Hayrettin Karaman hoca bu işe ne diyor?

Hayrettin Karaman hoca bu işe ne diyor?

Yeni Şafak yazarı Hayrettin Karaman Türkiye’nin en dikkat çeken, sözüne en çok itibar edilen, herkesin sevdiği, saygıda kusur etmediği bir ilahiyatçı ve ilim adamıdır.

AK Parti hükumetinin ve özellikle de Başbakan Erdoğan’ın icraatlarının tabanda meşruiyet kazanmasında, benimsenmesinde Karaman Hocanın etkisinin büyük olduğunu düşünüyorum.

Hayrettin Karaman Hocanın AK Parti’nin kuruluş sürecinde ve sonraki dönemlerde verdiği ‘hayati fetva’ların AK Parti’ye ciddi anlamda ‘kaynaklık’ ettiğini de biliyorum.

İşte bu nedenle gelinen süreçte katkısının olduğunu düşünerek Karaman Hocaya bazı sorular sormak niyetindeyim. Bu sorulara geçmeden önce müsaade ederseniz sorularıma zemin teşkil eden tabloya dikkatinizi çekmek istiyorum.

Türkiye’de son zamanlarda insanlar ancak dini argümanlarla konuşup yazdıklarında birbirlerine seslerini duyurabilir hale geldi. Farkındasınız değil mi?

Herkes ancak dini terimler kullandığında, dini hikayelere başvurduğunda, ayet ve hadis aktardığında sesini duyurabiliyor. Bir başkasının da benzer temalar içeren sesine kulak veriyor.

Herkes sözünü daha etkili ve vurucu kılmak için sıklıkla dini terimlere başvurmayı bir yol olarak görüyor.

Her icraat, her konumlanma, her mücadele, her kazanım, her ‘hata’, her açmaz, her yetersizlik, her hesap kitap dini argümanlarla biçimlendiriliyor.

BDP’li Milletvekili Sırrı Süreyya Önder derdini anlatmak için TBMM kürsüsünden ayet okuyor.

Yazısını tesirli kılmak için Ahmet Altan köşesinde sık sık dini terminolojiye ve hadislere başvuruyor.

MİT meselesi gibi tamamen dünyevi çıkar mücadelesinde konumunu sağlamlaştırmak için Ekrem Dumanlı hadis- ayet karışımı, sahabe hayatı örnekli temalarla tartışmada üstünlük kazanmaya çalışıyor.  Dumanlı’nın her Pazartesi yayınladığı yazılar, dini bir sohbet havasında vaaz niteliği taşıyor. 

Diğer taraftan MİT tartışmalarında Ekrem Dumanlı’nın savunmasına cevap veren başbakanın danışmanı Yalçın Akdoğan da derdini “dini kardeşlik” vurgusuyla anlatmaktan geri durmuyor.

MİT tartışmasında arayı bulmaya çalışan Ali Bulaç dini bir referansla ‘ganimet paylaşımı’ önerisinde bulunurken o ‘ganimeti paylaşmayanlar’ da, ‘ ama Müslüman Müslümana ganimet için kılıç çekmez’ diyerek tartışmayı yine dini bir zeminde sürdürüyorlar.

Eğitim sistemindeki değişikliği savunan, çocuklarını yabancı eğitim ağırlıklı kolejlerde okutan bir bakan “Bu ülkede dini eğitim çok önemli, bu çabamızı kimse engelleyemez” diyerek istismara ‘dini görev’ kılıfı giydirirken, Eğitim Komisyonu’nda yeni sistemi savunan AK Partili vekilin konuşmasına “Biz dindarlar” diyerek başlamasındaki sefalet kimseyi rahatsız etmiyor.

Yeni sisteme demokratik eleştiri getiren TÜSİAD “din düşmanı” ilan edilirken MHP “imam hatip karşıtı” bir pozisyona itiliyor. Düşürüldüğü bu pozisyondan kendini kurtarmak isteyen MHP ise çareyi “daha fazla İmam Hatip açmayı teklif” etmekte arıyor!

PKK ile mücadelede PKK’nin bir terör örgütü olması yetmiyor, dinsel bir ayrım vurgusuyla örgütün Zedüşt olduğu iddia ediliyor. ‘Zerdüşt’  PKK, bu imajı silmek için doğuda “ayrı Cuma, ayrı imam” gibi din motifli çalışmalar içerisine girerek ‘dinle’ ilişkisinin gevşek olmadığını göstermeye çabalıyor.

Türkiye dindarları Irak’ta olup bitene tepkisizliklerine “Müslüman feraseti”ni gerekçe gösterip beladan uzak durmayı yeğlerken, Suriye’deki olaylar karşısındaki dünya sisteminin talep ettiği ‘şahin’ tutuma  ‘Müslüman vicdanı’nı gerekçe gösteriyorlar.

Türkiye’nin Suriye’ye müdahale etmesi için çaba harcayanlar “Esad Mevlit Kandil’inde yüzlerce Müslüman öldürdü” diye dezenformasyonlarına ilahi, ulvi, semavi, manevi bir içerik kazandırıyorlar.

NATO için Kore’ye gönderdiğimiz askerlerimize de, ABD çağırdığında Afganistan’a gönderdiğimiz askerlerimiz öldüğünde de ‘Şehit’ demekteki tuhaflık dikkat çekmiyor.

Doğu’da PKK ile çatışan güvenlik güçlerini ‘Şehit’ saymamızın yanını sıra Başbakan Erdoğan yeni bir genelgeyle bundan böyle Doğu’da trafik kazasında ölenlerin de ‘Şehit’ sayılacağını ilan etmesindeki ilginçlik kimseyi rahatsız etmiyor.

