Türkiye'de koronavirüsle ilgili sürecin başından beri öne çıkan isim Sağlık Bakanı Fahrettin Koca oldu.
Virüs daha Türkiye'ye gelmeden düzenli açıklamalarda bulundu, kameraların karşısına geçerek canlı yayında kamuoyunu adım adım bilgilendirdi. İlk vakanın açıklanması ve sonrasındaki süreci de yine Sağlık Bakanı Koca 'dan öğrendik. En son vaka sayısının 47 olduğunu dün akşam saatlerinde açıkladı.
Bakanın süreç içerisindeki başarısı toplumun her kesiminden takdir gördü hatta müzmin muhalifler bile Fahrettin Koca'yı alkışlamaktan kendini alamadı.
Fakat son günlerde ilginç bir şekilde muhalif kesimden şöyle sesler yükselmeye başladı:
-Bak ABD'ye, bak Almanya'ya, Fransa'ya, bak İngiltere'ye... Tüm dünyada koronavirüs açıklamalarını liderler yapıyor niye bizde Sağlık Bakanı yapıyor?
-Neden sürekli Fahrettin Koca çıkıyor, neden günlerdir Cumhurbaşkanı Erdoğan konuşmuyor?
Yani Erdoğan günlerce konuşmasa düğün bayram edecek olanlar, şimdi "neden konuşmuyor?" diye feryad figan ediyor resmen. Vallahi bunları anlamak mümkün değil!
Cumhurbaşkanı Erdoğan'a nefretlerini bilmesen iki gün görmeyince özlediklerini sanacaksın, o derece yani.
Dünyanın diğer ülkeleri farklı yorumlar yapılabilir ama Türkiye bu konuda gerek sağlık ve siyasal iletişim açısından gerekse de kamuoyunun ihtiyacı olan güven tesisi bakımından çok doğru bir yol izledi, buna sürecin görünen yüzünün Sağlık Bakanı olması da dahildir. Umalım ki bundan sonrası da aynı başarıyla devam eder.
Bu arada "illaki Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı koronavirüsle ilgili konuşurken görmek isteriz" diye tutturanların da gözü aydın. Erdoğan yarın koronavirüsle ilgili mücadele kapsamında bir toplantıya başkanlık edecek hemen sonrasında da kamuoyuna açıklama yapacak.
Hadi yine iyisiniz!
BİR ÇUVAL İNCİR
Koronavirüs gibi böylesine kritik bir sağlık meselesinde, bu zamana kadar takdir edilen bir çalışma ve programla yürütülen sürecin ilk falsosu maalesef ki umre yolcularının dönüşüyle verildi.
Bu hengamede umreden dönecek olanlar unutuldu ve bir son dakika karmaşasına mı kurban gitti yoksa;
meselenin ilk elden sorumlusu olan Diyanet İşleri Başkanlığı Sağlık Bakanlığı'nı bilgilendirmekte geç mi kaldı?
İşin perde arkasını bilemiyorum.
Fakat umreden dönen ilk kafilelerin 14 günlük karantinaya (izolasyon süreci) alınmamaları ve sonrasında kopan kıyametle son kafilelerin apar topar KYK yurtlarına yerleştirilmeleri herkeste "bir çuval incir berbat edildi" izlenimi oluşturdu.
KYK yurtlarından paylaşılan görüntüler ve öğrencilerin mağdur edilmesi de tuz biber oldu. Hele umreden dönen bazı vatandaşların Konya'daki yurttan kaçmaya kalkması ve polisle yaşanan arbede görüntüleri tam bir fecaattı.
Dünyayı pençesi altına alan böyle bir salgınla mücadele etmek elbette hiç kolay değil. Türkiye'deki korona vakası da gün geçtikçe artacak ve bu mücadele daha zor bir hale gelecek. Bunu tahmin etmek de zor değil. Bunların hepsi bir ihtiyat payıyla karşılanabilir yeter ki vatandaşta bu zamana kadar oluşturulan "devlet şeffaf ve koordineli bir şekilde süreci yürütüyor" algısı ve güven duygusu darbe almasın.
ATEŞ HOCA'YA BUNU YAPMAYIN!
