Herkesin kendi Yaşar Kemal'i var...

Herkesin kendi Yaşar Kemal'i var...

Bu ülkede üç beş kitap okumuşsanız mutlaka kendi Yaşar Kemal'iniz de vardır kafanızda.

Benim var. Ne zaman bir fotoğraftan, olaydan, konudan Yaşar Kemal geçse, kafamdan da imajları geçer.

Mesela. Türkçenin büyük emekçisi Emin Özdemir'in, üniversite birinci sınıftayken bize Yaşar Kemal anlatışı durur aklımda.

Öyle lezzetli anlatırdı ki Emin hoca, ağzımızın suyu akardı.

"Biz sıradan insanlar" derdi, "güneşin batışını anlatacaksak 'güneş battı' der çıkarız. Yaşar Kemal öyle mi ya, güneşi iki sayfada batırır."

Mesela. Ne zaman Orhan Pamuk ve Nobel ödülü konuşulsa. Kafamda Nobel ödüllerinin kiri belirir. "Kirli olmasalar, Yaşar Kemal dururken Orhan Pamuk'a verilir miydi" der hayıflanırım.

Mesela. Gökçeadam köyünden bir anın resmi asılıdır kafamda. Kadirli civarını gezerken, "sizi Yaşar Kemal'in köyüne götürelim" diyen dostların peşine takılışım. Köye uzaktan bakarken İnce Memed'in sarı tarlaların arasından "hişşşt" dediğini duyar gibi oluşum.

Mesela. Daha 12 yaşındayken. Kitabın sayfalarından çıkıp aklıma yerleşmiş İnce Memed var. Kararlı gözleri, yoksulluktan çökük avurtları, elinde tüfeği, çelimsiz vücuduna tezat tavrıyla yıllardır öylece duruyor zihnimde. Adam gitmiyor bir yere.

Bizim nesil. Devlet okullarında eğitimlerin en iyisini almıştı, o kesin. Türk ve dünya klasiklerini peynir ekmek gibi yedik.

İyi yazar ölünce, mezarının başında yarattığı karakterler bekler. Biz size teşekkür ederiz, Yaşar Kemal.

ADAYKEN SAF, SEÇİLİNCE CİN

Günlerdir. Sağanak halinde milletvekili aday adayları mesajları yağıyor.

Turkcell toplu mesajlar için hiçbir şey yapmıyor. Yapmadığı için de pay kaybediyor, diğer GSM'ler pay alıyor.

Önce. "Aday adaylığımı açıklayacağım gelerek destek verin" yazdılar.

Sonra. "Aday adaylığı açıklamama katılanlara teşekkür" ettiler.

Şimdi de. "Seçim büromu açıyorum, adresim şu" mesajları.

Ama arkadaşlar. Siyaset böyle yapılmaz ki.

Size destek vermek isteyenlerin mesaj listesiyle, hiç tanışmadığınız insanların listesini bir tutuyorsanız. Bu saf halinizle ülkeyi nasıl kurtaracaksınız bilmem.

BABUŞÇU VEKİLLİĞİ GARANTİLER Mİ?

Toptan miyopuz ya. Dünya sadece bugünden ibaret sanıyoruz.

Toptan balık hafızalıyız ya. Tarihi istediğimiz gibi eğip büküp şekillendiriyoruz.

Toptan körüz ya, fili tuttuğumuz yerden tanımlıyoruz.

İşte öyle bir dünyada. Yeniden vekil olmak için çırpınan Tülay Babuşçu'dan öğrendiklerim;

Bir, siyasette kalmak için her yol mubah anlayışının dibi yokmuş.

İki, kadınlara sahip oldukları hakları sunan ülkenin kurucularına yine bir kadın hakaret edebilirmiş.

Üç, hem Meclis'te vekil olunup hem de Lozan anlaşmasını yanlış bilme ayıbı yaşanıyormuş.

Dört, devrimler önce çocuklarını yer bilirdik, çocuklar devrimleri yiyormuş.

Beş, hadi ulusalcı kesim bağırsa da sesi duyulmaz noktaya itildi. İnönü ailesinde, dedesine hakaret edene "sen kimsin" diye celallenecek kimseler yokmuş.

AKLIMDA KALAN

"Düşme"nin psikolojisi: Birkaç gün önce düştüm. Ortada kar yok. Buz yok. Çukur yok. Kaygan zemin yok. Tam tersine. En düz. En sorunsuz zeminlerden birinde. Havalimanında, apronda, iki seksen uzandım. Her kadının başına gelebilen bir gerekçeden. Yüksek topukların azizliğinden. Etrafın yardımıyla kalkarken. Düz ayakkabı giysen neyin eksilir diye söylendim. Sağ diz parçalanmış. Bacak boydan boya sıyrık. Durumu abartmadım. Gündelik koşmacaya devam. Dizimdeki sargı bezini görenlerin tesellisi iki tür oldu; "Nazar değmiş" diyenler ve "üzülme bugün Madonna da düştü" diyenler. Nazardan söz edenlerinki psikolojik destek için gerekçeydi. Neye nazar değecekse. "Madonna da düştü", ne demek peki! "Madonna bile düşüyor" gaz vermesi mi yoksa 60 yaşına merdiven dayamış kadınla yaşça bir tutulma dalgası mı? Neyse. Asıl söylemek istediğim şu: Hayattaki her tür düşüşü normal karşılarım. Hayat bu. Dün iyisindir bugün kötü. Dün yükseklerdesindir, yarın alçaklarda. Her şey insan için. Mesele yüksekteyken ya da alçaktayken, yanınızda aynı dostların olup olmadığıdır. Sosyo-psikolojik düşmeleri normalleştiren ben, fiziksel olarak yere çarpmanın moral bozumunu yaşadım. Kontrollü birinin kontrolsüz durumda kalması. Hayat aynı zamanda bu da.