Daha küçüktüm o zamanlar, akademik ünvan olarak. Mülkiye’de “siyasal imaj” konusunda yapılmış ilk doktora tezini (sanırım halâ da tek) yazmıştım.
“Lider imajları” konulu tezim, dönemin sağ parti liderlerine yönelik bir araştırma içeriyordu.
Erdoğan teze dahil değildi. Çünkü tez döneminde kendisi, bir partinin genel başkanı değildi.
Çalışmam tamamlandıktan sonra. Kitaplaştırmaya karar verdiğimiz süreçte, Adalet ve Kalkınma Partisi kurulmuştu.
Erdoğan partisinin genel başkanıydı ancak yasak nedeniyle seçimlere girememiş, milletvekili olamamıştı.
Türkiye’nin aydınlarının(!) ve köşe yazarlarının pek çoğunun, analizlerinde “Tayyip” ön ismini geçirip küçümsemeyi seçtikleri günlerdi. Keşke o dönemi de birisi tez konusu yapsa.
Araştırmama dahil olmasa da, son anda Erdoğan’ı kitaba eklemeye karar vermiştim. Aklım ve hissim karizmasıyla sağın yeni lideri olacağını söylüyordu.
Erdoğan ve karizmayı yan yana kullandım diye, epeyce dalga geçilmiştim. O günlerde. Hiç unutmam.
Kanal 7’ye çıkmam, onun Ankara Temsilcisi Akif Beki ile, haber sunucusu Ahmet Hakan’la tanışıklığım o günlerden başlar.
O kitabım, bugün piyasada olmamasına rağmen halâ en çok aranan kitaplar arasında. Yeniden basmayı teklif eden yayınevleri var. Ne var ki gözden geçirip yayına hazırlayacak zamanım yok.
O günden bugüne çok zaman geçti.
Doktora tezi “lider imajı” olan bu ülkedeki ilk akademisyen olarak ve de incelemek için kayda değer başka da bir lider olmadığından Erdoğan’ın iletişim serüvenini yakından takip ettim.
Yakın çevresiyle bu süreçte tanıştım. Onlar beni buldular. Övgü odaklı değil, bilgi odaklı adamlardı hepsi.
Analizlerimi takip ettiler. Katıldılar, eleştirdiler ama Erdoğan’la ilgili yazdıklarımı izlediler. Önemli dönemeçlerde görüşümü sordular.
Sevgili dostum Erol Olçok (yaşasaydı şimdi en mutlu insan oydu), tüm bu sürecin en ortasındaydı. Kardeşi Cevat da, şimdiki MKYK üyesi Mahir Ünal da bu sürece tanıktı.
Neden anlatıyorum bunları?
Önceki gün. Olağanüstü kongrede. Erdoğan’ın “partili cumhurbaşkanlığı”na dönüşündeki konuşmayı izlerken gözümün önünden geçen film şeridi buydu da ondan.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı iyi tanıdığımı düşünüyorum.
Kongre konuşması, 3 Mayıs’ta yazdıklarımı doğruluyordu, teşkilâtta ciddi bir bahar temizliği yapacak. (CHP’nin asla yapamayacağı şey.)
Her kongrede yaptığı yönetim değişiklikleriyle partisini sürekli yeniliyor, kendi ifadesiyle “yorulanlar”ı ayıklıyor. (CHP’nin asla yapamayacağı şey.)
Kurumsal bir yapı olması gereken siyaseti, “Eğer bu kardeşiniz Tayyip Erdoğan'ın ülkesinin ve milletinin hayrına olmayan en küçük bir tavrını, davranışını, icraatını, sözünü duyarsanız, bugüne kadar yaptığı her şeyi bir kenara bırakın ve gereğini yapın” diyerek kişiselleştirmeyi başarıyor.
Erdoğan’a dair hiçbir şey beni şaşırtmaz…
Ama…
Söyledikleriyle olanlar arasındaki tezat şaşırtıyor.
NASIL VE NEDEN ŞAŞIRIYORUM?
Mesela. Cumhurbaşkanı “FETÖ ile mücadelenin sulandırılmasına izin vermeyeceğiz” diyor.
Sonra. Sözcü gazetesinin başına işler geliyor.
Diyelim ki savcı(lar) haklı olsun, Sözcü, 15 Temmuz’da Erdoğan’ın Marmaris’te olduğu bilgisini ifşa etmiş olsun.
