Başlıktaki soruyu ben sormuyorum. Ben sorduğumda bazı arkadaşların zoruna gidiyor. Bu yüzden hemen belirteyim, soru Ertuğrul Özkök’ün.
Dikkat ediyorsanız Hüseyin Gülerce’nin başlattığı ‘halkı iyi anlayan kesim’ tartışması medyada büyüyerek devam ediyor.
Bana göre bu tartışmada en somut soruları Hüriyet’teki köşesinde Ertuğrul Özkök sordu.
Özkök soruyor: ‘Halkı anlayan muhafazakar kesim niçin medyada iyi işler çıkaramıyor?’ Devam ediyor: 'Eğer biz halkı anlamıyorsak, bizim gazetelerimiz ve TV’lerimiz niçin sizinkilerden daha çok okunuyor ve izleniyor?’
Ertuğrul Özkök’ün sorduğu sorularla kendine bir başarı payesi de çıkardığının farkındasınız, değil mi?
Peki gerçekten durum öyle mi? Hakikaten Ertuğrul Özkök’ün dediği gibi ‘ortada tuhaf bir durum’ mu var?
Yaklaşık 20 yıldır ‘halkı iyi anlayanların’ medyasında yönetici olarak çalışmış biri olarak Ertuğrul Özkök’ün sorularına kendimi muhatap sayıyorum ve topa giriyorum.
Umarım bazı canları fazla acıtmam.
Ama biliyorsunuz gerçekler acıdır.
Evet, rakamlar medyadaki başarı / başarısızlık konusunda Ertuğrul Özkök'ü destekliyor.
Fakat işin dikkat çekilmesi gereken bazı noktaları var. Onları unutursak, sağlıklı bir değerlendirme yapmış olmayız.
Öncelikle Ertuğrul Özkök yıllarca devam eden medya-siyaset ilişkilerini ve bu ilişkilerden devşirilen büyük rantın nereye, kime aktığını dile getirmiyor.
Harcanan paranın büyüklüğü kuşkusuz medyada başarının temel taşlarından biridir.
Şimdi gelin elimizi vicdanımıza koyup şu soruya cevap arayalım.
Medya gücünü kullanarak bir gecede POAŞ’dan yaklaşık 1 milyar dolar haksız gelir elde eden Doğan grubu ile bu sektöre alın teriyle biriktirdiği küçük meblağlarla giren patronların aynı sonucu alması mümkün mü?
POAŞ sadece bir örnek. Medyanın hükümetlerle kurduğu
ilişkilerden elde ettiği rantın boyutunu bilmeyen yok değil mi?
Mesela Özkök'ün şu soruyu da cevaplaması gerekmez mi?
Onlarca yıldır zarar eden gazeteleriniz ve TV’leriniz hangi paralarla ve niçin sübvanse edildi?
Hürriyet ve Kanal D dışındaki tüm yayın organlarının zarar ettiğini bilmeyen kaldı mı?
Bu büyük zarar hangi ulvi amaç için ve hangi kaynakla karşılandı?
Muhafazakar medyadan herhangi bir işadamının sadece Milliyet’in zararı kadar bir açığa kaç yıl dayanabilir?
Parasını alın teriyle kazanmış hangi iş adamı 30 yıl boyunca ayda birkaç milyon dolar zarar eden bir işletmeye tahammül edebilir?
Yine, Habertürk’ün son birkaç yılda ettiği zararın tutarını sektörde bilmeyen yok. Böyle bir zararı Turgay Ciner hangi parayla ve niçin karşılıyor?
Kendinizi komik duruma düşürmemek için "amaç memlekete hizmet" demeyeceksiniz ,değil mi?
Özetle: Medyada güzel bir çark kurulmuştu. Zarar eden gazete ve TV’lerle iktidarları korkutup büyük ve haksız kazançlar elde ediliyordu. Elde edilen bu kazançların küçük bir kısmı bile medyada rekabeti ortadan kaldıracak etkiyi kazandırıyordu.
Peki aynı başarı son 8 yılda, yani AK Parti iktidarı döneminde niçin gösterilemiyor?
Başarı bir yana, eski medya canını kurtarma çabası içerisindeler. Neredeyse dağılıp gidecekler.
Neyse sorularıma devam edeyim ben.
Ertuğrul Özkök'e soruyorum:
Tüm bu hortumlara rağmen medyada gerçekten başarılı mısınız?
