Darbe önlendi ama bende büyük hasar var...

Darbe önlendi ama bende büyük hasar var...

Kabus gibi geceye çöken darbe girişimi önlendi. Derin bir soluk aldık.

Genellersek durum bu.

Hayatlara yakından bakarsak, hasar büyük.

Bende öyle.

Bu yazı, benim iç döküşüm, kimse kusura bakmasın.

İçimde kocaman bir boşluk. Öylece duruyorum. Dostum. Kardeşim. Adam gibi adam Erol Olçok yok artık.

Gece yarısı. Telefonuma düştü mesaj: "Erol ve oğlu vurulmuş."

Yok, benim bildiğim Erol değildir bu dedim, yanlış haberdir.

Yine de kardeşi Cevat'ı aramaya elim gitmedi. Ya gerçekse? Duymaya hazır değildim.

Ortak arkadaşlarımıza mesaj attım: "Lütfen Erol'un öldüğü haberi yalan deyin."

Değilmiş.

Son günlerde kaç kez aramak isteyip, hep sonraya bıraktım.

Sonra yokmuş.

İçimde bir boşluk. Kafamda, yüreğimde dolaşıyor, gözlerimden dışarı vuruyor bazen o boşluk.

Ne zaman kesişmişti hayatlarımız? 2006 mıydı, 2007 mi?

Siyasal reklamları için Başbakan Erdoğan, Ali Taran'la anlaşmak üzereydi.

Sabah'taki köşemde, "Hata olur" demiştim, "Erdoğan, Erol Olçok'la çalışmaya devam etmelidir."

O yazı Erdoğan'ın çevresinde çok ses getirmişti, pek çok nedenle.

Sonuçta Erdoğan, Erol'la çalışmaya bir daha vazgeçmemesine geri dönmüştü.

Oysa biz, o günlerde tanışmıyorduk bile. Yaptığı işlere kefil oluşum, yaptığı işlerle ilgiliydi.

Kafamda anılar dolaşıyor, dolaşan boşlukla birlikte.

Cine 5'de Faruk Bildirici, Murat Çelik ve ben program yapıyorduk.

O güne kadar hiçbir gazeteye, televizyona çıkmayan Erol, Faruk'a "Programa Nuran Yıldız için gelirim" demiş.

Geldi de.

Zaman içinde. Birlikte çalışmayı teklif etmişti.

Son teklifini, onun Gayrettepe'deki ofisine yakın olan Point Otel'in lobisine gelerek yapmış, "Bak bu sana sekizinci teklifim" demişti.

Ben saymadım, o saymıştı.

Kabul etmemiştim çünkü, benim keskin üslubumu onun çevresi kaldırmazdı. Bende de üsluptan vazgeçmeye niyet yok.

Öyle bir özgüveni vardı ki, üslubum ona göre sorun değildi, bana göre sorundu.

Seçim kampanyası için hazırlattığı "Dombra"yı ilk dinleyenlerdendim. "Fikrini söyle ve aramızda kalsın" derken keyifliydi.

Birlikte konuşmaktan, tartışmaktan hep keyif aldık. Birbirimizin zekâsına önem verdik.

Siyasi duruşları farklı, işe bakışları benzer iki insandık.

Kafası, sağduyusu, cesareti, işine olan saygısı, vefasıyla ne zaman canım sıkılsa telefonun öbür ucunda bulurdum.

Yeni türeme köşe yazarı, iktidara yakın gazetede hakkımda saçma sapan şeyler yazınca keyfimin kaçtığını anlamıştı.

"Sen Nuran Yıldız'sın, dün vardın, bugün varsın, yarın da olacaksın. Bu adam dün yoktu, yarın da olmayacak. Git işine bak kardeşim" demişti.

Dediği gibi de oldu.

İyi de, sen de Erol Olçok'sun, bırakıp gitmek hiç oldu mu?

Aşk Yüzyılı Bitti 'yi yayınevine teslim ettiğimde, "Bu kitabı herkes okusun istiyorum. Yayınevine söyle bizim şirketi arasınlar" dedi.

Doğan Kitap'ın ilgilileri beklentiyi çok düşük tutarak Erol'un şirketini aradıklarında, aldıkları "Siz ne istiyorsanız bildirin yapalım" cevabına şaşırmışlardı.

Bir yanı muzip arkadaşım Erol, üstüne bir de "Kitabını evinin etrafındaki billboardlara da koyalım" dediğinde, annemlerin evine yakın billboarda koymayı seçmiştik.

Akif Beki, türkücü Zara ile evlendiğinde "Bak gör boşanacak" demiştim, her şeyi bilen arkadaşım bana katılmamıştı.

Tuhaf. Akif'in boşandığını Erol'un öldüğü gün öğrendim.

Doğru bildiği fikirleri hayata geçirmenin mutlaka yolunu bulurdu. Hiç "evet efendim"ci olmadı. Belki de oradan anlaştık.

İnanmışsa, bildiğini okurdu.

Bir miting öncesi. Başbakan Erdoğan, Erol'u yanına çağırıp sormuştu: "Bizim bir reklam filmimiz çok sevilmiş. Ben neden bilmiyorum o filmi?"

Bizimkinin cevabı "Görmüştünüz efendim" olmuştu , "ama beğenmemiştiniz, ben yine de yayınladım."

