İbrahim Karagül'ün tamamını yayımlamadığı mektup

İbrahim Karagül'ün tamamını yayımlamadığı mektup

Sevgili İbrahim Karagül;

Bugünkü Yeni Şafak’ta “Sayın Başbakan!” başlığı altında yayımlanan makalende; 1988’de Hürriyet Gazetesi’nin o günkü sahibi Erol Simavi’nin dönemin başbakanı Turgut Özal’a (Merhum) hitaben yazdığı mektuptan bir alıntıya yer veriyorsun…
O mektubu az sonra yayımlayacağım…
Ama senin gibi kısacık bölümünü değil…
Tamamını yayımlayacağım…
Ama…
Önce kısacık bir hatırlatma…
Erol Simavi o mektubu durduk yerde yazmadı İbrahim’ciğim…
Ya neden mi yazdı?..
O günlerde de tıpkı bugün olduğu gibi kimi başbakanlık danışmanları –Ki hemen hepsi öyle ya da böyle medyadan dışlanmışlardı- Başbakan’ı dolduruyor; medyaya hakaret ettiriyorlardı…
Hata Özal merhum bir gün hiç alışık olmadığımız şekilde öfkelenmiş:
“Yalan yazıyorlar” deyivermişti…
“Yalan” olanlar nelerdi?..
Çok kısa bir süre sonra hepsinin “doğru” olduğu net bir şekilde anlaşılan haberlerdi…
Meselâ, Zeynep Özal’ın Zeki Küçükberber’den avanta Jaguar otomobil aldığı
Hatırlar mısın bilmem…
Başta yalanlanmıştı o haber…
Ama sonra “doğru” olduğu anlaşıldığında götürüp otomobili iade etmek zorunda kalmışlardı.
Hem de iade ettiklerini de bizzat açıklamışlardı medyaya…
Unuttuysan şimdi anımsamışsındır…
Neyse…
Şimdi artık Simavi’nin mektubunda yer alan ve senin bugünkü köşesinde alıntılanan bölüme gelebilirim…


Sayın Başbakan

Beğendiğimiz umut bağladığımız kişiydiniz. Şimdi itiraf edeyim, sizi artık tanıyamıyorum' diyor. Dev bir çomar olup, mini mini bir tekirin üzerine hamle ederse onun, can havliyle atılıp yüzünü, gözünü tırmalayacağını söylüyor. 'Üzerine basa basa söylüyorum: Bizler hancıyız, sizler öyle de, böyle de yolcusunuz…

 

Evet sevgili İbrahim…

Sen o mektubun sadece bu kadarlık kısmını yayımlıyorsun…
Ama olmaz…
Tamamını okumalıyız o mektubun…
Öncelikle, mektubun orijinalinin “Beğendiğimiz” diye değil; “sevdiğimiz, beğendiğimiz” olarak başladığını sen biliyorsun ama mektuptan haberi olmayan gençlere ben hatırlatayım…
Zira sen “sevdiğimiz” hitabını ve çok önemli bölümlerini almaya nedense unutmuşsun…
Neyse…
Erol Simavi’nin (merhum) Özal’a yazdığı açık mektubun tamamı şöyle:


