Başbakan Erdoğan MİT ve Başkanı Hakan Fidan’ın üstüne titriyor…
Erdoğan’ı öyle iyi anlıyorum ki…
Çünkü son 10 yıllık iktidar deneyimi Başbakan’a siyaset ve ticaretin duygusallığı hiç kaldırmadığını, istihbaratsız ülke yönetmenin imkânsız olduğunu öğretti...
Ve bu üç konuda da gerçekçiliğin esas olduğunu…
Bu arada ben de Sayın Başbakan’a bir başka gerçekçilikten söz edeyim:
Dünya ticaret ve siyasetinde değişmez gerçekçiliğin; Yahudi lobilerinden ve CIA ile MOSSAD tarafından kabul görmeyen birinin büyük sermaye içinde ve ülke yönetiminde yer alabilmesinin mümkün olmadığından…
Efendim; lütfen yanlış anlamayın…
“Öyle olmalıdır” demiyorum, (ne yazık ki) öyle olduğuna dikkat çekmek istiyorum…
Bir diğer gerçekçilik ise; istihbaratla ülke yönetmenin zorunluluğunu unutan siyasal iktidarların başarısız oldukları…
Erdoğan bunu yaşayarak ve zaman zaman yanlışlar da yaparak öğrendi…
Diğeri (Yahudi Lobisi, CIA ve MOSSAD) konusunda bir şey söylemek istemiyorum…
Tek bildiğim Erdoğan’ın o konuda son derecede stratejik ve "akılcı" davrandığı…
Ben bugün istihbarat konusuna değineceğim
Meselâ Mustafa Kemal…
Cumhurbaşkanlığı yaptığı on beş yıllık süreçte, genç Türkiye Cumhuriyeti’ni hem iç ve hem de dış güçlerden, istihbaratının sağlamlığı ve despotizmi sayesinde korudu..
Sağlam istihbaratla ayakta kalabildi…
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu dönemdeki niteliği sürekli iç savaş ve Türkleştirme harekâtlarıydı…
"Haklıydı" demiyorum;
sorumluluklarının gereklerini yerine getirişindeki isabete dikkat
çekmek istiyorum...
Bir de son yıllar Türkiye’sine bir
bakalım…
Ne görüyoruz?..
Türkleştirme bir yana, Türk olmak bile neredeyse zafiyet gibi sunulmaya başladı…
İlk başlarda (henüz tam deneyim sahibi değilken) Erdoğan’a da milyonlarca Türk’ün hassasiyetini inciten konuşmalar yaptıran kadro artık yok…
Kimi romantik çevrelerin son üç yılın Erdoğan’ına yönelik eleştirileri eleştirenlerin değil, eleştirilen Başbakan’ın doğru yaptığını gösteriyor…
Onun içindir ki Başbakan ve siyasi danışmanı Yalçın Akdoğan şu son barış müzakerelerinde Türklerin hassasiyetinin gözetilmesi konusunda hassas davranıyorlar…
Çünkü biliyorlar ki kalıcı barışın olmazsa olmaz şartlarından biri, Türklerin de hassasiyetlerinin korunmasıdır…
Efendiler!..
Türkiye’nin Ortadoğu'daki
komşularından sadece İran ve
Suriye’nin ayakta kaldığını lütfen
unutmayın…
Ancak…
Bakın Suriye biraz “hoşgörü” göstermeye başladığında ne hale geldi?..
Büyük ve kanlı bir iç savaş belâsıyla karşı karşıya…
İran ise hiç tereddütsüz muhtemel bir iç düşmanı anında boğazlıyor...
İç düşmanlara hayat hakkı vermiyor…
Onun için halen ayakta…
Bill Clinton döneminde romantik demokrasi uygulayan Amerikan yönetimi, CIA’nın en büyük silahı olan bire bir istihbaratı yasaklayınca, kendi iktidarından hemen sonra 11 Eylül faciasını yaşandı...
11 Eylül’den sonra Amerika demokraside kısıntıya gitti, en temel ve hak özgürlükler pranga altına alındı…
İlginçtir, Demokrat Obama bir süre Clinton döneminin özgürlüklerine dönüş yapmak, bire bir istihbaratı yasaklamak istedi ama cinayetler (daha doğrusu katliamlar) sonunda setreleşmek zorunda kaldı.
Amerika gibi dünyanın en gelişmiş ekonomisi ve demokrasisi bile “fazla hoşgörü”yü kaldıramıyorsa, yoksul ve az gelişmiş ülkelerde denetimsiz ve hatta başıboş bir demokrasinin kalıcı olacağına inanmak safdilliktir.
Dikkat ederseniz ne zaman demokratikleşme konusunda ileri adım atılırsa o zaman Milliyetçi, uluslar arası rekabetten korkan çevreler ve askerler bu yoksul, az gelişmiş ülkelerde tam ve gerçek demokrasiye izin vermemek için harekete geçiyorlar.
Amman ha!..
Sakın ola demokrasiden şikâyetçi olduğumu düşünmeyin…
Asla…
Ama…
Demokrasinin kendi kendisini içten çökertmesine de göz yumulmasını isteyecek kadar hoşgörülü değilim…
Bir ülkeyi yönetenler elbette yurttaşlarının etnik ve dini kimliği ne olursa olsun onların hak ve özgürlüklerini kullanabilecekleri iklimi sağlamalılar…
Ama…
Anarşi, terör gibi istikrarsızlık unsuru olan eylemlerin sadece yasalarla ve yasaklarla ortadan kaldırılacağına da inanmıyorum…
Yani;
eğer iç düşman silah kullanıyorsa bir yandan demokrasi ve hukuk gözetilirken diğer yanda silah kullanmaktan da korkulmamalı…
Devleti yıkan demokrasi mi olur yahu?..
Demokrasi devletin yıkılmasına göz yummak mıdır?..
Hemen herkesin aksine “Türkiye’de derin devlet yok, derin halk var” derken işte bu gerekçeye dayanıyorum.
Yani; Kutsal derin devletin olması gerektiğine…
Kutsal derin devletin olmadığı demokrasilerde meydanın ya “derin halk”a ya da “derin devlet” adı altında bir avuç çapulcuya kaldığını biliyorum…
Son yıllarda (bilhassa Susurluk olayı bahane edilerek) kutsal derin devlet de göçertilince, Türk dış politikasının kırmızıçizgileri beyaz kireç tozu ile örtüldü...
Ne demek mi istiyorum:
Söyleyeyim:
Çağdaş, akılcı ve biraz fazla gerçekçi demokrat olmamız gerektiğini hatırlatıyorum.
Ve son olarak diyorum ki:
Spor ve ülke yönetiminde başarının iki değişmez anahtarı: İtaat ve takattir…
Yani; disiplin ve dayanma gücü…
Lütfen disiplini boşlamayalım; dayanma gücümüzü kaybetmeyelim…