İnisiyatif kullanmayı bilen danışman, büyük bir lükstür ve Erdoğan, Erol ile o lükse sahipti.

Anılarını birlikte götürmesi, kampanyalar tarihimizde büyük eksik olacak.

Fikirleri birlikte öldüğü oğlu gibi çok gençti arkadaşımın.

Yüreğine, kafasına, adamlığına kefil olduğum kardeşim.

Artık, Ankara'ya geldiğinde "Gel sana ofis yemeği ikram edeyim" demeyeceksin.

Bana yaptığın ilk kötülük, ölüm kadar büyük oldu.

DARBE GİRİŞİMİNDEN ÇIKAN ÖZÜR LİSTESİ

Hiç unutmam.

"Gülen hocamızı özledik, ülkeye dönsün" ağlamaları sürerken, Genelkurmay İkinci Başkanı İlker Başbuğ basın toplantısında, "Dönsün dediğiniz adamın devlete karşı işlediği suçları" sıralamıştı.

Bu yüzden Başbuğ'a, önce Genelkurmay Başkanlığını zehir ettiler. Sonra tutukladılar. Kim özür dileyecek ondan?

"İmamın Ordusu"nu yazan ama daha basılmadan tutuklanan Ahmet Şık'tan kim af dileyecek?

Dink cinayetinin ardındaki cemaatçi polisleri açık eden araştırmaları yapan Nedim Şener de özür dilenecekler listesinde.

Emniyet'teki cemaatçi yapılanmayı açık ettiği için başına gelmeyen kalmayan Hanefi Avcı'dan kim dileyecek peki?

Bülent Arınç'a suikast komedisiyle devletin kozmik odalarına girilmesinin soytarılık olduğunu odatv.com'da yazan beni geçtim hadi.

Yazılarıyla, kitaplarıyla "cemaat" tehlikesini haber veren Soner Yalçın'a "pardon kardeş" denmeyecek mi?

Yılmadan, TSK içindeki cemaatçi askerler listesini açıklayan Albay Ahmet Zeki Üçok'a "kusurumuza bakma" denmeyecek mi?

Liste çok uzun. Listenin ölenleri defter tutuyor şimdi. Kalanları haklı çıkmanın sevincini yaşayamıyor bile.

"POKEMON DARBESİ"

Tanklar ve Sözcükler 'de, darbelerin isimleri üzerinde durmuştum.

O kitabı bugün yazsaydım, 15 Temmuz girişimini hangi isimle anardım?

Büyük olasılık "15 Temmuz Pokemon darbesi" olurdu.

Onlarca tv kanalı darbe canlı yayınındayken, dizi yayınlayan TRT'yi ele geçirmek orada Pokemon aramak gibi.

KRİZ BÖYLE YÖNETİLİR

THY yönetimi krizi çok iyi yönetti. THY Başkanı İlker Aycı, "THY ile uçanların hiçbir kaybı olmayacağını" açıkladı.

THY iletişim merkezi, tüm talepleri "ama"sız yerine getirmek için tembihliydiler.

Alitalia ile İstanbul'a uçamayan bir yakınıma, "THY ile uçsaydınız sorun yaşamazdınız" diyenler olmuş Roma'da.

DENEYİM BÖYLE BİR ŞEY

CNN Türk stüdyolarını paralelciler bastığında, Erdoğan Aktaş'ın sakin tavrıyla ekibini korumasını izledik.

"Buradan en son ben çıkacağım" diyordu.

Çıkarken kameranın açık kalmasını sağlayan, mikrofonunu açık bırakarak çaktırmadan yayıncılık yapan da oydu.

Polis adliye muhabirliğinden gelen gazetecilik böyle bir şeydi.

Aradım, "geçmiş olsun" dedim, "çocuklarına gururla anlatacağın bir yayıncılık yaptın."

Konu çocukları olunca hep olduğu gibi boğazı düğümlendi.

"AŞKIN KEDERİ"

Öyle Ertuğrul Özkök gibi spotify falan anlamıyorum. Arabamda dinlediğim bir MP3 listem var.

Listemin vazgeçilmez şarkısını Işıl German söyler: "Aşkın Kederi"

"Sakladım gözlerimi o gece ben senden

Veda ederken.

Anladım ki dönüş yok uzaklaşıp giderken

Kurtar Allah'ım beni bu aşkın kederinden."

Fonda gök gürültülü bir yağmur yağar. Kederden sırılsıklam olursunuz.

Metin Erksan'ın şahane "Sevmek Zamanı" filminin, şahane oyuncuları Müşfik Kenter ve Sema Özcan siyah beyaz dururlar gözlerimin önünde.

Durmadan siyah beyaz yağmurlar yağar.

"Aşkın kederi"ni iliklerinize kadar hissettiren Işıl German ölmüş. Yüreğimden bir teşekkür, yattığı yerde yastık olsun.

AKLIMDA KALAN

CNN Türk'teki Cumhurbaşkanı Erdoğan: Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı, CNN Türk'te Hande Fırat'ın ellerinin arasındaki telefondan halka seslenirken görünce. Acaba dedim, kızdığı medyanın da, en gerekli zamanda işine yaradığını fark etmiş midir? Bu arada iPhone, Hande Fırat'a ciddi bir reklam parası ödeyecek midir? Ödemelidir.