"Sayın Başbakan,

Sevdiğimiz, beğendiğimiz umut bağladığımız kişiydiniz. Şimdi itiraf edeyim, sizi artık tanıyamıyorum.
Hele şu sıra: By-pass denilen cerrahi işlemin (..) sizde uyandırdığı etkiyi iki kelimeyle özetleyebilirim:
Basından nefret!
Sağlık seferinizden dönüş gününden beri bizleri köşeye sıkıştırma çırpınışı içindesiniz. Elhak, başarıyorsunuz da... Yetinmiyorsunuz, daha daha daha sıkıştırmayı düşlüyorsunuz.
Siz şu by-pass gerçeğini yaşıyorsunuz, ama bir başka gerçeği unutuyorsunuz:
Dev bir çomar olup, mini mini bir tekirin üzerine hamle ederseniz bile onun, can havliyle atılıp yüzünüzü, gözünüzü tırmalayacağını...
Elbette ki ne siz o yaratıksınız, ne de bizler öteki...
Ama üzerine basa basa söylüyorum:
Bizler hancıyız, sizler öyle de, böyle de yolcu...
Bazı akşamlar, televizyonumun penceresinden sizinle yüz yüze geliyorum:
Bakıyorum, (..) avaz avaz bağırıyorsunuz. Kelimeleri, dudaklarınızdan hem püskürtüyor, hem de adeta çevreye saçıyorsunuz:
“Basın yalan yazıyor!”
Ben de işte asıl o zaman isyan ediyorum:
Hayır Sayın Başbakanım!
Basın yalan yazmıyor.
(..) Bizlerin arasında, bırakınız yalan haberi, yanlış habere bile tahammül gösterecek meslektaşım yoktur.
Kabul ediyorum: Devrişahanenizde basın sevilmiyor. Gazetelerimizin kamuoyunda cana yakın bir görüntü taşıdıklarını da sanmıyorum. Sizin de olayı içinizin yağları eriyerek körükleyişinize her gün tanık oluyorum. (..)
Bu ne kişiliksiz düzendir ki, parmağınızın bir işaretiyle pazar günü olmasına rağmen savcılar çalışır, gazete toplatır. Bu ne onurdan yoksun devlet kuruluşlarıdır ki, yine bir göz kırpmanızla kâğıdımıza katmerli zammı bindirir.

Sevgili İbrahim’ciğim…

Mektupların tamamı yayımlanmadan yazılış amacının ne olduğu tam anlaşılamıyor bildiğin gibi…
Peki…
Şimdi yine köşene döneyim…
Mektuptan çok kısa bir bölüm alıp sonunda kendi görüşlerini belirtiyorsun…
Meselâ diyorsun k:
“Neyse, o mektubu okursanız, Özal'a yönelik açık tehdidi de görürsünüz.”
Sahi ya…
O mektupta “tehdit” mi var?..
Yoksa babadan gazeteci, deneyimli, bin bir devlet çilesi çekmiş, birçok başbakan döneminde gazetesini her gün yayımlamış bir patronun; “sevdiği, beğendiği” bir dosta, hafif serzeniş de ederek yaptığı bir “uyarı” mı var?..
Bana göre tehdit yok…
Ancak…
Diğer bütün iyi niyetler var…
 

Ve bir de…

Şunu yazıp bırakıyorsun İbrahim:

“Sonrasında neler olduğu malum..”
Cevabını açıklamadığın “malum”u da ben söyleyeyim canım kardeşim:
O mektuptan 5 yıl sonra Özal vefat etti…
Yanındakilerden sadece Cemil Çiçek siyasi olarak hayatta…
Diğerlerinin isimlerini anan bile yok…
Ama İbrahim…
Hürriyet sahip değiştirse de halen ayakta…
Ertuğrul Özkök halen Hürriyet’te…
Bu arada 20 sene de gazetenin en tepesindeki isimdi…

Taha Akyol da Hürriyet’te yazıyor son birkaç yıldır…

Hem de, hükümeti genelde eleştirerek…

Çokça da sizler gibi Başbakan’a Prens Potemkin’lik yapmaktansa bir “ağabey” gibi uyararak yazıyor…

Başbakan Erdoğan’a, 1988’de Simavi’nin cevap yazmak zorunda kaldığı günlerdeki dostlarının uyarılarını tekrarlıyor adeta…


Ve değerli kardeşim…

Altan Öymen…
Güneri Cıvaoğlu…
Yalçın Doğan…
Özal’ın kendisine duyduğu öfke yüzünden Tercüman’ı batırmak için defalarca girişimde bulunmasına sebep olan Nazlı Ilıcak…
Hasan Cemal…
Cengiz Çandar…
Ali Sirmen…
Uğur Dündar…
Emin Çölaşan…
Cüneyt Arcayürek…
Melih Aşık…
Hasan Pulur…

Ve adlarını yazmaya kalksam daha yüzlerce köşe yazarı halen varlıklarını ve hatta etkinliklerini sürdürüyorlar…

 

Ama…
O günlerin siyasi iktidar sahipleri unutulup gittiler…
Hatta…
Özal’dan sonra başbakan olanların isimlerini günümüz gençlerine sorduğumda “kim o ya?” diye hayretle yüzüme bakıyorlar…
Fakat…
“Hasan Pulur” dediğimde çok azı “kim o yaa?” diye hayret ediyor…
Çoğu hemen yapıştırıyor cevabı: Köşe Yazarı…
İşin ilginci o gün de muhalifti…
Bugün de muhalif…
 

