Neden hepimiz Hürriyet'i eleştiriyoruz? Neden hepimiz Hürriyet'e vuruyoruz?
Kıskandığımız için mi? Daha iyisini yapabileceğimiz için mi?
Hiç biri.
Hürriyet medyanın referans noktası. Mihenk taşıdır. Diğer tüm gazeteler ona göre tanımlanır. Kötü olmasına, sarsılmasına tahammülsüzlük ondan.
Yayın yönetmeni gittiğinde dikkat kesilmemiz ondan.
Bir yazar Hürriyet'e geldiğinde... Bir yazar işten kovulduğunda... Kendi dükkânımızda bizden habersiz iş yapılmış huzursuzluğumuz ondan.
Gizli ya da açık, sağcısı da solcusu da her gazeteci Hürriyet'te yazmak ister.
Yeni Şafak'taki değişiklikler için kalem oynatmamışım. Öteki gazetelere giren çıkan belli olmamış, umursamamışım. Cumhuriyet gazetesi köklerinden sallanmış, bakmamışım.
Ama. Hürriyet üzerine çok yazmışım. Defalarca Enis Berberoğlu'nu ve Aydın Doğan'ı uyarmışım.
Mesela;
3 Ekim 2011'de Taha Akyol yazmaya başladığında yazmışım:
"Çözümü eskimiş bir isimde aramak risksiz bir yoldur evet, ama gazeteyi ileriye götürmez."
28 Ekim 2011'de yazmışım:
"Aydın Bey, tırnaklarınızla kurduğunuz dünyanızın, kendinden menkul kişilerce yerle bir edilmesine gönlüm razı değil."
24 Aralık 2012'de Enis'e, tepesinde dolanan akbabaları hatırlatmış, önerilerde bulunmuşum.
4 Mart 2013'de Aydın Doğan'a uzun bir analiz yazdıktan sonra eklemişim:
"Bizde böyledir, biri sizi yanlış yapmamak için uyarırsa, uyaranın üzeri çizilir. Ki yanlışı yaptıranlar nemalanmaya devam edebilsin!"
7 Nisan 2014'te yazmışım:
"Aydın Doğan Hürriyet'i, CNN Türk'ü, Kanal D'yi satmak zorunda kalmamışsa, şanstan başka açıklaması yoktur.
19 Mayıs 2014'te Enis Berberoğlu'nun gidişinden aylar önce yazmışım:
"(Enis) Hürriyet'i şizofrenik yapısından çıkarabilirdi. Olmadı.
(Köşe yazanlarının) Çoğu oradaki varlığını, gazeteciliğe ve entelektüelliğe borçlu değil. Tüm servetini çalışarak yapmış bir Anadolu adamı olan patronun gözünü boyamalarına borçlu. Aydın Doğan'ı krizden krize sürükleyip halâ orada olmalarının nedeni bu."
Sözün özeti; Hürriyet, medyadaki özgül ağırlığına göre hareket etmezse, bugün Sözcü'ye geçilir, yarın küçülür, ertesi gün satılmak zorunda kalır.
YÜZDE 40'I YOK OLMUŞSA...
Sayıştay açıklamış. 89 yılda Atatürk Orman Çiftliği'nin yüzde 40'ı yok olmuş.
Kesilmiş. Yakılmış. Yıkılmış.
Duruma ister çevre katliamı olarak bakın. İsterseniz Atatürk adı geçen her şeyin simgesel durumu.
Aynı yere çıkarsınız.
Mustafa Kemal'in ilkelerinin yüzde 40'ı yok olmuş.
Mustafa Kemal'e saygının yüzde 40'ı bitmiş.
Kalan yüzde 60'ı halâ kayda değer bulup, tüm rehavetinizle iç rahatlamasına geçmeyin.
Onun da en az yüzde 20'si erozyona uygun. Kalan yüzde 36 paramparça...
Atatürk Orman Çiftliği yok olurken... CHP bilmem kaçıncı kurultaydan bilmem kaçıncı kurultaya erimeye devam eder...
AHMET DAVUTOĞLU BAŞBAKAN OLURSA...
Yorumcusu, habercisi, yazarı, siyasetçisi "Başbakan o olacak" diyorsa. Vardır bir bildikleri.
Davutoğlu Başbakan olursa;
Bir, emanetçi Başbakanımız var demektir.
İki, ilk kongrede Gül partinin başına geçecektir.
Üç, dış politikadaki yangın yeri görüntü, iç politikaya sirayet edecektir.
Dört, bir kez daha "iyi akademisyenden iyi siyasetçi çıkmaz" sözü test edilecektir.
Beş, partililer en yüksek karizmadan en düşük karizmaya geçiş kurslarına ihtiyaç duyacaktır.
"ABİ"DEN NE OLUR, NE OLMAZ?
Tamam Ersun Yanal gitti. Gitsin. Aziz Yıldırım'ın içi rahat etti. Etsin.
Ve. Fakat. Fenerbahçe kamuoyu bu yazıyı bir kenara koysun.
Yeni teknik adamları İsmail Kartal. Futbol emekçisi. Bulunduğu yere kolay gelmemiş. Fener'in "abi"si.
Sadece küçük bir sorun var. Burası Türkiye.
Futbolcuların teknik direktöre "abi" dediği yerden iş çıkmaz.
Futbolcu dediğin adam el ense olduğu kişiyi fazla takmaz. Fener'in emeklilik yaşı gelmiş futbolcuları ise "abi"leri parmağında oynatır.
AKLIMDA KALAN
Gül'ün veda mesajları: Cumhurbaşkanı Gül, salı akşamki veda resepsiyonunda konuştu. Soruları cevapladı. Netti. Kararlıydı. Konuşkandı. Pek çok şey söylese de, özünde üç mesaj vardı: Bir, "Hiçbir yere gitmiyorum bu partideyim." İki, "Erdoğan gibi düşünmüyorum." Üç, "Dönüşüm muhteşem olacak."