Koronayla yatıp koronayla kalktığımız bir dönemde ekranlarda da koronadan başka bir şey konuşulmaz oldu haliyle. Medya bu açıdan iyi bir sınav verdi diyemeyiz. Oysa kamuoyunu bilgilendirme ve yönlendirme açısından en büyük sorumluluklardan birisi de medyaya düşüyordu.
* "Medyanın bu süreçte tek faydası Sağlık Bakanlığı Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Ateş Kara'yla bizi tanıştırmasıdır" desem abartmış olmam.
* "Bir televizyon programına alanında uzman olarak çağrılan bir konuğun gerçekten alanının uzmanı olduğuna kanaat getirmek ne güzel bir duyguymuş" desem yine abartmış olmam.
* "Koronayla mücadelede kelle paçaların havada uçuştuğu bir dönemde konuyu bilimsellikten kopmadan, tane tane anlatan ve soruların hepsine lafı dolandırmadan tatmin edici cevaplar veren bir "hocayı" ekranda görmeyi özlemişiz sahiden" desem yine hiç abartmış olmam.
Ve fakat televizyon kanalları Ateş Kara gibi bir hocayı ekrana çıkarınca neden yanına Oytun Erbaş gibi, Canan Karatay gibi goygoyu bol isimleri de alma ihtiyacı hissediyorlar. Böylesi zamanlarda reyting kaygılarını azıcık kenara bıraksalar olmuyor mu?
Hadi Ateş Hoca'yı düşünmüyorsunuz bari izleyiciye bunu yapmayın!
KORONA ASLINDA NE?
Bir salgın hastalık mı yoksa biyolojik bir silah mı?
Dünyayı bambaşka bir noktaya getirecek, yeni bir çağın başlangıç habercisi mi?
Dünya nüfusunun azaltılması ya da yaşlı nüfusun ortadan kaldırılması için hazırlanan bir suikast mi?
Kapitalizmin kaçınılmaz sonucu, marazi meyvesi, önlenemeyen çöküşü mü?
İnsanlığı evlere hapsedip, tüketiminden üretimine ne varsa her şeyin dijital dünyaya aktarımını bir anda sağlayacak yeni bir dünya düzeninin kırılma noktası mı?
Belki hepsi, belki de hiçbiri...
Bunu ömrümüz yeterse ileride göreceğiz ama herkesin mutabık olduğu bir şey varsa o da "hiçbir şeyin artık eskisi gibi olmayacağı".
Keşke biri çıksa da sürecin ekonomi politiğini şöyle anlayacağımız dilde bir güzel analiz etse bize. Biz de öğrensek aslında bu virüs kimlere, hangi şirketlere, hangi sektörlere yaradı/yarayacak, hangi şirketler ve sektörler battı/batacak?
Belki o zaman daha net bir fotoğraf çekmek mümkün olurdu.
KORONA GÜNLERİNDE AŞK MI AYRILIK MI?
Çin'de koronavirüs nedeniyle karantinaya alınan çiftler arasında boşanmaların arttığına dair bir haber çıktı ve oldukça da ilgi gördü.
Öyle ki, Kolera Günlerinde Aşk romanına gönderme yapılan Korona Günlerinde Aşk başlıklı yazılara beklenen malzeme bulunmuş oldu. İnsanoğlu can sıkıcı ölümcül bir salgınla yüz yüze gelmişken yazarların aşk gibi bir konuya dikkat kesilmesi şaşırtıcı olmayabilir.
Çok klişe bile olsa bu içeriğe sarılmayı "korona günlerinde magazin" diye özetleyebiliriz.
T24 yazarı Mehmet Y. Yılmaz da birçok yazar gibi Çin'den yayılan bu haber üzerine bir yazı yazmış ve karantinadaki çiftlerin boşanma oranlarının arttığına pek de inanmadığını ifade etmiş. Zor zamanda insanlar aşka tutunur düşüncesiyle tarafını aşktan yana seçmiş.
Bana fazla iyimser ve romantik gelen bu yazıya Milliyet yazarı Hakkı Öcal'ın yorumu ilginçti. O meselenin ne aşk ne ayrılık kısmında, Mehmet Yılmaz'a yekten şu yorumu yaparak mevzuyu noktaladı: "Evvel-ahir aklın oynaşta, birader"