Gelin Doğan grubunu masaya yatıralım. Bakalım Özkök’ün övüneceği türden bir başarı var mı ortada.
Malum, Doğan grubu bugün medyada kâr eden iki kuruluş olarak gösterilen Hürriyet’i Simavilerden, Kanal D’yi ise Doğuş grubundan satın aldı.
Onun dışında kalan yayın organlarının büyük kısmını kendi kurdu. Kendi kurduklarından ettiği zarar ve yaşadığı başarısızlık ortada.
Kendi kurdukları şöyle dursun, Milliyet gazetesini bile zarar etmekten kurtaramadılar.
Peki Vatan gazetesi? Çok mu başarılı oldular?
Haber kanalları Cnntürk mü başarılı? Biliyor musunuz milyonlarca dolar harcanarak kurulan Cnntürk'ü kaç kişi izliyor?
TNT’nin durumu nasıl? Halbuki sadece TNT için harcanan para muhafazakar medyanın bütününe harcanan paradan fazla.
Uzan grubundan alınan Star TV niçin olmuyor? Milyonlarca dolar para akıttığınız halde 4. olmaktan niçin kurtaramıyorsunuz?
Doğan’ın büyük paralar harcayarak kurduğu Referans, Radikal, D-smart ve adını duymadığımız daha onlarca kanalı, yayın organı var ve hepsi ayrı bir başarısızlık hikayesi.
Bütün bu paralara rağmen nüfus oranına göre gazete okur sayısına
bir bakın bakalım ne görüyorsunuz.
Mesela 128 milyon nüfuslu Japonya'da günlük yaklaşık 68
milyon gazete satılırken, 82 milyon nüfuslu Almanya'da yaklaşık 20
milyon adet gazete satılıyor. Peki sizce 70 milyonluk Türkiye'de
kaç adet satılıyor? Günlük ortalama 4.5
milyon adet. Biliyorsunuz bunun yarısı da abone
diye şişirilmiş halidir.
Var mı tabloda övünülecek bir başarı?
Bütün bunlar ortadayken, Ertuğrul Özkök’ün kendisine bir başarı payesi çıkarması değil mi asıl tuhaf olan?
Şimdi işin diğer yanına gelelim.
Ertuğrul Özkök'ün haksızlığı, ‘halkı iyi anladığını’ söyleyenlerin içinde bulunduğu durumun acıklılığını ortadan kaldırmıyor.
Üzücü ama gerçek: 'Halkı iyi anlayanların' medyasında da büyük bir başarısızlık var.
Evet, rant geliri yok. Evet, ciddi sermaye yok. Doğru, bu işe ciddi anlamda para harcayacak bir işadamı ortaya çıkamadı. Ve bu mahalle medya sektörüne yabancıydı. Sonuç 'başarısızlık' oldu.
Peki ama her şey para mıydı? Para olmadan da medya da başarılı olunamaz mıydı? Çünkü diğerlerinde para olduğu halde başaramadılar.
Kaldı ki paralı dönemler de olmadı değil. Buna rağmen niçin bir arpa boyu yol kat edilemedi? Bu sonuç sorgulanmayacak mı?
Para yoktu ama bu işe gönül vermiş, yapılan her işi canı gönülden desteklemeye hazır ‘sizi anlayan insanlar’ , hem de milyonlarcası vardı. Yok muydu?
Buna rağmen niye iyi bir TV veya iyi bir gazete ortaya çıkarılamadı.
Acı gerçek karşımızda duruyor. Medyada iyi işler çıkarmaya ne çapımız, ne kültürümüz, ne de vizyonumuz yetti.
Hep küçük oynadık, kendimize rakip medyanın pespayeliğini örnek aldık. Yüksek bir bilinçle neye talip olduğumuzu, ne yapmak istediğimizi, ne tasavvur ettiğimizi ortaya koyamadık.
Patronların sermayesinin sınırları, başarısızlıklarımız için hep bir sığınak oldu.
‘Para olmayınca ancak bu kadar oluyor’ deyip hem kendimizi, hem de etrafı kandırdık.
Okurlarımıza, izleyicilerimize yüksek standartlı ürünler sunmak yerine, onların duygularına hitap eden ve bu duyguları istismar eden işler çıkardık.
