Siyasette ciddiye aldığım pek bir gündem maddesi yok. Daha eğlenceli bir şey yazmak istiyorum.
Geçen hafta. İstanbul'da. Karaköy'de. Ma'nâ isimli meyhanedeyiz. Açıkçası ismini mezelerinden çok sevdim.
Dört kişiyiz. Her birimiz medyanın bir yerinden. İş değil, dost ortamı. O nedenle keyif tavan yapmış. Gülüşmelerimiz yan masaları rahatsız edecek boyutta. Koyvermişiz.
İnsan sadece güvendikleriyle beraberse koyvermenin konforunu yaşayabiliyor.
Tam ülkeyi kurtarma muhabbetine girecekken. İçimizden biri, "Tüm bu göze sokulanların ötesinde, insanların cinsellik talebinde azalma olduğunu düşünüyorum" deyiverdi.
Söylediği bildiklerimize tersti. Şaşkınlıkla sorduk: "Nasıl yani?"
Bizimki "10 yıl önce" dedi, "...... Dergisinde çalışıyordum. Orada birbiriyle çıkan, ayrılan insanlar vardı. Biriyle birlikte olurdu, sonra başkasıyla olurdu. Bu da konuşulurdu, bilirdik."
Aynı şaşkınlıkla. "Şimdi değişenin ne olduğunu" sorduk.
"Şimdi yüzden fazla insanla aynı iş yerinde çalışıyorum. Böyle bir muhabbetin olduğuna rastlamıyorum" dedi.
Masada bir uğultu koptu. Her birimiz ayrı cümleler kurduk.
Ama. Sonuçta hepimiz birleştik: "İyi de tatlım sen de çok safsın!"
Birimiz "Sana katılmıyorum" dedi, "yine vardır, ama derinden gidiyorlardır."
Diğerimiz, "Büyük olasılık aynı masada yemek yiyen kişilerden bazıları o masadaki diğer kişilerden birden fazlasıyla yatıyordur ama birbirlerinden haberi yoktur" dedi.
Öbürü ekledi: "Hatta haberi vardır da yokmuş gibi davranıyor da olabilir."
Bizimki ısrarlı: "Hani ilişkiler eskiye göre daha şeffaf, daha cesur yaşanıyordu, öyleyse neden konuşulmuyor eskisi gibi?"
Bu sorunun cevabını ben verdim: "Neden konuşulsun ki, artık pazar payı diye bir şey var!"
Açıklamak zorunda kaldım: "Kadınlar da erkekler de ilişkilerini konuşmadıkları sürece, diğer seçenekleri cepte tutabiliyorlar. Pazar paylarını koruyorlar."
Devam ettim: "Üstelik de durum öyle muhafazakâr kesimde başka, laik kesimde başka falan da değil."
Bizimkiler aynı anda "Nerden biliyorsun?" diye soruverdiler, hafif imayla.
Cevap verdim, "Nerden mi? Bauman, Akışkan Aşk kitabında tüm bunları yazıyor..."
Peki, sevgili okur, sizce durum nedir? İnsanlar cinselliği yaşamakta geriledi mi, sessizleşti mi?
BEN EKSİK KALMAYAYIM
Ortada. Laf kalabalığından oluşmuş bir çöp yığını var. Davutoğlu ve Gül konulu "kimin zihni daha berrak" polemiği.
En son. Fehmi Koru'da okuyunca gülümsedim. Ne zamandır içinde Fehmi Koru geçen yazı yazmıyordum.
Gül'e olan yakınlığının sonuçlarını aldık. Aradaki iletişimsizlik bir "görevliye" fatura edilerek konu kapatılmaya çalışıldı. Olmadı. (Bkz. Koru'nun yazısının son paragrafı.)
Neyse ki. Arınç gibi bir konu kapatıcıları var da imdada yetişti yine, yeni, yeniden.
"Kim doğru, kim değil" tartışmasını bırakıp bu hikâyenin çevirisini yapalım;
Bir, tartışmanın tarafları ve gazeteciler ve de iş adamları. Daha iki yıl öncesine kadar, "hocaefendi hangimizi kabul edecek" yarışındayken. Bugün "Ben gitmedim o gitti" noktasına gelmeleri, "Erdoğan korkusu"nda en küçük bir azalma olmadığını gösteriyor.
İki, iktidar partisinde esas kıyametin 8 Haziran'dan itibaren kopmaya başlayacağına işaret ediyor.
Üç, iş dünyası, siyasetçi, gazeteci "şimdi ben kimin yanında dursam" sorusuna cevap verecek kişiye köle olmaya hazırlar.
Dört, iktidar partisinde "biz kardeşiz" kültürü yerini "kim altta kalacak" tepişmesine bırakmış görünüyor.
Beş, "Ben seni çok severim"ciler, hızla "ben aslında seni hiç sevmemiştim"cilere bırakmaya başlıyor.
Altı, bu durumun nedeni Erdoğan'ın varlığını sürdürmesi midir, yokluğunun sonucu mudur? Kafalar karışık.
Yedi, her konuda konuşan Erdoğan'ın bu konuda susması, testileri çarpıştırma stratejisinden başka nedir?
Sekiz, Fetullah Gülen'den cüzzamlıymışçasına kaçış, bizim bilmediğimiz bir gelişmeye işaret ediyor olabilir mi?
Ve. Dokuz, Erdoğan'ın partisinin kaderini yine Erdoğan'ın kendisi belirler. Muhalefet kendi bahçesinde oynamaya devam eder.
15 YIL...
Yaşamanın rodeo yarışçısı olmakla bir olduğu bu ülkede. Habercilikte markalaşan Internethaber'in 15.yılını kutluyor, sadece kendisine, kafasındaki fikre ve yol arkadaşlarına güvenerek yola çıkan Hadi Özışık'ı öpüyorum.
AKLIMDA KALAN
Değerlerin nesnelere dönüşmesi: Cumhurbaşkanı elinde Kuran'la miting meydanına çıkarken. Anıtkabir mermerleri fotoğrafçılara iyi görüntü sağlamak için hortumlarla suya boğuluyordu. Tamam ikisi de farklı şeyler. Biri göğe ait, biri yere. Yine de. Bu "gösteri toplumu"nun değer verdiğimiz her şeyin içini boşaltması, tahvil edilebilir nesnelere dönüştürmesi benim canımı fazlasıyla sıkıyor işte.