ODTÜ'lü 35 yıllık arkadaşım oyunu bu pazar neden Erdoğan'a verecek?
Bu fotoğraf 14 Mayıs seçim günü çekildi. Karede Cumhurbaşkanı Erdoğan, eşi Emine Hanım’ı oy vermek için sandığa gittiğinde görüyorsunuz.
Yanlarındaki çocuk ise torunları…
Bana bu “Bu karedeki üçlüden en iyi hangisini tanıyorsun” diye sorarsanız, “En sağdaki çocuğu” cevabını verirdim.
Nereden mi iyi tanıyorum?
Üzerindeki sweatshirt’ünden…
Çünkü benim küçük torunum Sinan da giymişti ona benzer bir şeyleri zamanında.
Nedir Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın torununun giydiği o sweatshirt? Muhtemelen çoğunuz biliyorsunuz.
Üzerinde “Hogwarts“ yazıyor.
Yeryüzünde milyonlarca çocuğun çok iyi tanıdığı bir okulun adı bu.
Bilmeyenler için kısaca özetleyeyim.
İngiliz yazar J.K. Rowling'in yazdığı Harry Potter romanındaki hayali büyücülük okulu…
Tam adı “Hogwarts Cadılık ve Büyücülük Okulu…”
Bir işe girmek için en kuvvetli referans olan Kartal İmam Hatip Okulu değil yani…
11’inci Yüzyıl’da çağın en büyük 4 büyücüsü tarafından kurulan hayali bir okul.
Yedi yıllık eğitimden geçecek çocuklar, 11 yaşından itibaren bu okula kabul ediliyor.
Okulun bir de mottosu var:
“Asla uyuyan bir ejderhayı gıdıklama…”
Okul her yıl 1 Eylül’de açılıyor.
Öğrencilerin hangi binada eğitim alacaklarını belirlemek için bir seçim yapılıyor.
Bu seçimi “Seçmen şapka” yapıyor.
Yani şapkada tavşan çıkaran siyasetçilerle kesiştiği bir noktası var bu okulun.
Okulun binası çok karmaşık bir yapıya sahip ve bu binanın katlarına gösteren plana “Çapulcu haritası” deniyor.
Yani o da Gezi ile kesiştiği nokta.
Evet Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın torununun, kendi arzusu ile alıp giydiği sweatshirtünün üzerinde işte bu hayali okulun amblemi var.
O yaşta çocuğu olan her anne babanın bildiği bir tişört bu.
Dolayısıyla ben de bu tişörtü giyen çocuğu çok iyi tanıyorum.
Çocukların gelişme sürecinde bir tişört güzergahları vardır.
Önce Dinozor Barney ile başlarlar.
Sonra köpekbalığı hayranlığı dönemi gelir.
Dinozor tişörtlerin yerini, köpekbalıklı tişörtler alır..
Sonra Marvel ve DC Comics kahramanları gelir.
Son aşama ise Star Wars dönemidir.
Bu son ikisi artık kalıcıdır.
Benim yaşıma gelseniz bile mutlaka bir tişörtünüzün üzerinde bir Marvel veya Star Wars karakteri kalır.
O nedenle ben bu çocuğu büyükannesi ve dedesinden daha iyi tanırım.
Tek nedeni bu da değildir.
Bir de dört yıl önce canavar ruhlu bir caninin dört patisini kestiği küçük köpek öldüğünde, benim evimdeki torunlarım gibi, Erdoğan’ın torunlarının da ağlamasından tanırım.
Erdoğan’ın torunları o gün babaları Berat Albayrak’tan eve ikinci bir köpek almasını istemişti…
Söyler misiniz bundan daha iyi tanımak olur mu…
O nedenle biri beni, “Sen halkı tanımayan bir Beyaz Türk’sün” diye aşağılamaya kalktığında, “Hadi len ordan” deyip geçiyorum..
Ben o halkı tanımasam da çocuklarını çok iyi tanıyorum.
Ama bu defa benim bir itirafım var.
Geçen haftaki seçimde, Türkiye halkında benim de gerçekten tanıdımadığım bir kesim olduğunu farkettim.
14 Mayıs günü “Tepki oyu” veren yüzde 5’i…
İşte “O halkı” hiç ama hiç tanımamışım.
Yanlış söyledim, o insanları da tanıyorum, hatta bazılarını çok yakından tanıyorum…
Ama anlayamamışım…
İşte “O halkı” bana bu hafta 1980’li yıllardan beri çok iyi tanıdığım çok iyi bir dostum tanıttı..
Adını veremeyeceğim, sadece profilini yazayım.
ODTÜ mezunu…
1980'li yılların ikinci yarısında ikimiz de Özal'ın Türkiye’ye getirdiği yenilikleri hayranlıkla izliyorduk.
Çok girişimci, vizyoner ve yenilikçi bir iş insanı oldu.
Elektronik konusunda müthiş bilgisi var.
Tam bir “Startup zihniyetine” sahip.
Dijital devrimi ilk anlayanlardan biri.
Uluslararası dijital fuarları hiç kaçırmaz.
Ve ikimiz de müzik hastasıyız.
Sık sık mesajlaşırız. Sevdiğimiz şarkıları paylaşırız.
Hâlâ iyi bir okuyucumdur, yazdıklarımı sevdiğini söyler.