Diğer taraftan ‘Zerdüşt’ PKK da çatışmalarda öldürülen kendi militanlarını ‘şehit’ diyerek kendi tabanında oluşacak tepkiyi azaltmak için dini argüman silahını kullanma yarışında geri kalmıyor.

Haksız kazanç elde etme yarışındaki bir iş adamı verdiği rüşvete ‘Müslüman zengin olmalı’ kılıfını giydirirken, rüşveti alan ise “dava büyümeli” diyerek olaya dini bir ambalaj geçirmekte sakınca görmüyor.

Anlayacağınız Müslümanlık tam anlamıyla pazara sürülmüş vaziyette. Herkes konumunu, kazanımlarını ‘din’ üzerinden sağlama alma uğraşında.  Bazıları yapıp ettiklerine dini kılıf giydirerek kabul gösterme, eleştirilmez kılma çabası içerisinde.

Böyle olunca da yapılan işlere getirilen eleştiri bir anlamda ‘din’e yapılmış muhalefet gibi algılanıyor. Bundan kaçış yok!

Türkiye’de ‘din’e karşı çıkan bir muhalefetin yaşama şansının olmadığı bilinen bir gerçek.

Dini tabirler, kalıplar, cümleler, simgeler, çağrışımlar… birer şifre gibi kullanılıyor. Yalanlar dinsel. Bahaneler İslami. Popülarite, iktidar, para, prestij… hepsi dinsel verilerle işleme konuluyor.

Hal böyleyken muhalefetin meselenin aslında ne olduğunu anlatacak ne cesareti, ne samimiyeti, ne ahlakı, ne bilgisi ne de yeterliliği olmadığı ortada.

Sizi bilmem ama ben çocuklarıma pazara sürülen bu dinin; bizim bildiğimiz, inandığımız, ‘din’ olmadığını anlatmakta bir hayli zorlanıyorum.

Çocuklarımı bayağılaşmış bu ‘din’den nasıl koruyacağım, onlara gerçek dini, gerçek Allah’ı, gerçek ahlakı nasıl öğreteceğim konusunda karamsarım.

İnancın bir duygu ve düşünce değil bir bilet, bir makbuz, tarife, paso, sertifikaya filan dönüşmesi; dindarlığın bir sosyal statü, rütbe, imtiyaz, avantaj şekline girmesi beni dehşete düşürüyor.

Dinin bu kadar tehlikeli bir hale gelebileceğine, düpedüz kullanılabileceğine hiçbir zaman ihtimal vermiyordum.

Dinin bir gün hatalarımıza, yetersizliklerimize, gayri ahlaki tutumlarımıza, kişisel konumlarımızı sağlama alma arzularımıza bir örtü işlevi göreceğini hiç düşünmemiştim.

Dini yüceltmek ve yaymak için kurulan yapıların; ‘kazanımların’; muhafazası, korunması için bir gün dinin bile feda edileceğini söyleseler inanmazdım.

Şimdi ben de dinî bir ifadeyle konuşacağım. Müsaadenizi istiyorum. Madem yalnızca din eksenli sözlerin bir etkisi var, ben de o yolu deneyeyim.

Nerede o ‘şükreden’ yoksullar? Nerede o ‘nur yüzlü imam hatipli’ çocuklar? Nerede o ümmet şuuruyla aşılanmış zarif insanlar? Nerede o cömert dostlar? Nerede o nezaket? Nerede o zarafet? Nerede o kanaat öğretisi? Nerede o çocuksu neşe? Nerede o konferanslar, kitaplar, ilahiler? Nerede o sadakat? Nerede o tertemiz istikbal telakkisi? Nerede o latifeler, şakalar, gülüşmeler? Nerede o küçük ikramlar? Nerede o yatılı misafirler? Nerede o hassasiyet, insanlık, teselli, şefkat, kardeşlik?

Hâlâ ne diye ayet okuyorsunuz? Neden hadis aktarıyorsunuz? Terk ettiğiniz cömertlik ve kardeşlikle birlikte, artık bu sözleri de terk edin. Dini, kendi sefaletinizle incitmeyin.

Velhasıl… meselenin bu boyuta gelmiş olmasının Hayrettin Karaman gibi ilahiyatçıların sorumluluğunu arttırdığını düşünüyorum.

Hayretin Karaman Hoca gibi ilahiyatçılar bugün konuşmayacaklarsa ne zaman konuşacaklar?

Hayrettin Karaman Hocamızın şahsında tüm ilahiyatçı, din bilgini üstatlara iki sorum var:

Birinci sorum. Sayın hocam Müslümanlığın, ayetlerin, hadislerin, dini terimlerin bu kadar değersizleştirilip, akçe gibi, pul gibi pazara sürülmüş olması sizi hiç rahatsız etmiyor mu?

İkinci sorum: Din insanlara bir kalite, bir ahlak, bir kişilik, bir değer katmak için var ise günümüzde tüm olumsuzlukların, başarısızlıkların, ahlaki yetersizliklerin, kişisel defoların giderilmesinde dini argümanların kullanılıyor olmasındaki tuhaflığa dikkat çekmeyi düşünüyor musunuz? Bir başbakanın “Bundan böyle trafik kazasında ölenler de ‘şehit sayılacak” demesi, sizce de acayip değil mi? Normal mi bütün bu tuhaflıklar, sayın hocam? www.twitter.com/acikcenk