Yani İbrahim…

Danışmanları ve sözcülüğünü yapan köşe yazarları Başbakan’ı merkez medyayla (Doğan’dan sonra en son Ciner’e hakaret etti Başbakan) kavga ettirmek için ellerinden gelmeyeni bile yapıyorlar…
Oysa İbrahim…
Hani diyorsun ya: “Gazetecilik ilkeleri ve medya özgürlüğü hepimiz için vazgeçilmezdir” diye... 
Muhalefet yaptıkları için kızdıklarınız da işte tam onu söylüyorlar…
“Gazetecilik ilkeleri ve medya özgürlüğü hepimiz için vazgeçilmezdir”…
1988’de onu söylüyorlardı…
Onun için kızıyordu merhum Özal…
Onun için doğru yazdıklarını bile bile “yalan yazıyorlar” diyordu…
Bugün de Başbakan’a biat etmeyi “meslek” zanneden arkadaşlar hariç bilhassa merkez medya ve yazarları “Gazetecilik ilkeleri ve medya özgürlüğü hepimiz için vazgeçilmezdir” ilkesiyle yazıyorlar…
Ve…
Başbakan onlara tıpkı daha önce Özal’ın kızdığı gibi kızıyor…


Sevgili kardeşim İbrahim;

Bugün siyasi piyasada olmayan eski liderleri hatırla…
Hepsi de medyayla kavga edenler…
Medyaya hakaret edenler…
Medyanın işini “eksiksiz, tarafsız, bağımsız” yapmasından haz etmeyenler…
Bir de Demirel’i hatırla…
Medyayla hiç kavga eder miydi?..
Asla…
Ama…
Doksan yaşına geldiği halde önemli bir gelime olduğunda gazeteciler onun evlâdı yaşında ama eskimiş, medyayla kavga etmiş eski liderlere değil ona koşuyorlar…


Söylemek istediğim şu İbrahim…

Ben senin yerinde olsaydım; Doğan Gurubu’nun Başbakan’a hitaben yazılmış ve asla Erol Simavi’nin mektubu kadar “saygısız” olmayan mektubuna destek verirdim…
Neden mi?..
Çünkü İbrahim…
Başbakanlar yolcu…
Bizler ise hancıyız…

Hep aynı sokakta hep birlikte yaşamak zorundayız…
Halkın bizden istediği tek şey var: Haber alma özgürlüğünü doyasıya yaşayabilmek…
Lütfen yönettiğin gazetenin haberlerine, manşetlerine ve köşelerine bir kere daha bak…
Kızdığın, öfkelendiğin, eleştirdiğin merkez medya mı gerçek gazetecilik yapıyor?..
Yoksa senin yönettiğin gazete mi?..
Lütfen kırılma; doğruyu söylemek zorundayım: Merkez Medya gazetecilik yapıyor…
Sizler ise Prens Potemkin’lik…


Canım kardeşim…


En çok da neye üzülüyorum biliyor musun?..
Söyleyeyim…
Yayıma başladığı ilk günden beri adının devamında “…. Gazetesi” demeye dilimin varmadığı Sözcü’nün; hepinizin toplamından fazla satıyor oluşuna…
Neden mi?..
Gazetecilik yapıyor da ondan…
Evet…
Tarzlarına kızıyorum…
Haber dillerinden nefret ediyorum…
Kimi köşelerde yorum yerine, “Erdoğan düşmanlığı” yapılıyor…
Ama…
Okurlarından, kamuoyundan hiçbir şeyi (Yolsuzluk, rüşvet, iltimas, irtikap, vs.) saklamıyor…
Sözcü günde 400 binden fazla satıyor…
Tabii, tabii…
Sayenizde…
Sizlerin yardımlarınızla…
Sizler “gazetecilik” yapmak yerine iktidara Prens Potemkin’lik yapınca; okur Sözcü’yü tercih ediyor…
Sahi…
Yeni Şafak’ın günlük tirajı ne?..
Ben yazmayayım ki itiraz etmeyesin…
Ya da o kadarını da söylemeyeyim ki millet beni, hiç sevmediğim “Sözcü’nün yağcısı” falan sanmasın…

Gözlerinden öperim…
Adnan…