisini savunduğum (Şiir okuduğunda belediye başkanlığından alınmış, yargılanmış ve hatta mahkum edilmişti ya; en önde gelen savunucularından biriydim o günlerde) için "Suç olan fiili övdüğüm iddiasıyla savcılık soruşturması" geçirdim...

Peki sonra ne oldu?...

Erdoğan Başbakan olduktan sonra kendisini azıcık eleştirdiğim için manevi sahibi olduğu gazeteden ilk önce beni kovdurdu...

Huyu bu...

Alkışlarsanız seviyor sizi, eleştirince göresi gözü olmuyor... 

 

Yani ey güzel insanlar!..

Sonunda nereye geldiğimizi gördünüz…

Yok hayır…

Diktatörlük değil elbette…

Ama…

Başbakanlığın pederşahi bir aile reisine; adı fena işlere karıştıklarına ilişkin yargı iddiaları olan evlâtları hariç önüne gelen herkese fırça attığı, azarladığı bir despot babaya dönüştüğü bir ülke haline geldik…

Ve ey!..

“Biz çok demokratız vallahi” diyen eskinin saygı duyulası gerçek demokratları!..

İşte böyle bir başbakana destek vererek hem halka ve hem de bizatihi Başbakan’ın kendisine kötülük ettiğinizi halen göremiyor musunuz?..

O halde sizlere, içinizden birinin (Fehmi Koru’nun) dünkü Star’da “Ak Parti’nin önderlik sorumluluğu da var” başlığı altında yayımlanan makalesinden bir alıntıyla bitireyim:

Türkiye ve ülkemizi son 11 yıl boyunca pek çok alanda yeniliklerle tanıştıran Ak Parti’nin önemi burada devreye giriyor: Demokrasiye ve toplumun değerlerine sahip çıkarak ekonomide dengeli bir büyümeyi tutturan bir yönetim... Zaten bu sebeple de, halkın yüzde 58’inin desteğini almış bir değişimden geri adım atılmaması gerekiyor...

Değişiklikler yapılabilir, ama ileriye doğru olmak şartıyla...

Yönetenlerimizin yalnız kendi vatandaşlarına değil, dünyanın her tarafında ‘değişim’ talep edenlere karşı da böyle bir sorumluluğu var.

 

Evet ey eski demokratlar!...

“Değişiklik ama ileriye doğru” diyor Fehmi Koru…

Ve sorumluğu da yönetenlere yani Hükümet’e yüklüyor…

Yoksa Koru da mı Hükümet’e darbe yapanlardan?..

Allah aşkınıza söyler misiniz?..

İleriye dönük değişim erkek ve kız öğrencilerin aynı evde konaklamalarını “suç” saymak mıdır?..

İleriye dönük değişim en masum protestolarda gençlerin kafalarına polis kurşunu sıktırmak, tazyikli suyla ve biber gazıyla gözlerini çıkarmak mıdır?..

İleriye dönük değişim ülkenin en büyük işadamı topluluğunu “Vatan haini” ilân etmek midir?..

İleriye dönük değişim yargıyı Yürütmenin “emir kulu” yapmak mıdır?..

Ne dersiniz eski demokrat, yeni despotseverler?..

En az Fehmi Koru kadar demokrat olmayı düşünüyor musunuz?..

Yoksa despotizme selâm, tek adam yönetimine devam mı?..