İyi gazete, iyi TV, iyi film, iyi dizi yapmak temel hedef değildi. Temel hedefimiz, duygu istismarı yaparak koltuklarımızı korumak oldu.
Bu duygu istismarı, bu kalitesizlik okurları da tembelliğe, bezginliğe sevk etti. Bizi geleceğe taşıyacak bir okur kitlesi oluşmadı.
Kendi başımıza sinemalarda veyahut DVD’lerde gizlice izlediğimiz tarz filmleri, tabanımızdan korkup utandığımız için TV’lerimizde yayınlayamadık.
Kendimiz her türlü müziği dinlerken, normalden daha fazla dindar görünmek için izleyicilerimize ilahiyi reva gördük.
Bu gayri samimi tutumumuzun fark edilmesi çok zaman almadı.
Her birimizde gizliden gizliye bir Ertuğrul Özkök olma çabası vardı. Onun gibi ‘o da olur, bu da olur’ tarzı gazetecilik yapmayı, hiçbir fikrin ideolojinin adamı olmamayı büyük bir maharet addettik. Her birimizin içinde diğer mahalleye kapak atmak için büyük bir ateş yanıp duruyordu.
İsmet Özel’in sık sık kullandığı bir örnekteki gibi: İki mahalle maç yapıyoruz. Sahaya çıktığımızda gördük ki saha meyilli ve çamurlu. Biz sahada yukarı doğru top koşturuyoruz. İçimizden birinin topu alıp karşı takımın sahasına geçmesi bir hayli zor. Fakat çok nadiren de olsa bazı arkadaşlarımız karşı sahaya geçmeyi başardılar. Karşı sahaya geçen arkadaşlarımız ise hemen karşı takımın formasını giyip bize gol atmaya kalktılar.
Özetle: Ne çıkardığımız gazeteler, ne de hazırladığımız TV içerikleri yüksek bir değer taşımadı. 'Küçük olsun ama bizim olsun' mantığıyla yıllarca muhafazakar patronların paralarını ziyan edip durduk.
Bu işlere ‘dava uğruna’ giren patronlara 'Niçin Aydın Doğan gibi olmuyorsun?' diye sitem ettik.
Neticede, muhafazakar kesimin TV’leri, gazeteleri imrenilecek bir duruma gelemedi.
Halk bu kesimin gazetelerini okumuyor, TV’lerini ve dizilerini izlemiyor.
Ne yazık ki bu bir gerçek kendimizi kandırmayalım.
Peki içimizden hiç mi düzgün arkadaşlarımız çıkmadı? Elbette çıktı. Duruma itiraz edenler, gidişattan memnuniyetsizliğini dile getirenler oldu. Ama onlara tahammül etmedik. Edemedik.
Gördünüz mü, sonunda mahallenin günahlarına kendimi de ortak ettim.
İçiniz ferah olsun. Artık ben de sizin gibi tüm bu günahların sorumlusuyum.
Zamanında hiç bunlara itiraz etmedim. Böyle yapmayalım da demedim. 'Yazıktır, günahtır, bu camia bunu hak etmiyor' da demedim. Tüm bu yapılanlara itiraz kabilinden, başkalarının gelmek için takla attığı makamlardan istifa da etmedim.
Kısacası ben de tüm bu olanların ortağıyım. Korkmayın. Sizi günahlarınızda da yalnız bırakmayacağım.
Yazımı Ertuğrul Özkök’ün şu sorusuna bir cevap vermeden bitirmeyeceğim.
Özkök ‘Halkı bu kadar iyi anlıyorsunuz, biz ise anlamıyoruz. Nasıl oluyor da halk bizim gazetelerimizi ve TV’lerimizi izliyor. Niçin en çok bizim yaptığımız diziler izleniyor?’ diye sormuştu.
Bu soruya verilecek en güzel cevap şu: Çünkü biz sizin müptezel, pespaye, 3. dünya ülkesi mantığıyla yaptığınız gazeteleri ve dizileri taklit ettik. Gazeteciliğin sadece sizin yaptığınız gibi yapılacağını sandık. Bu halk da pespaye bir dizi izleyeceksem, ahlakı olmayan bir gazeteyi takip edeceksem, orijinal olanını, en pespaye olanının izleyeyim dedi.
Çünkü ortada sadece pespayelik yarışı vardı. Halk pespayelikte birinciliği, hak edene verdi.
Şimdi halkın bu yaptığına kim yanlış diyebilir ki?