Uzun zamandır ‘eski medya’nın reflekslerini kaybettiği, ‘yeni Türkiye’nin gerisinde kaldığı, olanı biteni anlamadığı, anlasa bile meseleye dahil edilmediği söylenirdi de inanmazdım.
Bu görüşü, karşı tarafın kendilerini ‘dev aynasında görmesi’ olarak yorumluyordum.
Fakat ‘eski medya’nın son günlerde yaşanan olaylara bakışını, yaklaşımını, temelde ne olup bittiğini anlayamadığını gördükçe “eski medyanın devri bitti” düşüncesinin hiç de yabana atılmaması gerektiğini anladım.
Çünkü merkez medya son günlerde yargı-polis ile MİT-hükümet etrafında dönen tartışmalara gerçekten aval aval bakar durumunda. Ne yapacaklarını, ne diyeceklerini, nerede duracaklarını bilmiyorlar.
Cengiz Çandar’ın dediği gibi ‘eski medya’ bir akıl tutulması yaşıyor. Bana göre akıl tutulmasından da öte, bu bir ahlak tutulması.
Medya tribünde maç seyreder gibi bu tartışmada kazananın belli olmasını bekliyor. Kazanacak olan tarafa göre konumunu belirlemek arzusunda. Halbuki eskiden böyle miydi? Eskiden medya tartışmayı yönlendiren olurdu.
Farkındaysanız medya bu meselede koyun gibi güdülmeyi bekliyor. Bu yönlendirilmenin ilk emaresini Mehmet Ali Birand’ın ikna edilmesinde gördük. Farkında mısınız bilmiyorum ama savcılarla görüşen Birand bir günde tutumunu değiştirdi.
Diğer gazetecilerin de tartışmanın aslında nereden çıktığını, kimin ne yapmak istediğini, Türkiye’nin nasıl bir belanın içine çekilmek istendiğini anlamaları için ikna odalarına çağrılmaları mı gerekiyor?
Eğer yargının amacı MİT’i temizlemekse buna niçin Hakan Fidan’ı şüpheli sıfatıyla çağırarak başladıklarının gerekçesini merak etmiyorlar mı?
Şu sorunun cevabını araştırmayacak mıyız? Türkiye’de son 5 yıldır onlarca ‘temizlik operasyonu’ yapıldı. Hangisinde benzer bir tutum benimsendi? Mesela TSK’da yapılan ‘büyük temizlik’ operasyonlarını düşünün. Bu operasyonlar başlarken ilk önce genelkurmay başkanı mı şüpheli sıfatı ile çağrıldı.
“TSK’nın büyük bir kısmı suça iştirak etmiş” diye iddialar vardı değil mi?
Hem de öyle alt kademeler değil. Hava kuvvetleri komutanı, kara kuvvetleri komutanı, deniz kuvvetleri komutanı ve daha onlarca general.
Peki o gün bunca mensubu suça bulaşan TSK’da niçin genelkurmay başkanı şüpheli sıfatı ile çağrılmadı?
Peki TSK içindeki çürüklerden genelkurmay başkanları sorumlu tutulmazken MİT’in içindeki çürüklerden niçin MİT başkanı sorumlu tutuldu?
Bu çelişkinin altında bir bit yeniği aramayacak mıyız? İsrail’in Hakan Fidan’ı istemiyor oluşunun bu tartışmada bir anlamı yok mu? Suriye- İran meselelerinde Türkiye’yi zayıf düşürmek için bir çabanın varlığına dönük iddialar büsbütün anlamsız mı?
Kaldı ki katıksız Hakan Fidan taraftarı değilim. MİT ile PKK’nın Oslo görüşmeleri sızdığında belki de Türk medyasında o konuşma metinlerindeki Hakan Fidan’ın zayıflığına, yetersizliğine, iş tutma biçimine ilk eleştiri getirenlerden biriyim. Fakat burada mesele Hakan Fidan’ın korunması veyahut yem edilmesi midir? Bu meseleye salt hukuki perspektiften nasıl bakarız? “Evet gittim savcıları dinledim, iddialar vahim, ne yapsın savcılar? İşlenen suçları görmezden mi gelsinler?” diyerek olayı hafife almak yakışır mı bize?
İşler eğer hukuki çerçevede çözülüyorsa o zaman Ahmet Şık-Nedim Şener, KCK operasyonlarındaki gazeteciler ve Hrant Dink davasındaki yargı kararlarından dolayı hükümete niçin muarız oldu bu gazeteciler? Yaklaşık bir yıldır Liberal- solcu-demokrat yazarlarla hükümetin arasını bozacak bu tuzağı kim kurdu? Bugün için bu ayrılığı kim hazırladı? Yargı kararları değil mi? Savcılar aynı savcılar degil mi?
Daha düne kadar yerden yere vurulan yargı bugün MİT olayında meseleye hukuki bakmaya mı başladı?
Türk medyası bu soruları soramayacak, bağımsız bir kişilik ortaya koyamayacak, gücü elinde tutanlar tarafından istedikleri tarafa çekilecek kadar zavallı insanlardan mı oluşuyor?
Zeka eksikliği mi var yoksa ahlak eksikliği mi? Hangisi?
Bu tartışmanın, bu kavganın Türkiye için hayati önemde olduğunu düşünüyorum.
Meselelere hükümet cephesinden bakıyor değilim.
AK Parti’nin konumunun sağlama alınması benim görevim de derdim de değil. Kaldı ki bu işleri Ali Bulaç ganimet paylaşımı formülüyle çözmüş.
AK Parti’nin ‘kibirle yoğrulmuş’ iktidarının yasal hiçbir şey yapmadan devam etmesinin de hiçbir anlamı olmadığının farkındayım. Bu şekilde onlarca yıl daha iktidarda kalsa da bir şey değişmeyecek. Ama en azından seçim sigortamız var.
Zaman yazarı Hüseyin Gülerce beyefendinin dünkü yazısında dediği gibi “Temel hak ve hürriyetler, din ve vicdan özgürlüğü teminat altında olsun yeter... Halk seçtikten sonra, Türkiye'yi kim yönetirse yönetsin...” Ben de bu noktadayım.
Fakat ben yaşadığım ülkede halka hiçbir hesap vermeyen yargı, polis ve MİT’in de katılmasıyla oluşturulmak istenen yeni yapının gelecek için tehlike taşıdığını düşünüyorum. Hükümetlerin yanlışlarının bedeli halka ödetiliyor. Peki bürokrasi kimden korkacak da bize hayatı zehir etmeyecek? Kim bizi savcının, polisin iki dudağı arasından çekip alacak?
Bu kadar güçlü hükümete rağmen Hakan Fidan’ı şüpheli yapan savcılar karşısında kim kendini güvende hissedecek? Türk medyası ‘kibirli’, ’despot’ AK Parti iktidarından polis-yargı-MİT üçlüsünün oluşturduğu yeni ‘derin yapı’nın zaferle çıkmasıyla kurtulacağını, felaha kavuşacağını düşünüyorsa yanılıyor.
Bilsinler ki bugün aldıkları bu pısırık,
korkak, hesaba dayalı tutum hiç birini ileride birer
Ahmet Şık, Nedir Şener olmaktan
kurtarmayacaktır.
Bilmem anlatabildim mi?
www.twitter.com/acikcenk