Hatırlattığın ilkenin arkasında duracaktın!

Hatırlattığın ilkenin arkasında duracaktın!

Enis Berberoğlu ile ilgili her yazım “Enis Berberoğlu’nu severim” cümlesiyle başlar. Ama öyle senli, benli bir dostluğumuz yoktur.


Ağır adamlığını severim. Mesafeli duruşunu severim. Kimseyle enseye tokat muhabbetine girmeyişini severim.


Daha. Ülkenin tüm dengesiz hallerine rağmen dengeli haline imrenirim. Sakinliği ve sükûneti beni kıskandırır. Bu adamın sabrının onda biri bende neden yok diye isyan ederim.


Ankara’dan Hürriyet’in başına gidince gazetecilikle ilgili umudum artmıştı. Yukarıdaki niteliklerde bir adam, Hürriyet’i şizofrenik yapısından çıkarabilirdi. Olmadı.


Çünkü Hürriyet, bir arena. Çoklu gündemlerin olduğu karmaşık bir ağ. Büyük çarpışmaların yaşandığı bir arena.


Ve üzülerek söylemeliyim ki, ülkeyi ve dünyayı gerçeklere göre değil de çıkarlara göre analiz edip sürekli çuvallayanların büyük değer gördüğü bir yapı. Çoğu oradaki varlığını, gazeteciliğe ve entelektüelliğine borçlu değil. Tüm servetini çalışarak yapmış bir Anadolu adamı olan patronun gözünü boyamalarına borçlu. Aydın Doğan’ı krizden krize sürükleyip halâ orada olmalarının nedeni bu.


Enis Berberoğlu onların çok dışındadır.


Evet, Hürriyet amiral gemisi ama geminin içinde başka çalkantı, dışında başka çalkantı.


Denizdeki fırtına arttıkça, geminin yalpalaması artıyor. Dalgaların bıraktığı sular, gemiyi aşağı doğru çekiyor.


Enis ne yapsın? Soru bu olabilir. Sırtında onca yükle arenada ne kadar çarpışabilir ki?


Benim sorum başka: Enis nasıl yapar?


Tam da ilkeleri tükenmiş gazetecilikte ilkeleri yeniden anımsatmışken, nasıl geri adım atar? Tam da ilkesizlik çamuruna batmış medyada umut olmuşken…


Sabah Gazetesinin haberlerine “Şimdi zamanı değil” yanıtını görünce, işte demiştim Enis Berberoğlu farkı bu. İlkeli bir duruş. Vakur bir ifade. Şık bir hatırlatma. Doğru bir zamanlama.


“Bu oyuna gelmeyeceğiz” demişti, “Okuru aydınlatma yarışında havlu atanları mesleki kıskançlık çukurunda yalnız bırakacağız.”  


Ama ne yaptı Enis? Ertesi gün çark etti. “Şimdi zamanı değil” gibi asil bir tavrı bırakıp silahı ateşledi, “Orada gazeteci var mı?” diye sordu.


Gazeteci arıyorsan, işsizler ordusu içinde arayacaksın. Soruyu doğru yere sorarsan, yeryüzünün en büyük korosunu duyar gibi olursun: “Var!”


Enis gibi bir adam ilkeli bir duruş sergilemiş, okkalı bir ders vermişken orada duracaktı. Durmadı. Çünkü İstanbul ona, “Adam sana vuruyor, sen de vurmazsan yenik sayılırsın” gibi bir ilkelliği dayatıyor.


Varoş kültürü denen şey, İstanbul’dan başlayarak ülkeyi, varoşlardan başlayarak herkesi istila etmiş durumda.


Soma, gazeteciliğin ölüm ilanı oldu.


300 insan ölmüş! 300! Hürriyet’in magazin eki gece kulüplerinin kepenk indirmesini haber yaptı. Soru aynı: Enis Berberoğlu bunu nasıl yapar?


Benim tanıdığım Enis, “Bu da haber mi kardeşim, bu olması gereken. Ülke ağlarken eğlence mekanları açık kalır mı? Git haber gibi haber getir” diyebilecekken, yas zamanı kepenk indirmiş gece kulüplerini magazin ekinden aldı, ana gazeteye de haber yaptı.


Bu İstanbul, bu Ankara’dan gitme adamlara neden yaramıyor, bir türlü anlamıyorum…


OKUR SANA SÖYLÜYORUM, MUHATTABI SEN ANLA!

Eğer siyasi gücünü halkın nabzını tutarak kazanmışsan.


Halkın nabzına göre şerbet vermeyi biliyorsan.


Siyasi kariyerindeki tüm başarılar “benim milletim” ifadesiyle özetlenebiliyorsa.


Soma’da da vuracaktın yumruğu masaya. Bir garibanın yüzüne atılan tokadı, atacaktın maden işletmecisinin suratına. Ama öyle yapmadın.


Son dönemde çokça ve sıkça olduğu gibi iletişim yanlışlarından birini yaptın. Büyük olasılıkla yoruldun. Ya da dikkatin dağıldı.


“Senin milletinin” kalbini kırdın. Öyle tazyikli su sıkarak falan değil, ona da alışıldı nihayetinde, Özal geleneğiyle.


Milletinin kalbini kırdın çünkü, milletinin avukatı gibi değil de, maden işletenin yakını gibi durdun…


Fehmi Koru, son günlerdeki hatalarını danışmanlarının yaptırdığını ima etmiş. Köşk ve iktidar çevrelerinde uçan kuşu bilen Koru gibi biri, böyle bir bilgi yanlışına nasıl düşer?


Elbette danışmanlarda dikkat dağınıklığı, gerilim olabilir ama bir de, özellikle son zamanlarda kendi bildiğinden şaşmayan, danışman falan dinlemeyen bir adam var. Herkesi tedirgin eden de bu.


DERİN MERMERCİ DİYE BİRİ

Tam Soma ağıtlarının ortasında. Kuruçeşme’de, bir sosyete kafesinin önündeki iki masa kaldırıldı diye.


Zabıtalar, “sökülecek burası” dedi diye, imza kampanyası düzenlemiş Derin Mermerci. Onur Baştürk’ün köşesinde okudum.


Memleket yangın yerine dönmüşken, üstelik de kamuya ait bir yerde iki masa kaldırıldı diye bu hanımefendi eğer imza toplamışsa, kendisinin ve elbette o imzaları atanların yüz kızartıcı suçtan mahkemeye sevkleri gerekir. Bence.


AKLIMDA KALAN

Acıyı şov fırsatına dönüştüren herkesin ve her şeyin çirkinliği: Mesela modacının biri defile yapıyor, Soma’nın anısına mankenleri podyuma baretlerle çıkarıyor. Futbolcular sahaya kömür madeni gibi tasarlanmış kapıdan çıkıyor. Şarkıcılar o telaşın orta yerinde sanki turistik bir alanı gezer gibi bir tavır içinde. TIR’lara yüklettiği yardımları güneş gözlükleriyle kendisi karşılıyor adamın biri. Bir felaketin yaşandığı alana güneş gözlüğüyle arz-ı endam eden filinta gibi gazeteciler, futbol kulübü yöneticileri, şarkıcılar… Öyle tuhaf bir manzara ki bu, ziyaretçilerle ziyaret edilenler arasındaki farkın altını çiziyor. Anlayışlı tavırlarına, üzgün ifadelerine rağmen marka gözlükleriyle konuya ve duruma ne kadar yabancı olduklarını aklımıza vuruyor.