Devletin her deliğine giren FETÖ, Erdoğan’ı bulmak için Sözcü’ye ihtiyaç duymuş olsun.
Yani, gazetecilik okullarında “habercilik” olarak tanımlanan durumu, “jurnal”lemek sayalım, ki o da haberciliktir.
Bu yine de Sözcü ile Taraf’ı aynı işlevde birleştirmez. Ahmet Altan’la, Mediha Olgun’u bir tutmaz.
Mesela. Cumhurbaşkanı Erdoğan “Şehirlerine ve partimize yük olan belediye başkanlarıyla devam etmeyeceğiz” diyor.
Sonra. Melih Gökçek yeniden aday olduğunu açıklıyor.
Şaşırıyorum.
Ve biliyorum ki bu şaşkınlığım da fazla uzun sürmeyecek.
GAZETECİLİK NEREDE BAŞLAR, NEREDE BİTER?
Sosyal medya çıkalı gazetecilik bozuldu. Hem de her açıdan.
Haber kavramı, haber kaynağı, haber ajansı, gazeteci… Hepsi birden yapıbozumuna uğradı.
Oldum olası, gazetecilerin sosyal medya kullanımına sınırlama getirilmesi gerektiğine inanırım.
Gazeteci, sosyal medyada kişisel takılacaksa çalıştığı kurumdan ayrılıp kendi mecrasından devam edebilir.
Çünkü bu meslek mesai saatleri olmayan, 24 saate yayılan bir iş. O nedenle kendi yazarlarını uyaran Faruk Bildirici haklı.
ALKIŞ
Başbakan Yıldırım’ın kendisini, tüm koltuklardan feragat edecek kadar bir dava arkadaşlığına adaması kolay bulunur şey değil.
Kanal D, Mustafa Kemal’e hakaret eden Hasan Akar’ın kaç gündür yakalanamayışının günlerini sayıyor ya, iyi iş yapıyor.
Şampiyon yaptığı Ankaragücü teknik direktörlüğünü, kesinlikle denetim altına alınması gereken futbol menejerlerini protesto etmek için bırakan İsmet Taşdemir’i kutlamak lazım.
BU FESTİVALİ KAÇIRMAYIN
Yeni dünyada “doğa” üzerine geliştirilen her kampanyayı şüpheyle karşılarım.
Şirketlerin doğayı korur gibi yapıp, doğaya verdikleri zararı örtmeye çalıştıklarına inanırım.
Yani biraz “Naomi Klein”cıyım bu konuda.
Geçen gün. Eski dostum Muko aradı. Çoktandır konuşmuyorduk.
“3-4 Haziran’da İstanbul’da mısın?” diye sordu. Benim gibi yaşayan biri için hayli uzak bir tarih.
Doğal yaşam ilgimi bildiği için, ilk kez düzenlenecek olan “Doğal Yaşam Festivali”nin o tarihlerde, Santralistanbul’da düzenleneceğini haber verdi.
Doğal yaşam ürünlerine dair her şeyin bulunacağı festivalde, seminerler, atölye çalışmaları ve müzik de var.
O tarihte İstanbul’da olur muyum bilmiyorum, ama siz ilgileniyorsanız http://www.dogalyasamfestivali.com 'dan bilgi alabilirsiniz.
Doğa insan için ana rahmi gibi bir şey. Bence.
AKLIMDA KALAN
Fenerbahçe’nin şampiyonluğu: Şimdi bu yazıya Fenerliler kızacak. Amma velakin, basketboldaki başarının abartılmasına bakınca, sanki futbol değil de basketbol aşığı bir ülke olmuşuz da haberimiz yokmuş gibi hissetmiyor musunuz? Bu abartının altında, futboldaki hüsranı ört bas etme çabasını bir ben mi görüyorum? Bir Melih Gökçek’ten bir de Aziz Yıldırım’dan hiç kurtulamayacakmışız hissi yaşayan da bir ben miyim? Dahası. Final maçındaki taraftarlar size de futbol taraftarlarından toplama gibi gelmedi mi? Hangi basketbol seyircisi, yüzlerce polisi gerektirecek kadar taşkınlık yapar? Ve. Basketbolumuzun başarısı gibi sunulan Fener’de kaç Türk oyuncu vardı da ben göremedim? Bu kadar Fener yalakası (yoksa Aziz Yıldırım mı diyelim) medya olmasa, bahse girerim Fener’i seven daha çok insan olurdu.