Açlık grevlerinin bitişinden herkes kendi meşrebine göre bir kazanç çıkarma telaşında.
PKK-BDP çizgisini savunanlar grevlerin hedefine vardığını düşünürken, AK Parti ve ona yakın duranlar ise “Tayyip Erdoğan’ın bu sefer de kazanan” olduğunu ilan etme telaşındalar.
Benim baktığım yerden ikisi de kazanmış görünüyor. Bu sürecin bir tek kaybedeni var, o da Türkiye.
Açlık grevlerinin başlaması nasıl yanlış idiyse, Başbakan Erdoğan’ın bu sürecte aldığı tutum da bir o kadar yanlıştı.
Başbakan Erdoğan açlık grevlerini; Kürtlerin duygularını, taraftar psikolojisini ve geçmişten gelen kimlik hassasiyetlerini dikkate almadan, tam da aktörlerin değirmenine su taşıyacak bir tutumla ele aldı. Masaya getirilenin ‘insan hayatı’ olduğunu görmedi.
Ya da görmek istemedi.
İnsanların yediği-içtiğiyle alay etmeden, daha müşfik bir dil kullanarak anlamaya çalışan bir çaba içerisinde olduğunu hissettirerek Kürtleri bileyen bu tür eylemlerin zemin bulmasının önüne geçebilirdi. Ama bunu tercih etmedi.
PKK-BDP çizgisinde olmasa bile sonuçta insanların kimlik siyasetine meyilli olduğunu, kullandığı dilin bu çizgiden bağımsız Kürtleri de rahatsız edeceğini düşünebilirdi. Ama düşünmedi.
İnce bir siyasetle bu ikisini birbirinden ayırabilirdi. Ama bunu yapmadı.
Sonuçta açlık grevleri bitti. Evet, can kaybı olmaması da önemli. Ama ya bu süreçte yaşananlar? Ya söylenenler? Atılan hamasi nutuklar?
Ya Türkiye’nin birliğini bütünlüğünü tahrip edici etkileri?
Bütün bunları konuşmadan sorunun "tabut çıkmadan" bitmiş olmasına sevinebilir miyiz?
Kim ne derse desin, açlık grevlerini bitiren kişi olarak Abdullah Öcalan dünden daha itibarlıdır. Artık daha fazla kişinin gönlünü kazanmıştır.
PKK-BDP çizgisinin uğraşıp da başaramadığını hükümet bu açlık grevlerindeki tutumuyla ne yazık ki bir haftada başarmıştır.
Hükümetin bu hesapsız, plansız, amaçsız davranışı sayesinde Abdullah Öcalan hem “bitirin” mesajı ile hem de “Açlık grevlerini içerideki mazlumlar değil, yapacaksa dışarıdakiler yapsın” gibi ‘insani hassasiyet’i ile Türk siyasetinin bir aktörü haline gelmiştir.
Üstelik 'sertliği' siyasi söylem olarak benimseyen bir başbakanın 'yanlış' tutumu sonucunda.
“Yanlış” diyorum, çünkü “Beni kızdırmayın idamı getirir Öcalan’ı da asarım” derken, diğer taraftan da MİT'in Abdullah Öcalan’ı bu açıklamaya ikna çabası sürüyormuş.
Bir taraftan Öcalan ile görüşürken diğer taraftan da idam diyerek toplumun öfke damarının kabartılmasının izah edilmesi gerek.
Hem açlık grevine katılanları aşağılamak, hem idam ile tehdit etmek, hem de Öcalan’ı ikna etmeye çabalamak..
Bülent Arınç’ın Öcalan’ın açıklamasından bir gün önce “yakında açlık grevlerinin bittiği haberini alırız” cümlesinden anlıyoruz ki önce Öcalan ikna edildi, sonra da gerekli görüşme sağlandı.
Tuhaflıklar bunlarada kalmadı.
Diğer taraftan da Diyarbakır'dan gelen haberlere bakılırsa polis
otosundan Öcalan’ın mesajı anons edildi.
Peki buna ne diyeceğiz? Ne dedi polisler? “Sayın
Öcalan’dan size sükunet çağrısı var” mı dediler?
“Lideriniz Abdullah Öcalan çabanız hedefine ulaştı, artık
dağılabilirsiniz diyor” diye mi anons ettiler?
“Öcalan liderimiz” diyenleri hapse atan devletin polislerinin böyle bir anons yapması geçiştirilecek bir konu mu?
Bu bir savrulma değil de nedir? Bu bir akıntıya teslim olmak değil de nedir?
İdamdan anonsa nasıl geldi bu devlet, biri bize bunu açıklayabilir mi? Bu savrulmanın nelere mal olduğunu iktidar görebiliyor mu gerçekten?
Dün baktım, gazetelerin neredeyse tamamının -İktidara yakın gazeteler de dahil- manşetinde Öcalan'ın mesajı vardı.
Abdullah Öcalan için bundan daha büyük bir itibar olabilir mi? Bu iktidar ve medyadaki taraftarları bundan sonra Öcalan’ın Kürtlerin bir kısmı üzerindeki liderliğini tartışma konusu yapabilirler mi?
Kim ne derse desin, iktidar “Kürt sorunu” karşısında ciddi bir yalpalanma içerisine girdi. Ne yapacağını, nerede duracağını, nasıl davranacağını, hangi üslup ile bu meseleyi ele alacağını artık bilmiyor.
Görünen o ki milliyetçilik ve vatanseverlik olarak gösterebildiği sürece bu sorunun aktörlerinin ekmeğine yağ sürmeye devam edecek.
Bu mesele bana bir kez daha gösterdi ki Türkiye siyaseti "Başbakan Erdoğan’ın kazancı, Türkiye’nin kaybı" denklemi üzerine oturdu.
Başbakan Erdoğan aldığı tutumla, benimsediği üslupla kendisi
kazandıkça Türkiye kaybedecek.
twitter.com/acikcenk