Geçen haftaki seçimde Sinan Oğan’a oy vermiş.
Gerekçesini bana şöyle yazdı:
“Bu toplumda laiklerin sandığı gibi; aşırı dindar, muhafazakâr bir AKP çoğunluğu yok. AKP damarı küreselleşme ve teknoloji ile geriliyor. Ne kadar imam hatip okulu açarsanız açın, bir şekilde birincil etki alanı olmaktan uzaklaşacak. Kim büyüyor derseniz Atatürkçü ulusalcılık ile milliyetçilik büyüyor. Sinan Oğan işte bu damara talip oldu…”
İkinci turda kendini Erdoğan’a daha yakın hissediyormuş.
O nedenle önümüzdeki pazar oyunu Cumhurbaşkanı Erdoğan’a verecekmiş.
Sakın ola bu sözlerimi, küçümser bir ifadeyle yazdığımı sanmayın.
Herkesin oyuna kendi oyum kadar saygım var.
Dostluğumuz da aynen devam ediyor.
Bir süredir kendi kendime şu soruyu soruyordum:
“İlhan Selçuk ulusalcılığı ile MHP milliyetçiliği aynı duyarlılıkta birleşebilir mi?
35 yıllık arkadaşım “Birleşti bile” diyor…
Çok sayıda ulusalcı arkadaşım var. Epeydir de tanıyorum onları.
Ama itiraf edeyim anlayamıyorum.
Çocukluk idealleri olan “Anti emperyalizm” duygusu altında giderek büyüyen anti batıcılık galiba onları gizliden gizliye ülkenin milliyetçi damarına doğru sürüklüyor.
Baksanıza daha düne kadar “Atatürk milliyetçisi” olduğunu söyleyen Sinan Oğan, bu pazar Erdoğan’a oy vereceğini açıkladı.
Bense Atatürk ulusalcılığı ile, eli kılıçlı Diyanet anlayışını aynı kareye sokamıyorum.
O nedenle “tepki oyu” lafını gerçekten anlamıyorum.
Bu yüzde 5, neye ve kime tepki duyarak ilk turda Sinan Oğan’a oy verdi?
Bir haftada tepkilerini yatıştıran ne oldu ki…
Bu defa gidip iki adaydan birine oy verecek…
Asıl tanımadığım ve anlamadığım şey ise şu:
Abdülkadir Selvi’nin köşesinde Sinan Oğan’ın Erdoğan’la yaptığı pazarlıkta 4 madde üzerinde anlaştığını yazıyor.
O 4 maddeye baktım…
Aralarında demokrasi, adalet, özgürlük, insan hakları ile ilgili tek kelime yok.
Yükselen milliyetçilik bu mu oluyor şimdi yani…
İnsani değerleri zerre kadar önemsemeyen, sadece “Güçlü bir Türk Devleti mi” nihai ve tek amaç?
Ya mutlu insan…
O hiç mi önemli değil…
Ülkemin Osmanlı mazisi, Kurtuluş Savaşı'nı veren kahraman insanların kurduğu Cumhuriyet, çok partili demokratik hayata geçişimiz ile hep gurur duydum.
Özal’lı yıllarda yükselen dinamik girişimcilik, yenilikçilik ve hürriyetçilik nedeniyle ülkem yıldız gibi parlıyordu.
Hür dünya ile bütünleşmiş bir milliyetçilik dolaşmaya başlamıştı damarlarımda.
Yurtdışına gittiğimde pasaportumu uzatırken ülkemle gurur duyuyordum.
Erdoğan’ın Medeniyetler İttifakı eşbaşkanlığı yaptığı, AB ile tam üyelik müzakerelerini başlattığı ilk 7 yılında da aynı duyguları yaşadım.
Bütün o yıllarda yönettiğim Hürriyet gazetesinde “En Güzel Türk Bayrağı” kampanyaları düzenledik.
Gazete olarak Milli Savunma Bakanlığı'na, “Çanakkale’ye Türkiye’nin en büyük bayrak direğini inşa ettirmeyi önerdik.
Ama bugün hüzünlüyüm.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaptığı bunca güzel şeye rağmen, Selahattin Demirtaş’ın, Osman Kavala’nın hapiste olduğu, adaletin ve insan haklarının yerlerde süründüğü, birçok aydının sürgünde yaşamak zorunda kaldığı bir ülke ile nasıl gurur duyabilirim ki…
Kendimi hiç ulusalcı olarak hissetmedim. Ama hayatım boyunca iyi bir yurtsever olmaya çalıştım. Hatta bazı solcu arkadaşlarım tarafından milliyetçi olmakla eleştirildim. Hiç de gocunmadım bana yapıştırılan bu milliyetçi etiketinden..
Bugüne gelince… Sadece kendi adıma konuşayım.
Gittikçe Batı düşmanlığı haline dönüşen bu ulusalcılığı ve bu milliyetçiliği anlayamıyorum.
Ne yazık ki yükselen ulusalcılığın ve milliyetçiliğin benim bu derin düşkırıklığıma çare olacak bir hassasiyeti yokmuş.
Ülkemde tanıyamadığım şey işte bu…
Ama Hogwarts tişörtlü çocukları çok iyi tanıyorum ve anlıyorum.
Eminim onlar da bir gün beni çok iyi anlayacak..